11.08.2009 - Milli bekaya yönelik tehditler ve sözde demokratikleşme çağrılarına ilişkin yaptıkları basın toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
milli bekaya yönelik tehditler ve sözde demokratikleşme çağrılarına ilişkin
yaptıkları basın toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
11 Ağustos 2009

Değerli Arkadaşlarım,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu toplantımızda, son günlerde iktidar partisi tarafından “demokratik açılım” ve sözde “Kürt sorununun çözümü” adı altında kamuoyuna takdim edilmek istenen gelişmeler ve bu kapsamda Milliyetçi Hareket Partisi’nin görüş ve düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.

Yakından tanık olunduğu gibi, büyük Türk milletinin kahramanlıkla, akılla ve inançla kurarak vücut, ruh ve anlam verdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedi vatanında milli varlığını koruyabilmesi bugün ciddi bekâ sorunu haline gelmiştir.

Türkiye’nin etnik, mezhep ve kültürel farklılıklar temelinde bir çekişme ortamına sürüklenmesi, ayrışmalar ve kutuplaşmalar yaşanması ve bunun sonucu sorunlu bir devlet ve toplum haline gelmesi çok büyük risk olarak karşımızdadır.

Bizlere anlam kazandıran, milli varlığımızın temeli olan “Türk milleti” kavramını ve bu yüksek değeri oluşturan kültürel unsurları tahrip ve tahrif etmekte ısrar eden hükümetin son icraatlarıyla yıkım çalışmalarında yeni bir safhaya geçtiği görülmektedir.

AKP zihniyetinin gündeminde hiçbir zaman bulunmayan “terörle mücadele”, yerini önce “terörle mütareke”ye, sonra “terörle müzakere”ye, şimdi ise “teröre teslimiyet”e bırakmıştır.

Zalim ile mazlumun, katil ile maktulün, şehit ile caninin aynı kefeye konulduğu ve adına “açılım” denilen tam bir çürüme hali bu safhanın en belirgin yönüdür.

Bu ahlaki, fikri ve siyasi kokuşmuşluğun neticesinde kavramlar karıştırılmış, zihinler bulandırılmış, ak ile kara birbirine bulaşmıştır.

AKP güdümündeki bu yeni dönemde;

  • Otuz bin insanın hayatına kasteden İmralı Canisi, “insanlık, barış ve kardeşlik abidesi”,
  • PKK terör örgütü “barışı dağda arayanlar”,
  • Bunlara alkış tutanlar, “barışsever ve demokrat aydın”,
  • Bozguncular ise aniden “âkil adam”a dönüşmüşlerdir.
  • Haktan ve hakikatten, akıl ve izandan, vicdan ve ahlaktan tamamen uzaklaşan bu çarpıtmayla;
  • Terörle mücadeleyi yılmadan sürdüren güvenlik güçleri “şiddet yanlıları”,
  • Yıllardır acı çeken kahraman ve muhterem yöre halkı “işbirlikçi”,
  • Bin yıllık kardeşliğin güvencesi ve savunucusu olan Milliyetçi Hareket ise “kanla beslenen” siyasi parti olarak alçakça suçlanmaya başlanmıştır.

Özellikle son zamanlarda, terör örgütünü ortadan kaldırarak bu belayı sona erdirmek yerine, silahsız bölücülüğe toplumu razı edecek, hain istekleri masum hale getirecek ve bunları demokrasi adı ile maskeleyecek sinsi bir siyasetin izlendiği anlaşılmaktadır.

Yıllardır onbinlerce masumun canına, malına ve huzuruna kasdeden bölücü talepler olan “federasyon, ayrı bayrak, ayrı eğitim dili, ortak kurucu halk, çokluklar devleti ve hatta ayrılma” gibi ihanet kavramlarının açıkça dillendirilmesi karşımızdaki tehlikenin boyutlarını anlamak açısından yeterlidir.

Başta kimliksiz ve kişiliksiz siyasetin temsilcisi olan AKP zihniyeti olmak üzere, yıllardır Türk milletinin kaderi üzerinde kumar oynayanların maksadının Türkiye’yi ve aziz millet varlığını ayrışma, ayrıştırma ve çatışma ortamına yönlendirmek olduğu bütün gerçeği ile ortadadır.

 “Çözüm, çare, fırsat” adı verilen cazip kelimelerle kamuoyu etki altında tutulmak istenmekte, bu tuzağa düşmek istemeyenler ise “savaş taraftarları” olarak baskı altına alınmaya çalışılmaktadır.

Aksini savunan varmış gibi izlenim uyandırarak “barışın sağlanması, silahların susması, anaların ağlamaması, ölümlerin son bulması, gözyaşının dinmesi” gibi PKK literatürü eşliğinde bölücülüğün bütün taleplerinin dayatılmaya çalışıldığı süreç hız kazanmıştır.

Hükümet tarafından sürece dahil edilen “işbirlikçi elitler ve sözde aydınlar”ın elbirliğiyle toplumda “tam teslimiyet ve tepkisizlik” ortamı inşa edilmek istenmektedir.

Bu faaliyetlerle, yaşanması toplum için tam bir felaket olacak stratejik travmaya alıştırma provaları olanca hızıyla ve başta TRT olmak üzere her propaganda kanalı ve zemini kullanılarak hayasızca sürdürülmektedir.

Cumhurbaşkanı ve başbakanın rol paylaşarak “Kürt sorunu” adıyla fitili ateşlenip “ortalığa bırakılan” tahrikler, uzun süredir devlet ve millet yapımızı yeni bir biçime sokmak için sürdürülen “siyasi ve toplumsal yıkım projesi”nin ileri bir aşamasıdır.

AKP’nin taşeronluğunu yaptığı bu projenin ara istasyonları;

  • Bebek katili hakkında verilen idam cezasının kaldırılması,
  • Milletimize hakaretler eden Iraklı aşiret reisleri ile kucaklaşma,
  • Küresel güçle yapılan gizli ve örtülü pazarlıklar,
  • Avrupa dayatmalarına karşı boyun eğmişlik hali,
  • Bölücülüğün taleplerini anayasaya yerleştirme niyetleri,
  • İnanç ve köken ekseninde yeni azınlıklar yaratma çabası,
  • Terörist yuvası Kandil’e harekâttan ısrarla kaçınma,
  • “Siyasal çözüm” davetiyle teröristle müzakere arayışı,
  • Kimliğini bulamamış garabetin, milletimizi otuzaltıya bölme niyeti,
  • Katile sayın, şehide kelle diyen çürümüşlüğün yayılan kokusu,
  • Ve nihayet bebek katilinin “dördüncü koordinatör” olarak cezaevinden devreye sokulmasıdır.

Küresel gelişmelerin dayattığı, teslimiyetçi hükümetin mahkûm hale geldiği bu yıkım projesi; yıllardır dağdaki ve şehirdeki bölücülerin de hedefi olan;

  • Türkiye Cumhuriyetini milli devlet niteliğini kaybetmiş,
  • Başkent Ankara merkezli üniter yapısı sulandırılmış,
  • Bin yıllık değerlerinin içi boşaltılarak milli birliği parçalanmış,
  • Farklılıklar körüklenerek çok milletli ve çok parçalı “etnik kimlikler cumhuriyeti” olarak yeniden biçimlendirilmesidir.

Tahribatın bu hızla ilerlemesi halinde kapanması mümkün olmayan derin toplumsal yaraların açılacağı, bin yıllık kardeşliğin oluşturduğu milli birlik ve bütünlüğün onarılamayacak kadar zedeleneceği “yol ayrımına” gelinmiştir. Daha ötesi yoktur.

Tehlikelerle dolu bu yolda ilerlemekte ısrar edilmesi halinde, “Türk Milleti’ne olan mensubiyet bağlarını kopartmadan korumak ve geleceğimizi bu coğrafyada, bu devlet çatısı altında ve bu beşeri bütünlükle paylaşma arzusunu diri tutmak imkânsız hale gelecektir.

Hükümetin tahrikleriyle beraber, yaşamaya başladığımız stratejik ve hayati buhran, basit, kısır ve günlük siyasi çekişmelerle, ucuz polemiklerle geçiştirilemeyecek kadar ciddidir.

Tartışmalar ve gelişmeler devlet ve millet hayatımızın devamını derinden etkileyecek kadar önemli boyutlara ulaşmıştır.

Bu derece hassas noktaya kadar gelinmesinde, millet varlığının kırılma noktasına kadar bükülmesinde en büyük sorumlu, bölücülüğe şirin görünerek ucuz siyasi hesaplar peşinde koşarken Kandil kadrolarına teslim olan Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetleridir.

Bunun yanı sıra;

  • Yaşanan gelişmeleri doğru okuyamayan veya okumak istemeyen yozlaşmış elitler;
  • Süreci fırsat olarak görüp kontrolünde tutmak isteyen bölücüler,
  • Yıkım projesine yardım ve yataklık etmeyi görev bilen sözde aydınlar, hükümetle elele tutuşarak millete karşı “şer cephesi”  oluşturmuşlardır.

Millet varlığında önemli güç unsurları olan sanayi, ticaret, finans aktörleri ve medya kuruluşları ile hükümetin partizan bürokratları da, küresel dayatmaların ve AKP teslimiyetinin çekim alanına düşerek işbirlikçi yörüngeye yerleşmişlerdir.

Şahsi çıkarların milli bekadan daha öncelikli tutulduğu karanlık ilişkiler neticesinde, bu cephenin mensupları milli konuları umursamayacak kadar menfaat bağı ile bu kirli sürece kilitlenmişlerdir.

Bugün bizden istenen, Milliyetçi Hareketten talep edilen, bu cepheye katılmamız ve inandığımız, bizi biz yapan bütün mukaddesattan vaz geçmemizdir.

Buradan açık yürekle, tam bir inançla ve yüksek sesle ifade ediyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir şekilde bu sürecin ve bu cephenin içinde yer almayacaktır.

Milletimiz için öngördüğümüz tehlikeler karşısında direnecek, milletini uyaracak ve bu konuda her bedeli ödemeye hazır olacaktır.

Bu vatan sahipsiz değildir.

Bu itibarla yıkım taleplerine karşı durmakta hiçbir mensubumuz asla tereddüt göstermeyecek, milletin birliğini ve kardeşliğini sonuna kadar savunacak ve milletimizi de uyandıracaktır.

Çünkü bizler, varlık sebebimizin vatanımızın ve milletimizin geleceği olduğunun bilinci içerisindeyiz.

Ne engellerden yılarız, ne de mücadele etmekten yorulur ve korkarız.

Değerli Arkadaşlarım,

Oynanan oyun, okyanus ötesinden yazılan ve Başbakan Erdoğan’ın iftiharla eşbaşkanlığını yaptığı küresel projelerin AKP hükümetine düşen rol dağılımından başka bir şey değildir.

 Bu rolün gerisinde, küresel dayatmaların önünde tehlike olarak görülen milli devlet engelini zayıflatmak, kontrol altında tutmak ve bir takvime bağlı olarak ortadan kaldırmaya yönelik geniş kapsamlı senaryo vardır.

Dün Sevr ile Osmanlı’nın önüne dışarıdan konulanlar, bugün daha da tehlikeli olarak içerden sokulmaya çalışılmaktadır.

AKP hükümeti tam bir çaresizlik içinde, merkezinde enerji ve su kaynaklarının kontrolü ve paylaşımının yer aldığı “küresel türbülans”a kapılarak seçeneksiz bir alana sıkışıp kalmıştır.

Baştan beri girdiği yanlış ve karanlık yolda sürünmeye devam eden Adalet Ve Kalkınma Partisi’nin, “ezber bozuyorum” “tabuları yıkıyorum” “düşmanlığı kaldırıyorum” adı altında sürdürdüğü ilkesiz politikalar bugün karşımıza hezimet ve teslimiyet olarak çıkmıştır.

  • Sözde Ermeni soykırım iddialarının yaygınlaşması,
  • Ermenistan’la tek taraflı sırnaşık ilişkiler kurma gayretleri,
  • Kıbrıs’ın geleceğini Rumlara teslim eden ve kilitleyen adımlar,
  • ABD ve Avrupa Birliği dayatmalarına boyun eğme,
  • Sözde ekümenik Partikane iddiaları, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konularında gevşemeler,
  • Milli güvenliğimizi tehdit eden Aşiret Reisleri ile kucaklaşmalar,
  • Yabancılar önünde Türk tarihinin aşağılanması gibi konular, bozulduğu söylenen ezberlerin kısa özetidir.

Kurulduğu günlerden bu yana milli konularda Cumhuriyet hükümetlerinin takip ettiği çizgileri sorgulama adına, tercih ettiği yeni yol ve yöntem maalesef hükümeti de ülkemizi de tam bir açmazın içine sürüklemiştir.

Türkiye’nin bölünmesi ve kardeş kavgalarına sürüklenmesi gibi yıkımla sonuçlanabilecek vahim gidişat maalesef Milli Mücadele dönemimizin kaygı ve tehditleriyle stratejik benzerlikler de göstermeye başlamıştır.

Türkiye’yi Osmanlı Devletinin yıkılış dönemi şablonuna kadar götürmesi kaçınılmaz olan bu kıskacın, her mevki ve makam, her kurum ve kuruluş ile sorumluluk sahibi herkes tarafından mutlaka çok iyi ve süratle analiz edilmesi kaçınılmaz bir vatani zorunluluk haline gelmiştir.

Bugünden itibaren kimden yana yer alınacağı, meselede nerede durulacağı konusunda karar verilmesi ve tavır gösterilmesi, devletimizin ve milletimizin geleceği açısından hayati derecede önem kazanmıştır.

İktidarın bölücülüğe önce göz yumduğu, sonra alkışladığı ve şimdi de kucak açtığı bu süreçte yaşananlar, çözülmenin nerelere kadar dayandığını, hangi makamlar tarafından sahiplenildiğini herkese göstermiştir.

Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarının sonu gelmeyen kimlik arayışları ve tahrikleri; bölücülüğün ümit ve cesaret kaynağının kimler olduğunu belgeleyen somut veriler olarak inkâr edemeyecek gerçeklerdir.

Başbakan Erdoğan ve korosunun sınır ötesi operasyonun yapılmaması için “bizi bataklığa çekmeye çalışıyorlar,” “harekât fayda sağlamaz”, gibi uydurduğu mazeretlerin de foyası ortaya çıkmıştır.

Geçmişte “silahı bırakır masaya oturursun” diyerek müzakereye davet ettiği eli kanlı terörle, silahı bile bırakmadan masanın bir ucuna şimdiden Başbakan Erdoğan oturmuştur.

Masanın diğer ucuna kimin oturacağı konusunda ise Kandil kadroları, bölücü mihraklar ve İmralı Canisi arasında rekabet ve işbirliği yaşanmaya başlanmıştır.

Son dönemde AKP ile DTP arasında yaşanan bu yakınlaşma, İmralı Canisi’nin hükümete çağrıları, Başbakan’ın cüret kazandıracak beyanları ve İmralı ile Hükümet arasındaki işbirliği arayışları sahnelenmek istenen oyunu çoktan gözler önüne sermiştir.

Bu oyunun ara başlıkları;

  • Millet kavramını tartışmaya açmak ve mensubiyet üzerinde kuşku uyandırmak,
  • Alt kimlikleri dirilterek etnisite temeline dayalı, ayrışmış bir toplum oluşturmak,
  • Millete ait değerleri eleştirerek, milli tarih ve ecdadımız üzerinde tereddüt meydana getirmek,
  • Bu yolla millet varlığından, milli kimliği zayıflamış toplumsal bütünlüğü aşınmış şaşkın yığınlar yaratmak,
  • Ve bütün bu rezaletleri “her şey konuşulsun”, “özgürce tartışılsın”  diyerek ve “demokratikleşme” maskesi arkasına saklayarak gözleri boyamaktır.

Milletleşme sürecini durdurarak, geriye döndürerek, sekteye uğratarak gelişmiş, kalkınmış, demokratikleşmiş ve hatta ayakta kalmış bir ülkeye henüz rast gelinmemiştir.

Terörle müzakerede yöntem ararken Avrupa’da bulunan devletlerin Türkiye Cumhuriyetiyle; emsal alınmak istenen toplumların ise Türk milletinin var oluş ve yaşama dinamikleriyle benzerlikleri ve alakaları yoktur.

Hükümetin terörle mücadele eden başka ülkelerin modellerini incelemesi ve ülkemize şamil hale getirerek bunu “Türkiye modeli” olarak takdim etme yüzsüzlüğü maksatların gizlemesinden başka bir şey değildir.

Türkiye, kendi modelini 29 Ekim 1923 tarihinde oluşturmuştur. Bu yapının üstünde ve dışında başka arayışlara girişmek kurucu irade ve çatının çökmesi demektir ki bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nin de adını ve tanımını değiştirecek bir süreci tetikleyecektir.

“Türk milleti” tanımını kapsayıcı ve yeterli bulmayıp, başka kimlik arayışlarının artış göstermesi “Türk Milleti”ni alt kimliklere doğru döndürecek, Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği milli devleti ve üniter yapıyı korumak ve yönetmek  imkânsız hale gelecektir.

Bulunulan noktada PKK taleplerinin bile ötesinde bir taviz seviyesine kadar ulaşılmıştır.

Terör örgütünün silahla dağlarda durmasını gerektirecek bir bahanesi kalmamış, yirmibeş yıldır savunduğu bütün konular şimdi hükümet tarafından teslim alınmıştır.

Aralarında “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, koruyacağına“ dair and içmiş TBMM üyelerinin de anayasayı açıkça ihlal ettiği suçluluk, suskunluk ve teslimiyet sarmalı her yanı kaplamıştır.

Bu itibarla, dağdan beslenen yıkım sürecinin şehirdeki sözcüleri haline gelen Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamı, “barıştan, fırsattan ve demokratik çözümden” ne anladıklarını, kavramları karıştırmadan, zihinleri bulandırmadan Türk milletine bütün yönleriyle açıklamak durumundadır.

Buradan uyarmayı bir görev addediyorum. Girdiğiniz yol tehlikelerle doludur.

Ulaşılacak sonuç Anayasamızın değişemeyecek maddelerini değiştirmeye yönelik girişim olup  “vatana ihanet”le eş değerdir.

Bunu yapmaya yeltenenlere “Yüce Divan” yolu açılmıştır.

Bu gidişat maalesef yıllardır yaptığımız uyarılarda öngördüğümüz talihsiz sonuç, Adalet ve Kalkınma Partisi için ise seneler içerisinde Sevr sevdalıları ve bölücülerle girdiği benzeşmenin mukadder bir neticesidir.

Gelinen bu aşamada,

Ya, bu ihanet cephesi Türkiye’nin birlikte yaşama iradesini kırarak ülkeyi kanlı bir bölünme ve iç çatışma sürecine sokacaktır.

Ya da, Türkiye Cumhuriyeti devleti, bütün milli güç unsurlarıyla ayağa kalkarak bu saldırılara ve muhataplarına gereken cevabı vererek bu ihanetin belini kıracaktır.

Bunun başka yolu ve yorumu kalmamıştır.

Vatanını seven hiç kimsenin tepkisiz kalamayacağı, suskun duramayacağı; hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bu tablo karşısında, ne öne sürülecek bahaneler, ne mazeret olacak gerekçeler ve nede sözde “devlette uyum var” mesajları konunun vahametini azaltmayacaktır.

Türklük tarih içerisinde çok ağır bir bedeller ödenerek kazanılan bir milli kimliktir.

Milletine mensubiyet duyan hiçbir fert, bu kavramın çürütülmesine seyirci kalmayacaktır.

Ve unutulmasın ki aziz millet varlığının uyanan ve doğrulan iradesi bunun hesabını müsebbiplerinden er geç soracaktır.

İhanete çanak tutanlar ile vesile olanlar ise bunun akıbetine katlanarak bedelini mutlaka ödeyecektir.

Değerli Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye Cumhuriyeti adı ile temsil edilen siyasi, beşeri, fiziki, kültürel ve ekonomik coğrafyayı,  Türk Milleti kimliğinde vücut bulmuş milletimizi bir ve bütün olarak korumaya yemin etmiş siyasi anlayışın temsilcisidir.

Çağdaş bir devlet olabilme, müreffeh ve medeni bir millet haline gelebilme, bireysel hak ve hukuka insaniyetin ulaştığı evrensel ölçülerde sahip olabilme hedefi elbette önceliklerimizdir.

Ancak partimiz bu hedeflerimizin yanında ve üstünde bir anlayışla, milli değerlerin ve bekanın korunmasını vaz geçilmez varlık sebebi ve kutlu bir vatan görevi olarak telakki etmektedir.

Bugün Türkiye’ye dayatılmaya çalışılan, kimliksiz ama demokrat, kişiliksiz ama özgür, birey olmuş ama milletsiz, vatandaş ama vatansız; içi boşaltılmış, değer taşımayan, geride kalan alt kimlik ve kültürlerine yeniden sığınmış ‘yitik toplum’ modelini kabul etmesi mümkün değildir.

Birileri millet kimliği dışında yeni arayışlar ve tanımlar talep ediyor diye milleti bu yapay talepler üzerinden yeniden adlandırmak; devleti bu taleplere göre yeniden tanzim etmek emsali görülmemiş bir yıkım olacaktır.

Milleti oluşturan ana gövdeden kimliklerin kaşınarak parçaların kopartılması, oluşmuş bir milleti sosyolojik anlamda geriye götürecek, boy ve kabilelere dönüştürerek iptidai, geri ve ırkçı bir akıbeti doğuracaktır.

Ve ne hazindir ki inanç istismarı ile iktidara gelenler şimdi kimlik istismarı ile kafalarındaki kabile kültürünü topluma dayatmaya çalışmaktadırlar.

Milli dil ile milli varlık ve milli beka arasındaki bağın kesintiye uğraması, tahrip edilmesi milletin geriye dönüşünü kaçınılmaz kılacak, bir arada yaşayabilmenin asgari müştereklerinin en önemlisini tamamen ortadan kaldıracaktır.

Partimizin ve mensuplarımızın, kimsenin anadili ve yerel kültürü ile bugüne kadar bir sorunu olmamış, bu en doğal halin ve hakkın, özel hayatın içinde engellenmesine yönelik hiçbir girişime destek vermemiştir.

Ancak, hiç kimse milli kimliğin ve birliğin vaz geçilmez dayanağı olan Türkçenin dışında ikinci bir dilin “kamusal alana” taşınmasını, eğitim ortamına alınarak ayrışmaya resmiyet kazandırılmasını ve kendi elimizle kendi ülkemizde yapay azınlıklar yaratılmasını onaylamamızı beklememelidir.

Partimiz, 5 Kasım 2000 tarihli programında da yer aldığı gibi milleti “ortak bir tarihîn sunduğu zemin üzerinde birlikte yaşama arzu ve iradesini ortaya koyan, tarihî süreçte ortak bir kaderi paylaşma duygusunu ve gelecek ülküsünü taşıyan, milletler camiasında kendine has vasıf ve kimliğe sahip olduğuna inanan sosyal bir bütün olarak mütalâa etmektedir.”

Bu, soy birliğini aşmış sosyo-kültürel yorum, asırlarca süregelen tarih içinde “Türk milleti” tanımı ile anlam bulmuş, şekillenmiş, olgunlaşmış ve bugünlere kadar ulaşmıştır.

Türk milletinin en büyük zenginliği ve güç kaynağı bu temel harca ruh ve anlam katarak tarihin her döneminde koruduğu ve yücelttiği milli birliği ve kardeşliğidir.

Gösterilen mücadele ve kahramanlığa rağmen devletin temel kurumlarının ve siyasi sorumluların acziyet ve zafiyetleriyle bitirilemeyip yirmibeş yıldır dağlarda devam eden eşkıyalığı, bir kimlik talebi gibi algılayıp birlikte yaşama ülküsünün zayıfladığına yormak tarihi bir hatadır.

Biz herkesi, büyük Türk milletinin saygıdeğer bir evladı olarak görmeye sonuna kadar devam edeceğiz.

Milliyetçi Hareketin ayrılmada, bölünmede, çözülmede, dağılmada, ayrışmada, farklılaşmada çözüm ve mutabakat araması ve sözde "çözüm ortağı" olarak algılanması mümkün değildir.

Bu taleplerin muhatabı, İmralı Cezaevinde hakkında verilmiş cezayı çekmekte olan bölücübaşıdır. O’da hükümetin mesajını almıştır, pazarlığı başlatmıştır.

Bizim ne düşündüğümüzü bilmek isteyenler, kırılmayan çizgimizin eseri olan sözlerimizi ve fikirlerimizi takip ederlerse, aradıklarını bizde bulamayacaklarını başka adreslere yönelmeleri gerektiğini anlayacaklardır.

Partimiz bu konuda, görüşme, işbirliği, istişare gibi gerekçelerle her seviyeden yapılacak bütün girişimlere ve taleplere kesinlikle kapalıdır.

Milliyetçi Hareketin mensupları tertemiz mazilerine böyle bir kara lekenin bulaşmasına asla izin vermeyeceklerdir.

Muhterem Arkadaşlarım,

Bize göre, bu topraklara vatanım, bu insanlara milletim, bu bayrak ve bu ülke benim, ben Türk milletine mensubum diyen herkesle kucaklaşmak, Cumhuriyetimizin devamının gereği ve üç kıt’ayı asırlarca yönetmiş aziz ceddimizin manevi mirasıdır.

Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünde anlamını bulan millet gerçeği, Türkiye’mizin bağımsız, güçlü ve demokratik bir ülke olarak ilelebet var olmasının da sosyal ve kültürel temeli ve olmazsa olmaz ön şartıdır.

Türk milleti, tesadüfen zuhur etmiş alt kimliklerin ortaklığı değildir. Binlerce yılda kardeşlik ve kucaklaşma ile oluşan, milli kültürün, milli kimliğin ve milli şuurun tecelli ettiği ve yükseldiği muhteşem bir terkibin tanımıdır.

Büyük Türk milletinin, üzerine oynanan kirli oyunları, engin sağduyusu, birlik ve dayanışma ruhu ve geleceğine sahip çıkma şuuruyla bozacağına olan inancımız tamdır.

Türkiye’nin etnik kutuplaşmalara ve kardeş kavgalarına sürüklenmesini amaçlayan tahrikler karşısında Türk Milleti bir bütün olarak ayağa kalkmak zorundadır.

Çünkü, beraberce, mutlu günlere doğru kat edeceğimiz daha çok yüzyıllar vardır, ancak verilecek toprağımız, terkedilecek ilimiz, çizilecek sınırımız, vazgeçilecek insanımız yoktur.

Partimiz, milli bekanın devamında mutlaka gerekli ve zorunlu olduğuna inandığı “tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil” ülkümüzü tartışmaya açacak gelişmelere sonuna kadar karşı çıkacak, karşı olacak, karşı duracak ve karşı koyacaktır.

Her milliyetçinin bütün benliği ile savunduğu bu mukaddesat, bizimle uzlaşma arayanlar için asgari düzeyde ortak zemin, başka hesaplar içinde olanlar açısından dikkat edilmesi gereken hususlardır.

Milliyetçi Hareket’in terör ve bölücülük konusundaki duruşu ve bu hususta kimseyle tartışmayacağı kırmızı çizgileri herkes tarafından çok iyi bilinmelidir.

Milli meselelerde nerede durduğumuz bellidir ve milli vicdanda tescil edilmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, iş işten geçmeden, ayrılma ve kırılma yaşanmadan, herkesi vatan ve millet sevgisi etrafında, siyasi kaygıların üstünde bir gönül birliğine ve kucaklaşmaya, hükümeti de yanlışlardan bir an önce dönmeye davet etmektedir.

Hiçbir siyasi düşünce, hedef veya proje, Türkiye’nin birliğinden, dirliğinden ve kardeşliğinden daha önemli ve öncelikli değildir.

Buradan Türkiye’ye karşı ihanet yolunu seçen, Türk Milletinin kardeşliğini yıkarak amaçlarına ulaşacaklarını zanneden tahrikçilere bir gerçeği yeniden daha hatırlatmak istiyorum:

Hiç kimse Türk Milliyetçilerinin vatan sevgisinden kaynaklanan sorumlu ve sağduyulu tutumuna bakarak, başka anlamlar çıkarmamalı, bir hesap hatasına düşmemelidir.

Türkiye’nin kaderi ve Türk milletinin geleceği, bugün yönetimi ele geçirmiş bir avuç ilkesiz ve inançsız kadronun siyasi hesaplarına kurban edilmeyecektir.

Türk Milleti’nin haysiyetiyle oynayan, Türkiye’yi küçük düşüren siyaset tüccarlarının, menfaat çetelerinin ve bölücü ihanet odaklarının yakasına yapışmak ise bizim için vazgeçilmez namus borcu olacaktır.

Vatanımız ve milletimiz için ödemeye hazır olmadığımız hiçbir bedel yoktur.

Bilinmelidir ki, Türk milleti henüz son sözünü söylememiştir.

Hepinize saygılarımı sunuyorum.

Ne mutlu Türküm diyene.

Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı