Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ'nin,
Muhterem Basın Mensupları Değerli Dava Arkadaşlarım Başbakan Erdoğan’ın 23 Temmuz 2009 tarihinde “Kürt açılımı için çalışma başlattıklarını” açıklamasının üzerinden altmış sekiz gün geçmiştir. Bu süre içinde yaşanan bölünme modelleri tartışmaları, sınır tanımayan tehdit ve tahrikler, bölücülük manifestoları ve meydan okumalar siyasi tansiyonu yükseltmiş, toplumda çok tehlikeli bir gerilim ortamını karşımıza çıkartmıştır. Türk milleti bu gelişmelerden son derece huzursuz, tedirgin ve endişelidir. Bölücülüğü siyaset alanına taşıyan Başbakan, Türkiye’nin milli birliğinin temellerine uzaktan kumandalı saatli bir bomba yerleştirmiştir. Başbakan’ın ne pahası olursa olsun dönüşü olmadığını söylediği yol, Türkiye’yi topyekün kaos ve karmaşa ortamına sürükleyecek kör bir çıkmazın adresidir. Bunun Türkiye’ye bedeli ve faturası korkarız ki çok ağır olacaktır. Bu yolda her bedeli ödemeye hazır olduğunu ifade eden Başbakan’ın Türkiye’yi ateşe attığını hala idrak edememesi çok vahim bir durumdur. Başbakan’ın hırs ve ihtiraslarına set çekilerek bu gidişatın durdurulması, Türkiye için bir beka meselesi haline gelmiştir. Bugünkü basın toplantımızda Başbakan’ın bu yıkım projesinin anlamı ve amacı, arkasındaki niyetler, kapsamı ve içeriği hakkındaki görüşlerimizi somut gerçeklere dayanarak bütün açıklığıyla ortaya koymak ve Başbakan’ı bu gaflet yolculuğunun kaçınılmaz sonuçları hakkında bir kere daha uyarmak istiyorum. Bu vesileyle basınımızın kıymetli temsilcilerini ve siz değerli dava arkadaşlarımı en iyi dileklerimle selamlıyorum. Değerli Basın Mensupları Bu sürecin gerçek niteliğinin doğru anlaşılabilmesi için yapılacak değerlendirmede hayati önem taşıyan hususlar şu noktalarda toplanmaktadır.
Başbakan’ın “Kürt açılımı” sloganıyla başlattığı bu süreç Türk milletinin büyük çoğunluğunun haklı tepkisini çekmiştir. Bu durum karşısında projenin bölücü niteliğini gizleyecek kılıf arayışına girilmiş ve “demokratik açılım süreci” etiketinde karar kılınmıştır. Bunun da tepkileri yatıştırmaya yeterli olmadığının görülmesi üzerine “milli birlik ve bütünlük projesi”, “barış ve kardeşlik projesi” gibi yedek isimler piyasaya sürülmüştür. Türkiye’nin milli kimliğini değiştirerek kimliksiz bir millet haline getirmeyi amaçlayan bu projenin milli olduğunu söylemek, Türk milletiyle alay etmektir. Türk milletinin bin yıllık kardeşlik hukukunu ve milli birliğinin temellerini dinamitleyecek bu projenin, milli birlik ve kardeşlik projesi olduğunu iddia etmek, Türk milletini akıl ve idraktan yoksun olarak görmek gafletidir. Bu konuda başta Başbakan olmak üzere herkse dürüst ve namuslu olmalıdır. Bu proje, Türkiye’nin etnik temelde ayrıştırılmasını, çözülmesini, çatışmasını ve bölünmesini öngören hain bir yıkım projesidir. Amacı, terör örgütünün bölücü taleplerinin AKP hükümeti eliyle hayata geçirilmesidir. Terör, Başbakan ve hükümetinin eliyle siyasallaşmakta, etnik bölücülük AKP’nin himayesinde meşrulaştırılmaktadır. Başbakan’ın Mübarek Ramazan ayı boyunca kapı kapı gezerek pazarlamaya çalıştığı projenin adı, anlamı ve amacı budur. Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı, patenti PKK’ya ait, kılavuzluğunu İmralı canisinin yaptığı, ABD destekli böyle bir projenin taşeronluğuna soyunmuştur. Bu projenin içinde millet yoktur, milli değerler yoktur. Bundan dolayı milli değildir. Bu sürecin muhatabı da Türk milleti değildir, bu büyük ailenin onurlu fertleri olan Kürt kökenli vatandaşlarımız da değildir. Bu yıkım projesinin açık ve örtülü muhatapları, bundan yararlanacak tarafları; İmralı’dır, Kandil’dir, Barzani’dir, Talabani’dir, etnik bölücülerdir.
