04.10.2006 - PKK'nın siyasallaşma stratejisi ve AKP hükümetinin bu konudaki gaflet siyaseti hakkında yaptıkları yazılı basın açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
PKK’nın Siyasallaşma Stratejisi ve AKP Hükümetinin Bu Konudaki Gaflet Siyaseti Hakkında Yaptıkları Yazılı Basın Açıklaması

4 Ekim 2006 


Kanlı terör örgütü PKK son dönemde yeni bir manevrayla siyasi zemin kazanmaya çalışmaktadır.

PKK’nın dış destekle uygulamaya koyduğu siyasi senaryolar Türkiye’nin gündemini ağırlıklı olarak belirlemekte, Türkiye bunların peşinde sürüklenmektedir.

Sayın Başbakan ve hükümeti inatla ve ısrarla izlediği gaflet siyasetiyle maalesef hain bölücülerin amaçlarına hizmet etmektedir.

AKP yöneticileri PKK terörünün ve etnik bölücülüğün siyasi gündemini ve stratejisini, Türkiye’nin karşısındaki bu tehdidin niteliği ve boyutlarını anlamakta büyük bir acz içindedir.

Sayın Başbakan terör tehdidinin adını doğru koymakta bile zorlanmakta, terörün bölücüsü olmaz gibi hezeyanlarla bölücü terör tanımına dahi karşı çıkacak kadar derin bir kafa karışıklığı yaşamaktadır.

Burada temel sorun, AKP yöneticilerine hâkim olan idrak zaafiyeti ve zihin bulanıklığıyla da sınırlı değildir.

Bundan da vahim olan, Sayın Başbakan’ın, bazı odakların etkisiyle, etnik bölücülerin amaçları doğrultusunda, Türkiye’nin milli birliğini ve güvenliğini tehlikeye atacak bir süreci başlatmaya sıcak bakması, en azından buna açık bir tavır sergilemesidir.

Bu kafa yapısı, Türkiye’nin kendi imkânlarıyla bölücü teröre karşı etkili bir mücadele yürütmesini de zaafa uğratan en önemli etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sayın Başbakan ve AKP hükümeti terörle mücadelenin vazgeçilmez gereklerini anlamakta ve bunun icaplarını yerine getirmekte büyük bir idrak sorunu yaşamaktadır.

Kuzey Irak’tan kaynaklanan terörle mücadeleyi ABD aracılığıyla Barzani ve Talabani’ye ihale etmesi, bu gafletin bir sonucudur.

AKP hükümeti, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru savunma hakkını kullanmaktan vazgeçerek, Türkiye’nin güvenliğini Türkiye’ye karşı husumet yarışı içinde olan Kuzey Irak’taki aşiret liderlerinin insafına terk etmiştir.

PKK terörüyle mücadele konusunda Türkiye, ABD ve Irak arasındaki üçlü koordinasyon mekanizmasının ölü doğmuş göstermelik bir girişim olduğu, son birkaç hafta içinde yaşanan gelişmelerle ortaya çıkmıştır.

Sayın Başbakan’ın PKK terörü gündemiyle ABD’ye yaptığı son ziyaret bu acı gerçeği bütün açıklığıyla gözler önüne sermiştir.

Sayın Başbakan’ın ABD Başkanı Bush’la yaptığı görüşmede PKK konusunun, küresel terör ve aşırılıklarla mücadele genel başlığı kapsamında marjinal bir konu olarak ele alındığı anlaşılmaktadır.

Başkan Bush’un görüşme sonrası yaptığı açıklamada, PKK teröründen hiç bahsetmemesi, buna karşılık Sudan’daki iç durum hakkında Sayın Başbakan’la uzun bir görüş alış verişinde bulunduklarını söylemesi, ibret ve hayret verici bir durumdur.

Sayın Başbakan’ın görüşme sonrası yaptığı basın toplantısında bu hazin durumu tevil etmek için nafile bir çaba içine girmesi de kendisi açısından ayrı bir mahcubiyet vesilesi olmuştur.

Bu konuda Başkan Bush’tan güvence aldığı yolundaki yuvarlak ifadeleri, inandırıcı olmaktan uzak bir kamufle çabasının tezahürleridir.

PKK konusunda sorulan sorulara kaçamak cevaplar vermesi ve görüşmede terörün bir bütün olarak ele alındığını ve bu arada kendisinin PKK sorununu aştığını söylemesi, Vashington ziyaretinin bir fiyaskoyla sonuçlandığının itirafı olmuştur.

Başkan Bush’un PKK lafını ağzına almamasının üstünü örtmek için Sayın Başbakan’ın da basın toplantısında PKK kelimesini telaffuz etmemesi ve bunun izahı olarak terör örgütünün propagandasını yapmaktan kaçınma gerekçesi arkasına sığınmaya çalışması bir mizah örneği olarak hatırlanacaktır.

Sayın Başbakan’ın bu konudaki sıkıntılı beyanları ve Beyaz Saray Sözcüsünün basına yaptığı açıklama şu gerçekleri ortaya koymuştur:

ABD’nin PKK terörüyle mücadelede kararlı ve etkili bir adım atmaktaki isteksizliği sürmektedir. Başkan Bush bu konuda Türkiye’ye herhangi bir güvence vermekten özenle kaçınmıştır.

Kuzey Irak kaynaklı PKK terör tehdidi üçlü mekanizma ve koordinatörler aracılığıyla ele alınacak ve PKK’nın Irak’taki bazı bürolarının kapatmasının ötesinde ciddi bir adım atılmayacaktır.

Bunun anlamı çok açıktır: ABD ve Kuzey Irak’taki peşmerge liderleri Türkiye’yi oyalamakta ve zaman kazanarak bölücü terörün amaçlarına hizmet edecek bir sürecin başlatılması için şartların olgunlaşmasına çalışılmaktadır.

AKP hükümetinin Türkiye’nin önüne konulan bu denklemi kabullenmesi, ihanet sınırlarını zorlayan büyük bir gaflet olacaktır.

Ancak, Sayın Başbakan’ın bazı beyanları, AKP hükümetinin PKK’nın sözde ateşkes sonrası başlatmayı amaçladığı siyasi sürece yardımcı olacak çok tehlikeli bir yola girdiğini ortaya koymaktadır.

PKK’nın bir dizi şarta bağlı sözde ateşkes ilanı sonrası yaşanan gelişmeler, Sayın Başbakan Erdoğan’ın terör örgütünün Türkiye’nin önüne koyduğu yol haritasını kabul etmeye hazırlandığını göstermektedir.

Sayın Başbakan’ın ABD seyahati sırasında uçakta basın mensuplarına yaptığı sorumsuz açıklamalar ve Başkan Bush’la görüşme sonrası basın toplantısındaki ifadeleri bunun ilk işaretlerini vermiştir.

Sayın Erdoğan, uçak yolculuğu sırasında “PKK’nın terörü durdurması halinde Türk güvenlik güçlerinin durup dururken operasyon yapmayacağını” söylemiştir.

Vashington’da yaptığı basın toplantısında da aynı sakat mantığı yürüten Sayın Başbakan “Güvenlik güçlerinin bir olay varsa operasyon yapacağını, ancak hiçbir şey yokken herhalde kendisine bir görev çıkaramayacağını” ifade etmiştir.

Sayın Başbakan’ın milli birlik ve milli kimlik konularındaki şaibeli siciline ve geçen yıl Diyarbakır’da İmralı canisi ile aynı frekansta konuşarak dışa vurduğu sakat zihniyetine bakıldığında, bu son beyanlarının bilinçli olduğu sonucuna varmak kaçınılmazdır.

Bu tutumu ve kafa yapısıyla Sayın Başbakan, Türkiye’nin milli birliği ve güvenliği konusunda tek başına en büyük risk ve tehlike unsuru haline gelmiştir.

PKK’nın siyasi hamisi Talabani’nin son beyanlarına, teröristbaşı Öcalan’ın çağrılarına ve terör örgütünün açıkladığı sözde ateşkes ilanına bakıldığında, bu yeni sürecin şu şartlara bağlandığı görülecektir.

  • Sözde ateşkes sürecinin ilanı ve devamı, Türkiye ile siyasi bir pazarlık sürecinin başlatılması ve Hükümetin siyasi çözüm yönünde somut adımlar atması şartına bağlanmıştır.
  • PKK silah bırakmamıştır. Terörist militanlar silahlarıyla devlete teslim olmamıştır. Sadece, Türk güvenlik güçlerinin terörle mücadeleyi durdurması halinde, PKK’nın da silah kullanmayacağı açıklanmıştır.
  • Terör örgütünün silahlı militanlarının Türkiye içindeki ve dışındaki mevzilerini koruyacakları, lojistik ihtiyaçlarını karşılamak için hareket halinde olacakları açıkça ortaya konulmuştur.

Görüleceği üzere AKP hükümetinin ve yandaşlarının barış için tarihi bir fırsat olarak gördüğü PKK’nın bu yeni tezgahında, teröristler silahlarını bırakmayacaklar ve Türkiye içindeki militan kadrolar dağlardaki mevzilerini terketmeyeceklerdir.

Şehirlerdeki PKK sabotajcılarının bomba depoları da aynen korunacaktır.

Kuzey Irakta’ki terör kampları, silah ve mühimmat yığınakları ve terörist kadrosu da yerlerinde duracaktır.

Sonuç olarak PKK terör eylemlerini heran başlatma imkan ve kabiliyetini elde tutmaktadır. Sadece siyasi pazarlık amaçlı taktik bir eylemlere ara verme kararı almıştır.

Durum böyle iken Sayın Başbakan’ın PKK’nın bu ateşkes kararına uyması halinde Türk güvenlik güçlerinin durup dururken operasyon yapmayacağı ve kendisine görev çıkarmayacağı açıklaması çok vahim bir durumdur.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın bu sözlerinin anlamı ve fiili sonuçları şunlar olacaktır:

  • Sayın Başbakan, Türk güvenlik güçlerinin terörle meşru mücadelesinin, sadece ateşe karşılık vermekle sınırlı kalacağını söylemektedir.
  • Türk güvenlik güçleri, Türkiye içinde mevzilerini koruyan silahlı dağ ve şehir kadrolarına karşı, ateş açılmadığı takdirde herhangi bir harekette bulunmayacak, bunları görmezden gelecektir. PKK’dan terörist bir saldırı olmazsa durup bekleyecektir.
  • Bu, Türkiye’nin terör örgütünün ateşkesin karşılıklı olması şartını kabul ettiği anlamını taşımaktadır.
  • ynı şekilde Kuzey Irak’ta yuvalanmış terör unsurlarına karşı Türkiye hiçbir harekette bulunmayacak ve sınır ötesi askeri operasyon gündemden tamamen çıkarılacaktır. Kuzey Irak kaynaklı güvenlik tehdidi Barzani ve Talabani’nin siyasi çabalarına emanet edilecektir.

Sayın Başbakan, bu beyanlarıyla teröre teslim olmakta ve moratoryum ilan etmektedir.

Türk güvenlik güçlerinin “durup dururken operasyon yapmayacağı” açıklamasının bundan başka bir anlamı ve fiili sonucu olması mümkün değildir.

Sayın Başbakan, bu beyanlarıyla PKK’nın siyasi amaçlarıyla aynı çizgiye düşmüş ve terör örgütünün dümen suyuna girmiş olmaktadır.

PKK yayın organları, bu ifadeleri çözüm yönünde ümit verici ılımlı mesajlar olarak yorumlamıştır.

Bu bakımdan Sayın Başbakan bu sözlerini biran önce açıklığa kavuşturmak ve düzeltmek zorundadır.

Gelinen bugünkü aşamada, Türkiye’nin nasıl bir sürecin içine çekilmek istendiğini herkesin çok iyi anlaması ve tavrını buna göre belirlemesi hayati bir zorunluluktur.

Terör örgütünün siyasallaşma stratejisinin bugün geldiği noktada Türkiye’nin önüne konulan denklemin ana unsurları, PKK’nın sözde ateşkes ilanı açıklamasında madde madde yer almıştır.

Ateşkes sonrası süreçte PKK’nın Türk hükümetinden talepleri şu noktalarda toplanmaktadır.

  • İlk önce Kürt kimliği tanınacak ve Türkiyelilik üst kimliği çatısı altında Anayasal güvenceye kavuşturulacaktır.
  • Kürt dili ve kültürü önündeki engeller kaldırılacak, anadilde eğitim hakkı ve Güneydoğu’da Türkçe’nin yanı sıra Kürtçe’nin ikinci resmi dil olması kabul edilecektir.
  • Etnik kimlikle siyaset ve örgütlenme özgürlüğü tanınacaktır.
  • İmralı canisi ile PKK’nın lider kadrosunu da içine alacak genel siyasi af çıkartılacak ve bunların siyasal ve toplumsal yaşama katılmaları için bir uzlaşma projesi hayata geçirilecektir.
  • Türk güvenlik güçleri Güneydoğu’dan çekilecek ve bu gelişmelere paralel olarak her iki tarafın belirleyeceği bir takvim dilimi içinde PKK militanları silahlarını bırakacaktır.

PKK’nın oyun planı ve yol haritası budur.

PKK’ya siyasi koruma, sığınma ve barınma sağlayan Barzani ve Talabani’nin amaçlarının da bununla örtüştüğünü anlamak için kâhin olmaya ihtiyaç bulunmamaktadır.

Türkiye’ye sürekli meydan okuyan Talabani, son demecinde Kandil dağındaki teröristlerin bölgeyi terk etmesinin Türkiye’ye bağlı olduğunu, Türkiye’nin bu amaçla genel af çıkartarak bunların Türkiye’ye dönmesi ve siyasi hayata entegre olması için uygun şartları hazırlaması gerektiğini belirtmiştir.

ABD’nin de en azından bu senaryonun bazı unsurlarına sıcak baktığı ve PKK’nın Irak’tan çıkarılıp Türkiye’ye döndürülmesinin yöntemleri konusunda, ilk aşama olarak, af beklentisi içinde bulunduğu görülmektedir.

Bu gerçekler karşısında herkes çok iyi düşünmelidir.

PKK’nın sözde ateşkes ilanını Türkiye’nin değerlendirmesi gereken tarihi bir fırsat olduğunu savunan ve bu konuda bir kampanya başlatan sözde aydın ve barış havarileri, hangi safta yer aldıklarını vakit geçirmeden idrak etmek durumundadır.

PKK’nın samimiyetine bakılacağını ve ateşkesin sürmesi halinde insanlık adına mutlu bir sona ulaşılabileceğini söyleyen Sayın Başbakan Erdoğan, bu sözlerinin nereye varacağını ve ne anlama geleceğini çok iyi hesap etmelidir.

Burada son olarak bir hususa daha temas etmek istiyorum.

PKK’nın sözde ateşkes süreci öncesi yaşanan gelişmeler hakkında PKK yayın organlarında çıkan yorum ve değerlendirmelerde, terör örgütünün ateşkes ilanı öncesinde ABD ve Kuzey Irak yönetimi aracılığıyla AKP hükümetinden somut taleplerde bulunduğu iddiaları dile getirilmektedir.

Bununla bağlantılı olarak, AKP hükümetinin ateşkes sürecinde bazı sembolik adımlar atmayı planladığı, iç siyasi dengeler ve yaklaşan seçimler nedeniyle asıl politikasını seçimlerden sonra gerçekleştirmeye hazırlandığı yolunda haberler çıkmaktadır.

Bu durum karşısında AKP hükümetinin bu konudaki tavrını ve duruşunu net bir biçimde ortaya koyması kendileri bakımından asgari bir siyasi ve ahlaki zorunluluk haline gelmiştir.

Aksi takdirde bundan sonra yaşanacakların ağır vebali omuzlarında olacaktır.

Bugün bulundukları konum ne olursa olsun, hiç kimse Türkiye’nin geleceğine ihanetin karşılıksız ve cezasız kalacağını düşünmemelidir.

Bu hesap, günü geldiğinde çok ağır bir biçimde görülecektir.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı