Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Milliyetçi Hareket Partisi, Türk Milliyetçiliği fikriyatı üzerinde, refah, huzur, kalkınma, güvenlik ve kardeşliği ilke edinerek 8-9 Şubat 1969 yılında Türk siyasal hayatına girmiş saygın bir siyaset kurumu, okulu ve ekolüdür. Millet hizmetinde sürdürdüğü bu kırk yıllık uzun yolculuk 8 Kasım 2009 tarihinde yapılacak "Sonsuza Kadar 'Var ol' Türkiye" 9.Olağan Büyük Kurultayı ile taçlanacaktır. Kurultayımızın, milletimiz ve siyasetimiz için anlamını daha iyi yorumlayabilmenin yolu, ülkemizin içinde bulunduğu ağır şartların ve olayların analizinden geçecektir. Bugün Türkiye, AKP hükümetiyle her geçen gün öncekinden daha vahim gelişmelere açık, gerilim, çatışma ve kavga ortamına biraz daha sürüklenmektedir. Özellikle son dönemde yaşanan gelişmeler, merkezinde kanlı terör örgütünün siyasallaşmasının bulunduğu bir senaryonun Türkiye'ye dayatılmasında son aşamaya gelindiğinin işaretlerini vermeye başlamıştır. Etnik bölücülüğün hukuki zemin kazanması için tepkilerin azaltılması ve uygun altyapının hazırlanması çalışmaları, sözde dağdan indirme ve barışı sağlama adı altında artık iyice netleşmeye başlamıştır.
Türkiye üzerinde sahnelenmek istenen bu oyunun nihai hedefi, tek millet ve tek devlet esasına dayanan Türkiye Cumhuriyeti'nin milli birlik, bölünmez bütünlük ve milli egemenlik anlayışının yeniden tanımlanması ve çok kimlikli, çok milletli parçalı bir devlet yapısının kabul edilmesidir. AKP zihniyetinin geride kalan yedi uzun yıldaki uygulamaları ve söylemleri, devletimizi ve milletimizi Cumhuriyet tarihinin en büyük problemleri ile karşı karşıya bırakmıştır. Yanlış kurguladığı siyasetin batağına sürüklenen hükümetin bugün hiçbir milli meselede direnme ve dayanma imkânı kalmamıştır. Başbakan ve hükümeti, tavizkar anlayışının eseri ve sonucundan doğan küresel bir dayatma kampanyasının mahkûmu haline gelmiştir. Ermenistan’la tek taraflı ilişkiler, Kıbrıs’ın Avrupa ipoteğine ve Rum insafına bağlanması, Avrupa birliği ile ilişkilerin sanal sürece sokulması, Irak ve Peşmerge ile boyun eğerek sürdürülen onursuz münasebetler, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve statüsü gibi temel meseleler girilen çıkmaz sokağın başlıca teslimiyet istasyonlarıdır. Israrla sürdürülmeye çalışılan gayri milli politikalar ülkemizi bir uçurumun kenarına kadar getirmiştir. Ve en tehlikeli olanı, bin yılın köklü ve derin kardeşliğine dayanan sosyal, siyasal ve kültürel mutabakatın yerine öfke ve kuşkuların yer aldığı tehlikeli bir çatışma sürecinin önümüze konulmuş olmasıdır. Bunlara ilave olarak yaşanan ağır ekonomik kriz de hükümeti küresel güçlere tam bir teslimiyete itmiş, dayatma listeleri Başbakanın önüne konulmuştur. Direnme imkânını tamamen kaybeden hükümeti fırsat olarak gören, yerli ve yabancı mihraklar milletimiz için sakladıkları ertelenmiş niyetlerini ve taleplerini ardı ardına sıralamaya başlamışlardır. Milletimizin artık tartışmaların da ötesinde, hükümetin uygulamalarına yakından yaşayarak şahit olduğu bütün gelişmeler, aslında yıllardır Milliyetçi Hareket Partisi tarafından dile getirilen uyarıların ve öngörülerin artık kamuoyu tarafından da anlaşılmaya başlandığını işaret etmektedir. Türkiye, özellikle son aylar içinde, tarihinde yaşamadığı bir teslimiyet ve zafiyet göstermiş, aziz milletimizin mukaddesatımızı asırlardır taşıyan yüksek vicdanı hükümet eliyle ağır yara almış ve derinden hırpalanmıştır. Bilindiği gibi, Başbakan Erdoğan’ın sözde “Kürt açılımı” etiketiyle gündeme getirdiği “Yıkım Projesi”nin söylemden eyleme geçmesinin ilk adımı geçtiğimiz hafta atılmıştır. İmralı canisi ile kol kola giren Başbakan Türkiye’nin milli birliğinin temellerine ilk darbeyi Habur’da vurmuştur. PKK kontrolündeki Mahmur kampından ve terör örgütünün Kandil kadrosundan 34 kişinin Türkiye’ye gelmesi ve sonrası yaşanan gelişmeler, Türk milletini derinden sarsmıştır. Başbakan Erdoğan’ın yol haritasının ilk aşamasında yaşanan bu rezaletlerin siyasi ve hukuki sonuçları ve yansımaları olması kaçınılmazdır. Başta Başbakan, ilgili Bakanlar ve buna alet olan her kademedeki bütün görevliler olmak üzere bu hain senaryoda sorumluluğu olan herkes, Türkiye bir hukuk devletiyse zamanı geldiğinde mutlaka hesap vereceklerdir. Bu süreçte yaşananların siyasi, ahlaki ve hukuki sakatlıkları konusunda özellikle şu hususların kayda geçirilmesi, Türk adaleti önünde görülecek hesabın çerçevesini belirlemek bakımından önem taşımaktadır. İhanet kafilesinin Türkiye’ye gelişi sırasında bölgede devlet otoritesi felce uğramış, yerini kin, nefret ve husumet gösterileriyle devlete meydan okuyan terör örgütü ve maşalarına bırakmıştır. Hükümet ve devlet görevlileri bu ihanet resmi geçidine nezaret etmiş, bunu adata bir devlet törenine dönüştürmüştür. Bu vesileyle Başbakan’ın teröristlere örtülü af projesinin fiilen hayata geçirilmesinin ilk provası yapılmış, teröristlerin gururunun rencide edilmemesi adına, Türkiye Cumhuriyeti devletinin onuru ve haysiyeti ayaklar altına alınmıştır. Bu süreçte hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çiğnenmiş, Anayasa ve kanunlar çöpe atılmıştır. AKP hükümetinin talimatıyla “teröriste özel imtiyazlı uygulama” yapılmış, “terörü koruma içtihadı” oluşturulmuş ve “Kandil dokunulmazlığı” getirilmiştir. Başbakan Erdoğan’ın bu alçak tabloyu “son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğünü” açıklaması ve İçişleri Bakanı’nın da “bunun demokratik açılımın yeni bir safhası olduğunu” ilan etmesi, AKP hükümetinin gerçek niyetlerini göstermesi bakımından önemle not edilmelidir. Başbakan’ın bu rezaletin davet ettiği toplumsal tepkiler karşısında Avrupa’dan gelecek ikinci ihanet kafilesinin gelişini ertelemesi, sadece taktik bir zamanlama ayarlamasıdır. Başbakan, terör örgütüyle yürüttüğü pazarlık ve müzakerelerde mutabık kalınan çerçevenin dışına çıkılması nedeniyle öfkelenmiştir. Bu yıkım projesini Türk milletine hazmettire hazmettire dayatma planlarının aksadığını düşünen Başbakan, şimdi zaman kazanarak tepkilerin dinmesini beklemektedir. Türk milletinin öfkeyle şahit olduğu bu gelişmelerle sis perdesi aralanmış ve resmin parçaları birer birer yerine oturmaya başlamıştır. Bu ihanet projesinin amaçları, hedefleri ve yol haritası ile Başbakan’ın gerçek niyetleri olanca çirkinliğiyle ortaya çıkmıştır. Bütün unsurları ve uygulama aşamalarıyla önceden belirlenen bu senaryo aziz milletimiz tarafından çok iyi görülmeli ve anlaşılmalıdır. Türkiye’nin kaderi üzerinde oynanan oyunların ve bunun aktörlerinin çok iyi teşhis edilmesi bugün gelinen noktada hayati önem taşımaktadır. Başbakan’ın ne pahasına olursa olsun geri dönmeyeceğini açıkladığı bu ihanet senaryolarının satırbaşları şunladır: AKP hükümeti İmralı canisi ve terör örgütünün Kandil’deki elebaşlarıyla aracılı bir pazarlık süreci başlatmıştır. İlk terör kafilesinin Türkiye’ye gelişi ve haklarında hiçbir adli kovuşturma yapılmadan girişleri bu pazarlığın bir parçasıdır. İmralı canisinin sözde “yol haritası” Başbakan’ın elindedir. Bu sürecin ilerletilmesinde İmralı’nın yol haritası ile Başbakan’ın “oyun planı” koordine edilmekte, imkânlar ölçüsünde uyumlaştırılmasına çalışılmaktadır. Terör örgütünü perde arkasında meşru muhatap kabul eden AKP hükümeti, bu süreçte karşılıklı olarak atılacak adımların niteliğini ve zamanlamasını bir takvime bağlamayı amaçlamaktadır. Kandil’deki terör elebaşları ilk kafileyi göndererek kendilerinin bir açılım yaptığını, şimdi bu pazarlık sürecinin ileri aşamalarına geçilmesi için AKP’nin adım atmasını beklediklerini açıklamışlardır. Bu beyanlar, karşılıklı adımlarla hayata geçirilecek projenin uygulama takviminin müzakere edildiğini göstermektedir. Türkiye’ye gelen ilk terörist kafilesinin “numune olduğu ve test amaçlı geldikleri” terör elebaşlarının aynı gün yaptığı açıklamalarla ortaya konulmuştur. Bu kafilenin teslim olmak için değil, PKK’nın siyasi çözüm anlayışı konusunda temaslarda bulunmak ve lobi yapmak için geldiğini, bu amaçla beraberlerindeki mektupları sınırda kendilerini karşılayan mülki yetkiliye verdikleri de açıklanmıştır. İmralı canisinin birkaç gün önce PKK yayın organlarında yayınlanan sözde yol haritasının da bu yaklaşım üzerine bina edildiği açığa çıkmıştır. Başbakan’ın ilk kafilenin karşılanması sırasındaki gösteriler karşısında “güven bunalımı oluştu, böyle devam ederse başa döneriz” sözleri, terör örgütü ile yapılan pazarlıkların açık bir itirafı olmuştur. Başbakan Erdoğan bu sözleriyle PKK ile güvene dayalı bir ilişki kurduğunu, bu zeminde bir mutabakata varıldığını kabul etmiş, ancak bunun dışına çıkılması nedeniyle bu anlaşmayı geçici olarak askıya alındığını söyleyerek terör örgütüne sorumluluklarını hatırlatmıştır. Terör örgütü ile güvene dayalı bir ilişki kurabilen bu Başbakan portesi çok iyi anlaşılmalıdır. Türkiye’nin karşısındaki ihanet tablosu maalesef budur. Teröristlerin barış elçisi, İmralı canisinin mihmandarı ve Başbakan’ın taşeronu olduğu bu “Yıkım Projesi” bu niteliğiyle bir ihanet projesidir. Bu ihanetin artık farkına varan ve mukaddesatı sorgulanan milletimiz şehitlerine, gazilerine ve hatırlarına sahip çıkmak üzere ayağa kalkmıştır. Hukukun teröriste göre şekil değiştirdiği, mahallinde portatif mahkemelerin kurulduğu, teröristin kahraman gibi karşılandığı görüntüler milletimizde haklı infial uyandırmıştır. Sınırdan giriş yaparken, üzerlerinde taşıdıkları örgüt paçavralarıyla, barış gönüllüsü olarak takdim edilen ve hükümet nezdinde de öyle kabul gördüğü anlaşılan eli kanlı canilere yapılan hükümet teşrifatı milletimizde kapanmayacak yaralar açmıştır. Her bedeli ödemeye hazır olduğunu söyleyen Başbakan, son tepkiler üzerine geri adım atmış, yeni yığınaklara hazırlık yapmak için açılım denen yıkım sürecine mola vermek durumunda kalmıştır. AKP zihniyetinin “PKK açılımı” kapsamındaki teslim törenlerinin milletimizdeki infialini durdurmak için yürüttüğü kafa karıştırıcı oyunları ve yıllardır kullanmaya çalıştığı karartma ve sıyrılma senaryolarını da artık öğrenmiştir. Bu açıdan, demokrasiye yönelik tehditleri hukuken sonuçlandırmayan, üzerine gitmeyen, sorumluları ortaya çıkarmaktan ısrarla kaçınan AKP zihniyetinin, siyasete dışarıdan müdahale arayışlarını sakladığı sandıktan çıkarıp yeniden ısıtması gündem değiştirme vasıtası olarak görülmelidir. Eğer Başbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde olduğu iddia edilen demokrasiye ve siyasete müdahale hazırlıkları konusunda düşüncelerinde samimi ise, konunun vahametine ve ciddiyetine bağlı olarak adalet hızla işletilmeli ve hükümet bir an önce gereğini yapmalıdır. Siyasetin alternatifi mutlaka siyaset olmalı, kendinde güç ve akıl vehmedenlerin demokrasi dışı arayışları, kirli oyunları ve dayatmaları acilen soruşturulmalı ve sonuçlandırılmalıdır. Adaletin tecellisine ve kararlarına herkes katlanmalı, hangi seviyede ve kim olursa olsun sorumlularına hadleri bildirilerek, bütün gerçeklerin bir an önce ortaya çıkması sağlanmalıdır. Ve bütün bunlar tamamen hukuk içinde kalınarak çözülürken, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yıpratılmasından, karalanmasından ısrarla kaçınılmalı, bu temel milli kurumun kahramanca yürüttüğü vatan görevi sekteye uğratılmamalıdır. Türkiye geçtiğimiz asırlardan beri siyasetin ve demokrasinin sırtında kambur olan bu ilkel anlayıştan mutlaka kurtulmalıdır. AKP zihniyeti de bir an önce soruşturmaları sonuçlandıracak tedbirleri almalı ve konu sıkıştığı yerde devreye sokacak bir oyalama ve göz boyama vasıtası olmaktan çıkartılmalıdır. Bu konuda partimiz ihtiyaç duyulacak bütün desteği vermeye hazır ve kararlıdır. Ne var ki, dikkatleri başka noktalara çeken bu gelişmeye rağmen, AKP hükümetinin yıllardır süren tahrikleriyle kırılgan hale gelen milli kardeşlik duyguları en küçük bir kıvılcımla patlayacak, büyük ve vahim olaylara neden olacak gerilimleri yeterince biriktirmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, ülkemizin bütün meselelerinde bu derece ağır sorunlar yaşamaya başladığı, daha vahim gelişmelerin beklendiği böylesi bir karanlık ortamda 9. Olağan Kurultayını gerçekleştirecektir. Kurultayımız ülkemizin bekasına yönelik duyduğu kaygıların bir sonucu olarak “Sonsuza Kadar ‘Var ol’ Türkiye” inancının ve kararlılığının vurgulandığı bir toplantı olacaktır. Demokratik siyasi hayatın gerekleri ve icapları bu süreçte de işleyecektir. Bu kutlu toplantı, üzerine titrediğimiz birlik ve beraberliğin ısrarını ve kararını vurgulayan “Bin Yıllık Kardeşliği ‘Yaşa’ ve ‘Yaşat’ ” mesajıyla önümüzdeki dönemde ülke çapında yapmayı planladığımız açık hava toplantılarının da başlatılması anlamını taşıyacaktır. Türkiye’mizin ağırlaşan siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamına çözüm üretecek, ümit olacak ve milletimizin elinden tutacak bir siyaset misyonu için mensuplarımız yönetici kadrolarını belirleyecektir. Bu kapsamda olmak üzere, 27-28 Ekim 2009 tarihlerinde Merkez Yönetim Kurulu üyelerimiz, Milletvekillerimiz ve İl başkanlarımız ile Kızılcahamam’da özel gündemli toplantılar yapılmıştır. Bu toplantılarda;
Toplantılar sonucunda; Merkez Yönetim Kurulu Üyelerimizin, Milletvekillerimizin ve İl Başkanlarımızın görüş birliğine vardıkları ve üzerinde mutabakat sağladıkları kararlar şunlardır. 1. Cumhuriyetimizin 86. yılını kutlamaya hazırlandığımız bugünlerde, kurucu ilkelerimiz ve temel değerlerimiz işbaşındaki hükümet tarafından tehlikelere maruz bırakılmıştır. 2. İç ve dış gelişmeler milletimizin huzuru, refahı ve birliği yönünde ciddi tehlikelerin yaklaşmakta olduğunu işaret etmektedir. Karşımızdaki en büyük tehlike bin yıldır milli kültürün etrafında oluşturduğumuz kardeşlik hukukunun ve milli kimliğin çözülmesidir. Bu tehlike milli devletin ve üniter yapının ortadan kalkmasına neden olacak yıkılma dinamiklerini içinde taşımaktadır. 3. Hükümetin “PKK açılımı” tam bir teslimiyete dönüşmüş ve Başbakan Erdoğan’ın gerçek yüzü kamuoyu tarafından görülmüştür. Sürecin sonunda yaşanan gerçekler, partimizin milli kimlik ve kardeşlik için verdiği mücadelenin haklılığını ve doğruluğunu ortaya çıkarmıştır. 4. Hükümetin çatışmacı, dışlayıcı ve kutuplaştırıcı siyaset anlayışı toplumda öfkeye ve umutsuzluğa neden olmaktadır. Türkiye’mizin yaşadığı ağır buhranın sorumlusu AKP hükümetleridir. 5. Türkiye’nin hiçbir meselesi bu ağır tabloya rağmen çözülemez değildir. Her sorunun çaresi ve çıkış yolu vardır. Ancak, ülkemizin önünün açılması, AKP zihniyetinin teslimiyetçi anlayışından ve kadrolarından milletimizin bir an önce kurtulmasına bağlıdır. 6. Önümüzdeki süreç milletimizin bütün göz boyama ve kafa karıştırma çabalarına rağmen gerçekleri görmeye başladığını işaret etmektedir. Bu umut verici uyanış, milletimizi içine düştüğü kısır döngüden kurtarmaya talip, huzura ve refaha kavuşturmayı sağlayacak olan Milliyetçi Harekete ve kadrolarına olan teveccühü artırmaktadır. 7. Partimiz yeni dönemde milletimizin geleceği açısından tarihin kendisine yüklediği sorumluluğun farkında ve şuurundadır. Türkiye’nin ve insanlığın bütün meselelerine ilişkin görüşü, yorumu ve değerlendirmesi vardır ve çözüm için hazırdır. 8. Milliyetçi Hareket,
9. Milliyetçi Hareket, bu kutlu değerleri ve kutsal emanetleri muhafaza etmeye yeminlidir. Her yönetim kademesindeki mensupları arasında bu ilke ve hedeflere ulaşılması konusunda tam bir uzlaşma ve kararlılık vardır. Partimiz, üzerine düşen görevleri, milletimizin esenliği için kendisinden beklenen duruşu ve tepkileri bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yapacak inanca ve ülkülere sahiptir. İnancımız odur ki, Cenab-ı Allah, Türkiye’yi ve Büyük Türk Milletini karşılıksız seven ve bu uğurda her çileye ve güçlüğe katlanmaya hazır olan Milliyetçi Hareketi iktidar yolunda mutlaka muzaffer kılacaktır. 10. Önümüzdeki 9. Olağan Kongre süreci, bu gerçeklere vakıf, yeni dönemin ağır gündemini taşıyacak, çözüm bekleyen sorunların farkında, önce ülkem ve milletim, sonra partim ve sonra ben diyen Türkiye Sevdalıları arasından yapılacak seçimin milletimize müjdesidir.
Kırk yıllık siyaset tecrübemiz, karşılıksız millet sevgimiz ve tarihe, ecdada ve kutlu değerlere olan bağlılığımız, her zorluğun aşılmasında en önemli dayanağımız ve çıkış noktamız olacaktır. Herkesi 8 Kasım 2009 tarihinde Ankara’da yapılacak olan "Sonsuza Kadar 'Var ol' Türkiye" 9.Olağan Büyük Kurultayı”na bir kez daha davet ediyor, yeni bir dönemin sevincini, ümidini ve inancını paylaşmaya çağırıyorum.
|