Sorunun teşhisi ve tanımı ile tedavi reçetesi üç bilinmeyenli bir denkleme oturtulmuştur. “Etnik sorun, etnik açılım ve siyasi çözüm” temelinde belirlenen bu denklemi esas alan kavramsal yaklaşım bütünüyle yanlıştır, temelden sakattır. - Burada birinci sakatlık teşhis ve tanımla ilgilidir. Sorunun etnik kimlik sorunu olarak tanımlanması, etnik bölücülüğe meşruiyet zemini kazandıracaktır. Etnik temelde yapılacak bir tanım, çözümün de aynı temelde aranmasını kaçınılmaz kılacaktır. Kamuoyunu aldatmak için “demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik projesi” gibi sahte veya takma adlar kullanılması bu gerçeği değiştirmeyecektir. Adına ne derseniz deyin, çözüm süreci bu zeminde şekillenecektir. Bölücü emellerin toplumsal siyasi kimlik talebi olarak kabul edilmesi ve bu esasta haklı ve meşru görülmesi, siyasi ve hukuki statü taleplerinin alt yapısını hazırlayacaktır. Etnik kimliklere siyasi ve hukuki statü kazandırılmasının adı da etnik bölünme reçetesidir. - Sorunun niteliği ve kaynağının doğru tespit edilememesi de diğer bir yanılgıdır. Bugün karşımızdaki sorun, etnik bölünmeyi amaçlayan silahlı terör sorunudur. Bunun kaynağında bireysel kültürel hak talebi ve demokratikleşme özlemi yatmamaktadır. Türkiye’den istenilen bireysel kültürel haklar değil, bir etnik grup olarak kullanılacak kolektif azınlık hakları ve siyasi statüdür. Bunların odağında, bir etnik grubun ana dilinde eğitim ve öğretim görmesi, bunun resmi alanda kullanılması ve otonom yönetim hakkının tanınması yatmaktadır. Etnik grupların bu kimlikleri ve dilleri ile siyasi ve kamusal hayatta yer alması ve siyasi statü kazanması, masum bireysel kültürel hak talebi olarak görülemeyecektir. Bu bakımdan Başbakan’ın Kürt açılımıyla tatmin etmeyi amaçladığı bölücüler açısından sorun, vatandaşlıkla ilgili genel demokratik hak ve özgürlükler değil, etnik kimliklere azınlık statüsü tanınması sorunudur. - Projenin üçüncü sakatlığı, bölücü emelleri Kürt kökenli vatandaşlarımızın tümüne genelleştirmesidir. Terör örgütü yandaşlarının bölünmez bütünlüğe kastetmek hevesi peşinde koştukları bilinen bir gerçektir. Ancak, yapılan bütün sosyal araştırmaların da gösterdiği gibi Kürt kökenli vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu bu emelleri beslememektedir. Bu kardeşlerimizin Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılmayı arzuladıkları veya azınlık statüsü istediklerini hiç kimse söyleyemeyecektir. Bu gerçekler ortadayken PKK ve maşalarının taleplerinin genelleştirilmesi, PKK’yı bütün bu vatandaşlarımızın sözcüsü olarak görmek ve terör örgütüne geniş tabanlı temsil yetkisi tanımak olacaktır. PKK’nın amaçlarına hizmet edecek olan bu gaflet, her şeyden önce Kürt kökenli kardeşlerimize yapılacak ağır bir hakarettir. Başbakan’ın taşeronluğunu yaptığı açılımın diğer bir sakatlığı ve yanılgısı da budur. Sayın Basın Mensupları Değerli Dava Arkadaşlarım Terör ve etnik bölücülükle mücadele, hükümetin Anayasal görevi ve sorumluluğudur. Bunun gereklerini yerine getirmemek, bölücü emellere hizmet edecek bir süreç başlatarak terör örgütü ile örtülü mütareke, müzakere ve mutabakat arayışlarına girmek başlı başına bir Anayasal suçtur. Başbakan’ın başlattığı sürecin bu açıdan ele alınması hayati önem taşımaktadır.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında sıfır noktasına inmiş olan terörün, aradan geçen yedi yıl içinde, terör eylemi ve şehit sayısı bakımından onbeş misli arttığı rakamlarının gösterdiği acı bir gerçektir. Başbakan Erdoğan terörle mücadeleyi baştan itibaren “güvenlik ve özgürlük” dengesi olarak tanımladığı bir denklemin içine sıkıştırmıştır. Terörle mücadelenin etkinliğinin arttırılması için gerekli tedbirlerin alınması konusunda istikrarlı bir şekilde ayak sürümüştür. Irak’ın kuzeyinde yuvalanan PKK terör unsurlarına her desteği sağlayan Barzani’ye karşı caydırıcı önlemler uygulanmasından da ısrarla kaçınılmıştır. Bugün başlatılan Kürt açılımının alt yapısı bu dönemde sinsice hazırlanmaya başlamıştır. PKK’nın askeri tedbirlerle bitirilemeyeceği, terör örgütünün eylemlerini durdurması halinde siyasi çözüm yönünde adımlar atılacağı, AKP yetkilileri tarafından sürekli dile getirilmiştir. Başbakan Erdoğan’ın 17 Kasım 2007 günü teröristlere yaptığı çağrı da çok iyi hatırlanmaktadır. Başbakan; - Dağdaki teröristleri silahlarını bırakarak siyasi platformda demokratik yarışa katılmaya davet ederek “siyasi af” vaat etmiş, - Güvenlik güçlerine karşı ateş açılmadıkça askeri operasyon yapılmasına gerek kalmayacağını söyleyerek de “örtülü ateş-kes” çağrısında bulunmuştur. Bu sözler Başbakan’ın siyasi çözüm süreci başlatma niyet ve hazırlıklarının ilk işaretleri olmuştur. Bugün “Kürt açılımı” kapsamında aynı çağrıların yapılması ve “silah bırakma-siyasi af” tartışmalarının gündeme taşınması bu strateji kapsamında değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, Başbakan’ın çok yakın bir yol arkadaşının “PKK’nın silahlarını Türkiye dışına çıkarmasına Türk Silahlı Kuvvetlerinin yardımcı olması ve bunun için operasyonları durdurması gerektiğini” söyleyebilecek kadar ileri gidebilmesi üzerinde de çok iyi düşünülmelidir. Türk Silahlı Kuvvetleri ile teröristler arasında böyle bir simetrik denklem kuran bu hezeyanlar karşısında Başbakan bugüne kadar sessiz kalması, hiçbir tepki göstermemesi çok anlamlıdır. Başbakan’ın bu sessizliği, bu konuda aynı düşünceyi paylaştığının göstergesi olarak kabul edilecektir. Kendisi susmakta, yakın çevresi konuşmaktadır. Bütün bu gelişmeler, AKP hükümetinin terörle mücadeleyi bırakıp mütareke ve müzakere arayışına yönelmeye çok önceden karar verdiğinin ve bunun alt yapısını adım adım hazırladığının somut kanıtlarıdır.
“Kürt açılımı” sürecini başlatmadan önceki dönemde bu konularda alenen sergiledikleri yaklaşım, AKP’nin bugünkü niyetlerine ışık tutacaktır. PKK’nın siyasi ve hedef ve taleplerinin beş ana noktada toplandığı herkesin bildiği bir gerçektir. Bunlar; - Türk milli kimliğinin yeniden tanımlanarak değiştirilmesi, vatandaşlık kavramının üst kimlik olarak benimsenmesi, - Kürtçe’nin kademeli olarak eğitim sistemi içine alınması ve kamu hizmetlerinde kullanılmasının sağlanması, - Etnik kimlikle siyaset ve örgütlenme hakkının tanınması, - “Yerinden demokratik yönetim” adı altında eyaletler sistemine geçisin altyapısının hazırlanması ve, - Teröristlere genel siyasi af çıkartılması ve siyasal ve toplumsal yaşama katılmalarının sağlanması için gerekli düzenlemelerin yapılmasıdır. Başbakan Erdoğan’ın iktidar döneminde bu konudaki söylemleri ortadadır. AKP’nin 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra bir grup bilim adamına hazırlattığı Anayasa değişikliği taslağının ilgili hükümleri de iyi bilinmektedir. Bunlara bakıldığında Başbakan ve arkadaşlarının düşüncelerinin, PKK’nın bu talepleriyle büyük ölçüde örtüştüğü somut bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet niteliği, üniter siyasi yapısı ve milli birliğinin dayandığı esaslar Anayasamızda açıkça belirlenmiştir. Anayasa’nın “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe’dir” hükmünü vaz eden 3.cü maddesi temel çerçeveyi kalın çizgilerle çizmiştir. Bu temel hüküm, devletin kuruluş ilkesinin “çok milletli” bir yapıya dayanmadığını açıkça ortaya koymuş, hangi amaç ve gerekçeyle olursa olsun bu yönde bir düzenleme yapılmasına kapıyı kesin ve nihai olarak kapatmıştır. Bu durumda, Anayasal çerçeve içinde kalınarak Türkiye’de ırk ve dil farklılığı temelinde milli azınlıklar bulunulduğunun savunulması mümkün değildir. Tek millet – tek devlet esasına dayanan üniter yapıda kurulmuş milli devletler de; - Farklı etnik kimliklere hukuki ve siyasi statü tanınarak çok parçalı millet yapısı oluşturulmasına, - Kişi hak ve özgürlüklerinin etnik temelli kolektif haklara dönüştürülmesine ve, - Türkçe dışındaki dillere ve farklı kültürlere statü kazandırılarak milli azınlık yaratılmasına yer de yoktur, imkan da yoktur. Devletin resmi dili ve eğitim dilinin Türkçe olduğu ilkesi de, anadilden başlayarak iki dilli eğitim sistemine geçilmesine manidir. Devletin üniter siyasi yapıda kurulduğu ilkesinin bölgesel otonomi modellerine cevaz vermeyeceği de ortadadır. Bu somut gerçekler karşısında Başbakan ve hükümetinin söylem ve eylemleriyle bölünmez bütünlük konusunda Anayasa’nın belirlediği esaslara aykırı hareket ettiklerini, bu anlamda Anayasa suçu işledikleri tespitinde bulunulması kaçınılmaz olacaktır. Değerli Basın Mensupları Kürt açılımı süreci büyük bir sis ve sır perdesi arkasında yürütülmektedir. Başbakan Erdoğan böyle bir puslu ortamda Türk milletini şartlandırmaya ve yıkım projesine psikolojik olarak hazırlamaya çalışmaktadır. Ortak akıl arayışı ve toplumsal tartışma ortamı adı altında amaçlanan, sanal bir toplumsal destek tabanı görüntüsü yaratmak, aynı zamanda siyasi sorumluluğu yayarak bunun AKP’ye olacak siyasi faturasını asgaride tutabilmektedir. Geniş tabanlı milli mutabakat zemini oluşturmaya çalıştığını iddia eden Başbakan, bölünme platformu çabalarında yanına suç ortağı aramaktadır. Başbakan ne yapmak istediğini büyük ölçüde belirlemiş, kafasının içinde kararını vermiştir. Senaryo ortadadır, amaç ve niyetler bellidir. Geçtiğimiz hafta New-York’ta yaptığı konuşmadaki “açılımın hepsi bir anda olmaz; hazmede hazmede, hazmettire hazmettire ilerlememiz gerekiyor” sözleri bunun açık bir ifadesi olmuştur. Bu bakımdan Kürt açılımının içeriğini bilmeden konuştuğumuzu, kendisine haksız yere bölücülük damgası vurmaya çalıştığımızı ve ihanete varan suçlamalarda bulunduğumuzu söylemesi, bundan şikayetçi olması ciddiye alınmayacak boş sözlerdir. Başbakan, Anayasal suç işlemeye tam teşebbüs halindedir. Bu demagojilerle kendisini kurtaramayacaktır. Türkiye’nin başına bela etmeye çalıştığı bu yıkım projesinin içeriğini ve kapsamını anlamak için kahin olmaya ihtiyaç yoktur. Sayın Basın Mensupları Başbakan’ın yıkım projesinde, PKK’nın taleplerinin zamana yayılarak ve kademeli olarak karşılanacağı bir sürecin demokratikleşme adı altında başlatılması öngörülmektedir. Bu talepler, niteliklerine ve fiiliyata geçirilmeleri için gerekli işlem ve tasarruflara göre üç gruba ayrılarak, kısa-orta ve uzun vadeye yayılan bir takvim ve yol haritasına göre taksit taksit karşılanacaktır. Başbakan’ın “paket ve eylem planı yok, süreç var” söylemi bunun bir ifadesi olarak görülmelidir. Bu sürecin birinci aşamasında “iyi niyet adımları” ve “güvenin tesisine yönelik önlemler” adı altında bir dizi idari düzenleme yapılacağı anlaşılmaktadır. Bu ilk adımların, bölücülük gündeminin dahi ileri aşamalarına geçiş sürecinde Türk toplumunu yavaş yavaş alıştırmak fonksiyonu olacaktır. Başbakan’ın “sürecin hazmettire hazmettire ilerletileceği” sözleri, bu ilk adımlarının tatlandırıcı ve hazım ilacı olarak düşünüldüğünü göstermektedir. Bunlar büyük ölçüde idari karar ve tasarruflarla hayata geçirilecek, AKP’nin kontrolu altındaki bazı devlet kurumları da bu amaçla payanda olarak kullanılacaktır. YÖK ve RTÜK bu süreçte kendilerine biçilen rolün gereği olarak esasen sahneye çıkmıştır.
Bu kapsamda; - Kürtçe’nin eğitim sistemine üniversitelerden başlanarak sokulması, - Kürtçe eğitim verecek kadroların yetiştirileceği Kürt dili ve edebiyatı bölümleri ile enstitülerinin kurulması, - Bu dilin Yüksek Öğretimde seçmeli ders olmasının alt yapısının hazırlanması, - Özel kurs ve televizyon yayınlarının denetimsiz ve serbestçe yapılmasının sağlanması, - Pilot bölgelerden başlanarak Kürtçe bilen kamu personeli istihdamı, - Bazı belediyeler ve kamu kuruluşlarında iki dilli kamu hizmeti uygulaması başlatılması, bu konuda ilk planda hayata geçirilecek önlemler arasındadır. AKP iktidarı döneminde TRT-6 ile özel dil kursu ve yayınlar konularında yapılan düzenlemeler bilinmektedir. Şimdi atılacak bu adımlar, önceden yapılanları tamamlayacak ve daha ileri aşamaya taşıyacaktır. Böylece Kürt açılımı çerçevesinde daha sonra gündeme getirilecek düzenlemeler için bir sıçrama tahtası oluşturulacaktır.
- Yerleşim birimlerinin eski isimlerinin iadesi. - Geçici köy koruculuğu sisteminin tedricen tasfiyesi sürecinin başlatılması. - İmralı canisinin tecrit koşullarının iyileştirilmesi.
Başbakan’ın Türkiye’nin milli kimliğinden derin bir rahatsızlık duyduğu, bu kimlik takıntısını saklama gereği dahi görmediği beyanlarıyla sabittir. Türk milli kimliğini adeta utanılacak sakıncalı bir kimlik olarak gören Başbakan’ın, Türk milletine yeni bir kimlik bulması için Anayasa değişikliği gerekecektir. Bu konu son aşamada gündeme getirilecektir. Açılımın ilk safhasında Türk kelimesine karşı bir temizleme kampanyası başlatılması beklenmektedir. İlk planda “günah keçisi” olarak ilan edilen, büyük Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesinin hedef alınacağı anlaşılmıştır. Başbakan Erdoğan’ın Cumhuriyetin kuruluşunda esas alınan kaynaştırıcı millet anlayışının bu veciz ifadesinden rahatsızlık duyduğu, bunu bir ayrımcılık ve dışlama olarak görme gafletine düştüğü bilinmektedir. Uzun yıllardır beklediği bu fırsat şimdi eline geçmiştir. Bunu nasıl hayata geçireceği ibretle izlenecektir. - Bu kapsamda, içinde Türk sözü geçen ilköğretim öğrenci andının akıbetinin ne olacağı da yaşanacak gelişmelerle anlaşılacaktır. AKP’nin yıkım projesinin orta vadeli ikinci aşamasında, yasal düzenleme gerektiren konuların Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilmesi planlanmaktadır. - Bu kapsamda Kürtçe’nin siyasi iletişim dili olması ve siyasi parti faaliyetlerinde yasal olarak kullanılması öncelikli konu olarak öne çıkmaktadır. AKP’nin bu amaçla Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkındaki Kanun ile Siyasi Partiler Kanunun’da yer alan kısıtlamaları kaldırmayı öngördüğü anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda şu üç konu öne çıkmaktadır. - Milli kimlik tanımının değiştirilerek Anayasal vatandaşlık kavramının üst kimlik olarak Anayasa’da ifadesini bulması. - Kürtçe eğitimin önünü açacak Anayasal zemin oluşturulması. - Yerinden yönetim kisvesi altında Türkiye’nin adı konmamış fiili bir eyaletler sistemine geçişinin siyasi ve hukuki altyapısının hazırlanması. Bu üç konunun PKK ve etnik bölücülerin öncelikli talep ve hedefleri olduğu ortadadır. İmralı canisinin “demokratik cumhuriyet” çözümünün de bu temellere dayandığı çok iyi bilinmektedir. AKP hükümetinin bu konularda ne yapmak istediğini anlamak için 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrası hazırlattığı Anayasa değişikliği paketinin ilgili hükümlerine bakılması yeterli olacaktır. Başbakan’ın müsait bir zemin ve ortam bulamadığı için gündeme resmen getiremediği bu pakette bu üç konuda Anayasa değişikliği yapılması öngörülmüştür. Değerli Basın Mensupları, Eli kanlı teröristlerin affedilmesi konusu Başbakan’ın yıkım projesinde kilit önem taşımaktadır. Türk milletine hazmettire hazmettire içirilecek zehirli ilacın en hassas unsurlarından birisi budur. Başbakan eli kanlı katilleri bir şekilde affederek ödüllendirmede kararlıdır. Ancak, genel af çıkarmaya gücü ve cesareti yetmeyecektir. Bu nedenle fiili uygulamalarla özel ve örtülü af formülleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
- İlk planda alt düzeydeki terör unsurlarının kuzey Irak’taki Mahmur kampı üzerinden cezai takibata uğramadan Türkiye’ye getirilmesinin sağlanmasına çalışıldığı, - Bunun yanı sıra, Türk Ceza Kanunu’nun etkin pişmanlık konusundaki 221.ci maddesinde dağdan inişleri özendirecek bazı esneklikler yapılmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Başbakan’ın 2007 seçimleri sonrası dönemde bu maddenin yetersiz olduğunu, bunun cazip kılınması için esnetilmesi ve kapsamının genişletilmesi gerektiğini dile getirdiği hatırlanacaktır. Şimdi bunun gereğinin yapılmasına çalışılmaktadır. - Terör örgütünün sözde yönetici kadrosunun Türkiye’nin rızası ve onayıyla siyasi mülteci olarak üçüncü bir ülkeye gönderilmesi, bunlardan arzu edenlerin kuzey Irak’ta kalmaları için düzenlemeler yapılması da bu kapsamda üzerinde çalışılan diğer hususlardır. Kürt açılımının “insani ve vicdani sorumluluğu olduğunu” ifade eden Başbakan Erdoğan, elinde bebek ve şehit kanı olan bu canileri affederek bu sorumluluğunun icabını yerine getirecektir.
Başbakan sıkıştığı zaman paravan olarak kullandığı “tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak” söylemine yeniden sarılmıştır. Bu süreci “bu anlayışla sürdüreceğini, üniter yapı üzerinde spekülasyonlara izin vermeyeceklerini” söylemesi bunun çarpıcı bir örneği olmuştur. AKP yöneticilerinin Anayasa’nın 3.cü maddesinde ifadesini bulan Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkelerine bağlı olduklarını ve devletin resmi dili ve eğitim dilinin Türkçe olduğunun tartışılmayacağını söylemeleri de bu riyakarlığın diğer tezahürleridir. Başbakan, bir taraftan bunları söylemekte, öbür yandan bu ilkeleri sulandıracak ve temellerini sarsacak adımları demokratikleşme ambalajı içinde atmaya hazırlanmaktadır. Bu ilke ve esasların içinin boşaltılması, arkasından dolaşılarak anlamsız kılınmasına çalışılması Anayasa ihlalidir. Bu ilkelerin içi boş bir slogan olarak kullanılması ve kavramların soysuzlaştırılması siyasi riyakarlığın zirvesidir. Gerçek niyetlerini saklayarak Türkiye’nin milli kimliğini ve kuruluş ilkelerini tasfiye etmeye hazırlanan Başbakan’ın yaptığı da budur. Son günlerde devletin kuruluş ilkelerinin geçerliliğinin sorgulanması, milli devletin dayandığı esasların modası geçmiş kavramlar olarak karalanması ve bölücü amaçlara hizmet edecek şekilde yeniden yorumlanmaya çalışılması, Anayasa dışı bu ihanet projesine zorlama zemin arayışları olarak görülmelidir. Bu amaçla başlatılan tartışmalarda, Anayasa’nın değiştirilemez, değişmesi dahi teklif edilemez hükümlerinin değiştirilebileceğinin de gündeme getirilmesi, tezgahlanan oyunun gerçek hüviyetini ortaya koymaktadır.
- Başbakan’ın AKP’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinden aldığı oyları kendisini savunma aracı olarak kullanması ibret ve hayret vericidir. Başbakan bölge halkının bu soruna çözüm bulması için kendisine yetki verdiğini söylemekte ve bu nedenle özel sorumluluğu olduğunu iddia etmektedir. Bu sakat mantık kendisi bakımından hazin bir durumdur. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı bu sözleriyle kendisine oy verenlerin Türkiye’nin bölünmesini istediğini söylemekte, aldığı oyları da bölücülük ruhsatı olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. - Başbakan ayrıca AKP’nin Türkiye’nin her bölgesinden oy aldığını, bu nedenle Türkiye partisi olduğunu söyleyerek bizlerin bölgede neden olmadığımızı polemik konusu yaparak yıkım projesini savunmak telaşına düşmüştür. Başbakan katıldığı bütün seçimlerde çok maskeli siyaset yapmış, Diyarbakır’da bölücü hevesleri okşamış, Orta Anadolu’da sahte milliyetçilik rolüne soyunmuştur. Ancak şimdi oyun bitmiş, yolun sonuna gelinmiştir. Başbakan’ın maskeleri teker teker düşmekte, arkasındaki gerçek yüz, siyasi kimlik ve zihniyet gün ışığına çıkmaktadır. Kürt açılımı bu konuda turnosol kağıdı olmuştur. Değerli Basın Mensupları Milliyetçi Hareket Partisinin Türkiye’nin milli birliğinin temelleri konusundaki görüşleri ve hassasiyetleri çok iyi bilinmektedir. Başbakan’ın yıkım projesine ilişkin düşüncelerimiz de bütün yönleriyle aziz milletimizle paylaşılmıştır.
Türk milleti kavramı birleştirici ve kaynaştırıcı bir oluşumdur. Milliyetçi Hareket, kimsenin etnik kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen, bunları sorgulamayan, Türk milleti kimliğinde birleşerek millet olgusuna birlikte vücut veren bütün vatandaşlarımızı bir bütün olarak kucaklayan bir anlayışın temsilcisidir. “Adımız bir, anımız bir, acımız bir” söylemimizin temsil ettiği anlam da budur. Milleti oluşturan temel unsur kan bağı değildir. Kültür ve duygularda ortaklıktır. Türk milliyetçiliği anlayışımız da buna dayanmaktadır. Cumhuriyetin kuruluşunda farklı etnik kökenleri olan Türk vatandaşları gönüllü ve bilinçli olarak Türk milleti kimliğinde birleşmişler ve bu olguya ortaklaşa vücut vermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, millet bilinciyle devleti kuran Türk milletinin eşit ve onurlu bireylerdir. Devletin milli varlılığının temeli, bu milli şuur ve milli birlik ruhudur. Asırlar süren birlikteliğin harcını kardığı kaynaşmış millet yapısı şimdi yıkılmak istenmektedir. Etnik köken farklılıklarının yabancılaştırma ve ayrıştırma gerekçesi olarak görülmesi ve bunun ayrı bir millet oluşturulması için hareket noktası olması hiçbir şekilde savunulamayacaktır. Farklılıkların bir kırılma hattı olarak derinleştirilmesi ve bunların siyasi ve hukuki statü altında kurumsal hale getirilmesinin bir bölünme reçetesi olduğu açıktır. Demokrasinin böyle bir süreçte ayrıştırmanın temel dinamiği ve bölünme aracı olarak kullanılmasının garabeti de ortadadır. Herkes çok iyi bilmelidir ki ayrıştırma çatışmayı, çatışma da bölünmeyi ve parçalanmayı beraberinde getirecektir. Bu durumda Türkiye’nin milli birliği ölümcül yara alacak, bir kardeş kavgası kaçınılmaz hale gelecektir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin endişesinin nedeni budur. Etnik köken farklılıklarına dayanarak milli birliğin temellerini yıkmak, devletin varlığına ve milletin birliğine kastetmek demektir. Bu da ihanetle eş değerdedir. Bunu amaçlayan Kürt açılımın ihanet projesi olduğunu söylemek, bu bakımdan somut temellere dayanan objektif bir durum tespitidir. Bundan rahatsız olan Başbakan’ın yapması gereken matematik ilmini ve sosyolojik tespitleri bırakıp Anayasaya bakması ve bölünmez bütünlük aleyhine fiillerinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmasıdır. İhanetin tanımı burada aranacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin milli kimlik, devletin kuruluş esasları ve milli birlik konularında nerede durduğu açıktır. Bu temel değerlerin yıkılmasını amaçlayan ihanet projelerine katkıda bulunmamızı beklemek, bu süreçlerin bir kenarında ve köşesinde elimizi taşın altına sokacağımızı düşünmek, Başbakan’dan bile beklenmeyecek bir akıl tutulması olacaktır. Milliyetçi Hareketin, Başbakan Erdoğan’ın kurduğu bölünme modelleri borsasında piyasaya süreceği bölünme ve parçalanma reçetesi yoktur. Terörle mücadeleyi demokrasi dışı çözüm yöntemi olarak karalayan, buna karşılık teröre teslim olmayı demokratikleşme ambalajıyla pazarlayanların bunu çok iyi anlaması gerekmektedir. Milliyetçi Hareket Türkiye’nin milli birliği ve bütünlüğü dışında kalan hiçbir projenin içinde, yanında ve arkasında olmayacaktır. Türk milletinin milli birliği, kardeşliği ve dayanışmasını yıkmak için yola çıkanlarla da sonuna kadar mücadele edecek, her ne pahasına olursa olsun bu ihanet çemberini mutlaka kıracaktır. Başbakan Erdoğan’a uyarımız, Türk milletinin milli varlığına kastedilmesini hiçbir zaman hazmetmeyeceğini ve bunun karşılıksız kalmayacağını vakit çok geç olmadan anlamasıdır. Sayın Basın Mensupları Değerli Dava Arkadaşlarım Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Ekim’de başlayacak yeni yasama yılına çok ağır bir siyasi ve toplumsal gerilim ortamında girilmektedir. Siyasi iktidar bu konuyu Meclis gündemine getirerek tartışmaya açacağını ilan etmiştir. Konu Meclis’in önüne geldiğinde aziz milletimiz bu hayati konuda herkesin ne düşündüğünü, nerede durduğunu bütün açıklığıyla görmek imkanına kavuşacaktır. Başbakan Erdoğan’ın klişe sloganların gölgesinde ve kapalı kapılar arkasında yıkım projesi tezgahlamak imkanı artık kalmamıştır. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’ndaki görüşmelerin açık mı, kapalı mı yapılması tartışmalarının artık geride kaldığını ümit ediyoruz. İlk önce kapalı oturum yapılmasını isteyen Başbakan’ın, şimdi gönülsüz de olsa açık oturumu kabul etmek çizgisine gelmesi yine de olumlu bir gelişme olmuştur. Başbakan, Meclis huzurunda Türk milletine neyi hazmettirmeyi planladığını dürüst ve namuslu olarak açıklayacaktır. Bu süreçte;
AKP yöneticilerinin Meclis oturumunun açık olması halinde her şeyin konuşulamayacağını söyleyerek bundan kurtulmak için şimdiden manevra yapmaya başlamaları beyhudedir. Kürt açılımının arka planı, kimlere ne sözler verildiği ve angaje olunduğu, bu süreçte kimlerle pazarlık yapıldığı Başbakana her hal ve karda sorulacaktır. Bu hesaplaşmadan kaçması, gizli oturum olmadığı için konuşmayarak sütre gerisine saklanması halinde, Türk milleti bu ihanet süreci ve yıkım projesinin ne olduğunu bütün çıplaklığıyla anlayacak ve bunun taşeronları, figüranları ve maşaları hakkında vicdanında gereken hükmü verecektir. Başbakan ve açılım yoldaşları da bu hükmün altından kalkamayacaktır. Hepinizi en samimi duygularla, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
|