03.11.2009 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ'nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma
3 Kasım 2009

 

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, Milliyetçi Hareket Partisi, önümüzdeki hafta sonu 9. Olağan Büyük Kurultayı’nı gerçekleştirecektir.

Bu kongrede ve sonrasında şekillenecek siyasal tablonun, ağır sorunlar altında ezilen ülkemizin geleceğinde belirleyici olacağına inanıyorum.

Türkiye, Milliyetçi Hareket Partisi ile birlikte hak ettiği mevkiye yükselecek, milletimiz layık olduğu huzur, refah ve istikrara kavuşacaktır.

Büyük kurultayımız, mücadele azmimizin, kırk yıldır şerefle taşıdığımız ilkelerimizin, Türk milletine duyduğumuz bağlılığın bir kez daha teyidi olacaktır.

  • Güven ile kuşkunun,
  • Güvenlik ile korkunun,
  • İşbirliği ile çekişmenin,
  • Bağımsızlık ile teslimiyetin,
  • Taviz ile onurun,
  • Çıkarcılık ile fedakârlığın, alabildiğine çarpıştığı ülkemizde, aziz milletimiz, özlediği Türkiye’ye Milliyetçi Hareket Partisi kadrolarıyla kavuşacaktır. İnancımız bu yöndedir. Hedefimiz budur.

Kongremize adına veren “Sonsuza kadar “Var Ol” Türkiye “ ifadesi bu açıdan yalnızca bir temenni olarak kalmayacak, Türk milletinin ülkesi, devleti ve milletiyle ilelebet yaşamasının kararlılığını, inancını tüm dünyaya ilan edecektir.

Özellikle milli varlığımızın ağır tehlikelere maruz kaldığı son yıllarda böylesi bir karara ve kararlılığa olan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır. Çünkü,

  • Türkiye yeterince ayrışmaya maruz kalmıştır.
  • Milletimiz yeterince incinmiş ve kırılmıştır.
  • Bin yıllık kardeşliğimiz yeterince tahrip edilmiştir.
  • Ortalığa yeterince nifak saçılmıştır.

Bu bunalım içinde Milliyetçi Hareket; milletimizi esas alan büyük bir birlik birleşme mücadelesi vermektedir, verecektir.

Vatanımızı temel alan büyük bir kucaklaşma ve kaynaşma mücadelesi vermektedir. Vermeyi sürdürecektir.

Geçtiğimiz hafta sonu Kızılcahamam’da Milletvekillerimiz, Merkez Yürütme Kurulu Üyelerimiz ve İl Başkanlarımız ile yaptığımız toplantılarda da ana tema bu vurgu üzerinde olmuştur.

Sonsuza kadar var olmanın sırrı, gereği ve şartları açıktır ve ortadadır.

Kardeşliğin pekiştirilmesi, yoksulluğun bitirilmesi, tehditlerin bertaraf edilmesi, şahsiyetli bir politika izlenmesi, onurlu bir dış siyaset takibi, yolsuzlukların önlenmesi gibi temel meseleler bu sonsuzluğun anahtarlarıdır.

Ve Milliyetçi Hareket bugün millet ve devlet hayatımıza kambur olan bütün bu sorunları çözmek için yola çıkmaktadır.

Bu konuda, yeterli birikim ve tecrübemiz, donanımlı kadrolarımız, inançlı mensuplarımız, geleceğe yönelik stratejik öngörülerimiz vardır.

Milletimiz bize görev verdiği andan itibaren yapacaklarımızın hazırlıkları tamamdır.

Geride kalan yıllarda siyasetimizde sağduyunun, haysiyetli mücadelenin, milli meselelerde yüksek sorumluluğun, kardeşlik ve kucaklaşmanın adresi olan Milliyetçi Hareket, yeni dönemde de birliğin, beraberliğin, onurlu duruşun ve mücadelenin savunucusu olacaktır.

Bu vesile ile partimizi kırk yıllık yolculuğunda bugünlere ulaştıran Kurucu Genel Başkanımız ve Başbuğumuz olmak üzere bütün mensuplarımıza, dava arkadaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum. Bugün hayatta olmayanları rahmetle anıyorum.

Kongremizin partimize, demokrasimize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, aziz vatandaşlarımı 8 Kasım 2009 tarihinde yapılacak olan Kongremize davet ediyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Cumhuriyetimizin ilanının üzerinden 86 yılın geçtiği bu günlerde, kuruluşundan önceki dönemin bütün sorunlarının tekrar yaşandığı sancılı bir süreç ülkemizin yine karşısındadır.

Büyük bir inanç, şuur ve heyecanla girişilen istiklal mücadelesinin mükâfatı olan Cumhuriyetimizin temel değerleri maalesef bugün tehdit altındadır.

Türk milleti gerçeğine dayanan milli kimliğimiz, bu kimliğin üzerine şekillenmiş milli devlet yapımız üzerindeki riskler artmıştır.

  • Milletimizin bin yıllık kardeşliği bozulmak istenmektedir.
  • İkinci bir dilin resmiyete sokulması planlanmaktadır.
  • Terörle doğrudan müzakere yapılmaktadır.
  • Dağdaki canileri affetmenin yolları aranmaktadır.

Başbakan Erdoğan, bin yılda ağır bedeller ödenerek bugünlere ulaşmış Türk milletini; birbirinden kopmuş kabileler haline getirmek istemektedir.

Özgürlük, demokrasi, insan hakları ve eşitlik adına bütün milli değerler hayâsızca linç edilmektedir.

Kapanmamış tarihi hesaplar yeniden açılmakta, Türk milletine karşı ahlaksızca meydan okunmaktadır.

Türkiye tarihi günler yaşamaktadır.

  • Bir yanda, teröristler alkışlar arasında dağdan inmektedir, öte yanda milletimiz öfke ile ayağa kalkmaktadır.
  • Bir tarafta, hükümet teröristle pazarlık yapmaktadır, diğer yanda aziz şehitlerimizin yaraları bir kez daha kanatılmaktadır.
  • Bir tarafta, Başbakan bu rezaleti umut verici bulmaktadır, diğer tarafta gazilerimiz gözyaşı dökmektedir.

Ve elbette ki en önemlisi budur, bugünümüzü borçlu olduğumuz, yarınımızı ise borçlu olacağımız gazilerimiz, şehitlerimiz incitilmektedir.

Şehadetle, terörizm; vatan müdafası ile kanlı eylemler, gazi ile terörist AKP zihniyeti tarafından aynı kefeye konulmaktadır.

Başbakan Erdoğan zemzem ile zehiri karıştırmaya çalışmaktadır.

Geçtiğimiz hafta resmi törenlerle sınırdan geçen teröristlere hükümetin yaptığı teşrifat milletimizi haklı olarak derinden yaralamıştır.

Yıllardır evinden, mahallesinden, beldesinden terörle mücadele için şehit veren, gazi çıkaran, asker uğurlayan milyonlarca vatandaşımız sokağa çıkmıştır.

Derdini dinleyecek, kendisini karşılayacak, gözyaşını dökecek hükümet temsilcisi ve devlet yöneticisi aramaktadır.

Ne var ki, hükümetin memurlarınca terörist kucaklarken gösterilen nezaket, bu ruhları yaralanmış insanlara gösterilmemiştir.

Devlet canilere teşrifatçı, şehit ailelerine ceberuttur.

Hükümet katillere kucaklayıcı, gazilere zorbadır.

Başbakan’a göre,

  • Terörü İmralı’dan yönetmek, Kandil’den desteklemek, teröristi alkışlamak demokratik hak ve fırsat;
  • Bayrağı yükseltmek, şehide sahip çıkmak, gaziyi kucaklamak kışkırtma ve tahriktir.

Bu emsali görülmemiş bir alçalma halidir ve bu leke başbakanın alnına silinmemek üzere çalınmıştır.

Tarih asla affetmeyecek, bu kara leke asla çıkmayacaktır.

Vatan görevine gitmiş eli kınalı yiğitlerle, millete zulüm etmiş eli kanlı katiller Başbakan’ın vicdanında malesef yer değiştirmiştir.

  • Protez bacağını, kolunu çıkartıp atan gazilerimiz,
  • Oğlunun madalyasını yerlere çalan şehit aileleri,
  • Evladının kahramanlık beratını yırtıp atan babalar,
  • Şehidin emaneti torununu koklayan gözü yaşlı nineler,
  • Kendisini durduran emniyet müdürüne ”Biz sizin kardeşiniz değiliz. Sizin kardeşleriniz dağdan inenlerdir” diyen bacağını kaybetmiş öfkeli kahramanlar, içinde insan sevgisi, millete bağlılık ve ilahi adalet hissi olan hepimizin yüreğini derinden dağlamıştır.

En acılı günlerinde bile “vatan sağolsun” diyenler bugün öfke içindedir.

Ve bu utanç başta Başbakan olmak üzere, maalesef hepimizindir.

Devlet ve hükümet şehidine, gazisine ve hatıralarına sahip çıkamamıştır.

Ve bu alçalma tarihimizde bir ilktir ve zillet AKP’nin lekeli sicilinin utanç belgesidir.

Hatırlatmak isterim ki, hunhar saldırılarda meydana gelen kayıplarımız sadece güvenlik güçlerinden oluşmamaktadır.

Zor şartlar altında öğrencilerine bir kelime öğretebilmek için çırpınırken PKK saldırılarında hayatını kaybeden yüzlerce öğretmenlerimizin hesabını kim verecektir?

Vatana bağlılığı, millete sadakati cemaate vaz eden sayısız din görevlilerinin PKK tarafından katledilmesinin hesabını kim verecektir?

Gece yarısı yaptığı baskınlarla maden ocaklarında, inşaat sahalarında katlettiği mühendislerimizin, işçilerimizin hesabını kim verecektir?

Şehirlere yaymaya çalıştığı eylemleri esnasında ateşe verdiği evlerde, çarşılarda, dükkânlarda yanan kadın, kız, çocuk ve yaşlılarımızın hesabını kim verecektir?

Kardeşim dediği insanlara sağlık vermekten başka bir derdi olmayan fedakâr hemşireleri, doktorları öldürenlerin hesabını kim verecektir?

Elektrik götürmek, su bağlamak, yol açmaktan, başka bir niyeti olmayan masum kamu görevlilerine yönelik cinayetlerin hesabını  kim verecektir?

Ülkelerini korumaktan başka bir amaçları olmayan kahraman korucuların köylerindeki bebeklerin, kadınların katliamlarının hesabını kim verecektir?

Dağdakiler suçsuz, gelenler suçsuz, kalanlar suçsuz ise bunca yılın ağır kayıplarının hakları nasıl helal edilecektir?

Terörist için gözyaşı dökmeye meraklı olanlara bunları da hatırlatmak isterim.

Bu mücadelede bugüne kadar baş rol oynayan, akıl veren, tavsiye eden, sözde strateji geliştiren kurumlar ve zevat bunun vebalini nasıl ödeyecektir?

Geçmişte tutulan yol yanlış ise, bugün tutulan yolun doğru olduğunun güvencesini kim verecektir?

Biz asla kan ve intikam peşinde değiliz. Ama yapılanlar cezasız mı kalacaktır?

Yapanın yanına kar kalacak ise, hatta teröristler törenlerle karşılanacaksa yıllardır verilen mücadele nereye oturtulacaktır?

 

Değerli Milletvekilleri,

Bugün terörizmin bütün bölücü talepleri taahhüde ve takvime bağlanmıştır.

PKK’nın silahla elde edeceği hedef kalmamıştır. Tamamı AKP kadrolarınca vadelendirilmiştir.

Teröristin dağda durmalarına gerek yoktur, onlar da sözde fırsat adı verilen teslim törenleri ile dönüş yolundadır.

Pişmanlık duymalarını gerektirecek, mahcup olmalarına neden olacak, bir nebze olsun utandıracak, bir siyasi baskı, bir askeri zafer veya hükümet üstünlüğü de söz konusu değildir.

Pazarlıklardan aldıkları cüretle, ellerinde talep listeleri ile Başbakanla kucaklaşmanın heyecanı içindedirler.

İki ay önceki toplantılarda açılım için destek mesajları verenler ise, milletin tepkisini görünce bu toplantıda aniden sütre gerisine çekilmişlerdir.

20 Ekim 2009 tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantı sonuç bildirisinde; iç ve dış gelişmeler, Irak’tan terör tehdidi, Irak’la ilişkiler, Kafkasya’daki ve Afganistan’daki olaylar yer almıştır.

Ancak bütün Türkiye’yi ayağa kaldıran en önemli konu dile getirilmekten kaçınılmıştır.

Milletimizi sokağa döken, vicdanları sızlatan bu kadar önemli bir gelişme, kamuoyu ile paylaşılacak değerde ve önemde görülmemiştir.

Biz içeride ne konuşulduğuna değil, dışarıya verilen mesaja bakarız. Ne milletimize sükûnet çağrısı, ne de yapılanlara karşı bir tepki ve eleştiri yer almamıştır.

Anaların gözyaşları Türkiye’yi bölerek mi dinecektir?

Anaların gözyaşları şehitlere hakaretle mi sona erecektir?

Teröristin elindeki paçavrayı indiremeyen hükümet, şehit ailesinin elindeki al bayrağı indirerek mi anaların göz yaşını durduracaktır?

Son rezaletler de bundan öncekiler gibi işbirlikçi hükümetin girdiği çıkmaz yolun sonucu ve eseridir.

Şehit analarını anlayışa davet eden küstah zihniyeti terbiyeye, nezakete ve hürmete davet ediyorum.

Buradan söyleyeceğim sözüm şudur:

Bizler varlığımızı milletimize borçlu olduğuna inanan siyaset temsilcileriyiz.

Millete yönelen her hakaret bizleri de derinden incitir ve yaralar.

Aziz milletimiz, muhterem aileleri ve evlatlarımız üzerlerimizdeki haklarını helal etsinler.

Bilinsin ki, bu yaşanan hıyanet asla ve asla milletimizin hissiyatı değildir.

Emin olunuz ki, her evde acılarınız paylaşılmaktadır, tüten her ocakta anılarınız yaşatılmaktadır.

Bugünlerimizi borçlu olduğumuz evlatlarımızı unutmamız mümkün değildir.

Milliyetçi Hareket Partisi ve onun sevdalıları bize bugünleri bahşeden evlatlarını unutmayacaktır.

Türk milleti yaşadıkça hepsinin aziz hatıraları sonsuza kadar yüreklerimizde yaşayacaktır.

Ben bu hissiyatla buradan bir kez daha milletimizin duygularını vurgulamak istiyorum.

Biz biliyoruz ki, şehit vurulunca değil, unutulunca ölür.

Asla unutmayacağız, hatıralarını ve mücadelelerini asla unutturmayacağız.

Bunun hesabını, bu ihaneti yaşatanlardan da mutlaka soracağız.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin milli birliğini yıkmak için harekete geçen Başbakan Erdoğan, “PKK açılımında” dönüşü olmayan bir yola girmiştir.

Ne pahasına olursa olsun, bu yolda her bedeli ödeyerek yürüyeceğine ilişkin beyanları ortadadır.

Türkiye’yi çok tehlikeli sonuçları olacak bir toplumsal gerginliğe ve çatışma ortamına sürüklemeye kararlı olduğu görülmektedir.

Kandil’deki bir grup teröristin örtülü aftan yararlandırılarak Türkiye’ye getirilmesi yolculuğun ilk adımıdır.

Bu ihanet projesinin Türk milletine hazmettire hazmettire hayata geçirilmesi sürecinde beklenen ikinci adım, konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin önüne getirilmesi olacaktır.

Bu konuda Cumhuriyetimizin kurucusunun ölüm yıldönümünde, Cumhuriyet varlığının tartışılacak olması dikkat çekici ve düşündürücüdür.

Yüce Meclisi “PKK açılımı” özel gündemiyle toplanmaya hazırlanan Başbakan’ın, Türkiye’yi bölme modelleri konusundaki düşüncelerini ve hazırlıklarını bu vesileyle açıklaması beklenmektedir.

Bu güne kadar adını dahi koymaktan korktuğu, takma isimlerle pazarlamaya çalıştığı bu yıkım projesi hakkında neler söyleyeceğini Türk milleti merak etmektedir.

Başbakan’ın bu oturuma hangi maske ile çıkacağı, tevil ve inkara dayalı siyasi riyakarlık alanındaki maharetini nasıl sergileyeceği kendi tercihidir?

Ancak, ne yaparsa yapsın Başbakan için ricat kapıları artık ardına kadar kapanmıştır.

Gelinen bugünkü noktada siyasi sahtekarlık yapmak ve gerçek niyetlerini ve düşüncesini hamasi sloganlar arkasına saklamak imkanı kalmamıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi, Başbakanın gerçek yüzünün bütünüyle açığa çıkması açısından Meclis çatısı altında yaşanacak bu tarihi hesaplaşmayı beklemektedir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Takdir edersiniz ki bir ülkenin uluslararasındaki yerini ve mevkiini belirleyen en önemli faktör, bağımsız karar verebilme ve hareket edebilme yeteneği ve imkânı ile doğrudan ilgilidir.

Bir devletin dış dünyayı yorumlama, algılama ve ilişkilerini belirleme şekli ise milli menfaatlerini sürdürme arzusu ile bunlara yönelik engel ve tehditlerin tespiti ile mümkün olmaktadır.

Kalıcı dostluklar esas olmakla birlikte, bunun ilelebet sürdürülebilir olması nasıl ihtimal dahilinde değilse, düşmanlıkların da kalıcı olması elbette mümkün değildir.

Dostluk ve düşmanlık gibi iki keskin duruştan diğerine geçiş süreçlerinde önce bağımsız karar verebilme ve sonra mütekabiliyet esas olmalıdır.

Sürekli sizin adım attığınız, karşı tarafın hep yerinde durduğu bir ilişki şekli hem iyi niyetli bir yaklaşım değildir, hem de ancak savaş mağlubu bir ülkenin teslim olma halidir.

Ne üzücüdür ki, geçmişte hareketimizin sürekli eleştirdiği geleneksel pısırık dış siyaseti, ülkemizi dar bir alana hapsetmiş, dostunu da düşmanını da kendi menfaatlerinden ziyade, bağlı olduğu pakt ve blokların dayatmaları ile belirlemek durumunda kalmıştır.

Bugün yedi yıldır AKP iktidarı ile yaşadıklarımız ise geçmişte gördüğümüz dayatmalara bile gerek kalmaksızın, kanlı küresel projelerin öncü kuvveti haline gelen tam bir teslimiyet halini almıştır.

Bu yönüyle Türkiye’nin ne bölgesinde, ne de dünyanın her hangi bir yerindeki sorunlara milli menfaatlere uygun ve bağımsız karar verebilme imkânı kalmamıştır.

Özellikle meşruiyetini ve geleceğini küresel projelerin gönüllü taşeronluğuna bağlayan ve ayakta kalabilmesini ancak bu projelere sadakatte gören Başbakan Erdoğan, kendisi ile birlikte maalesef ülkemizi de karanlık bir mecraya yöneltmiştir.

Türkiye başka başkentlerin hükümranlık senaryolarına figüranlık yapmakta, Başkent Ankara’dan dünyaya bakan ve kendi vizyonunu belirleyen bir güç olmaktan uzaklara düşmektedir.

Bugün Türk dış politikasına yön veren hakim anlayış, milli duruş ve kaygılar değil, içine düştüğü küresel türbülansın çekim gücüdür.

Adalet ve Kalkınma Partisi, bölgesel güç, yumuşak güç, sözü geçen ülke gibi kendinden menkul tanımlarla avunurken, Türkiye bütün geleceğini, dünyaya yön veren vahşi ve sömürgeci projelere eklemlenerek, onların emellerine alkış tutarak sürdürme çırpınışlarındadır.

Kendi kararını kendisi veren, kararlarını iç dinamikleri ile paylaşan ve destek alan bir devletin bugün, yarın ve gelecekte yapacakları bellidir ve bu kararları kalıcı, köklü ve tesirlidir.

Elbette ki dünya bizden ibaret, değişimin kontrolü de bizim elimizde değildir. Ancak bu da stratejik vizyonun parametreleri arasında yer almalı, verilen kararlar bu değişkenleri de kapsamalıdır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bugün komşumuz Irak’ta yaşanan, sosyal, siyasal, ekonomik ve güvenlikle ilgili gelişmelerin tamamı Iraklıların kararı ve insiyatifi ile olmamıştır.

Bölgenin dünyanın enerji geleceği açısından önemi ortadadır ve iştahlar bu bölge üzerinde yoğunlaşmıştır.

Bu ülkeye müdahale fırsatı yaratan Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin, Birinci Körfez Harekâtı denilen savaş ile Irak’ın geleceğine doğrudan müdahale ettikleri bilinmektedir.

Ve Türkiye, bu dönemde ABD eliyle Irak devletinin kuzeyinde kurulmaya başlayan Peşmerge Devleti’nin doğumuna hem yardımcı olmuştur, hem de uluslar arası meşruiyet kazanmasına imkân tanımıştır.

İşin ilgin tarafı ise, bu meşruiyette ve bugün karşımıza Kürdistan adı ile çıkan doğum aşamalarında malum kurumlarca tavsiye kararları çıkartılması ve “Çekiç Güç” denilen himaye kuvvetinin Türkiye’nin izniyle bölgede faaliyet göstermiş olmasıdır.

Bu konuda, bugün karşımızdaki sonucu daha iyi tahlil etmeniz için Amerika’nın 1996 yılında sözde Saddam’ın zulmünden korumak amacıyla Türkiye üzerinden Guam adasına götürdüğü 2500 Peşmergeyi hatırlatmak isterim.

Bugün Irak’ta karşımıza oturtulan müzakere muhataplarının kaçının ABD himayesi ile o dönemde gidenlerden oluştuğunu araştıran olmuş mudur?

2003 yılında ise kendisine yönelmiş terör unsurlarını Irak’ta arayan Amerika Birleşik Devletleri’nin müdahalesi ile Irak tam bir kan gölüne dönmüş ve aradan geçen sürede bu ülkede üçe bölünmenin bütün şartları oluşmuştur.

Ve ülkeyi bölünme kıvamına getiren Amerika Birleşik Devletleri yakın zamanda Irak’tan çekileceğini açıklamıştır.

Şimdi karşımızda komşumuz olan Irak’ın bölünmesi ve bu bölünmeden doğacak yeni bir komşunun sınırımıza dayanması söz konusudur.

Bugün giderek merkezi devletle bağlarını zayıflatmaya başlayan Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi bağımsızlığını ilan etmek üzeredir.

Türkiye, tozlu raflarından indirilmiş Sevr planının, yeni sahibi olan ABD ile girdiği yanlış ilişkilerin, ülkemizin geleceğinde söz sahibi olan tavsiye ve karar mercilerinin stratejik körlüğünün faturasını ödemeye başlamıştır.

Bu itibarla, geçtiğimiz günlerde şimdilik ayakta durmaya çalışan Irak Devleti ile yapılmış çok sayıda anlaşmanın bu ülkeyi ayakta tutmak için bir önemi ve anlamı yoktur.

Gelişmeler parçalanmış Irak’tan sonra, bu anlaşmaların Kuzey Irak yönetimi ile devam edeceğinin bütün emarelerini ve işaretlerini vermektedir.

Bu itibarla, ABD’nin 2011’e kadar Irak’tan çekilmesiyle Başbakan Erdoğan’ın PKK açılımını yılsonuna kadar bitirme çabası arasında ilişki ortadadır.

Bildiğiniz gibi, Türkiye müdahil olamadığı ve hatta kucağında büyüttüğü bu süreçte, kendisinin bile inanmadığı, arkasında duramayacağını bildiği “kırmızı çizgilerini” geçmişte açıklamıştı.

Buna göre,

  • Irak'ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunması, bu suretle Kuzey Irak'ta devlet oluşumunun önlenmesi,
  • PKK terör unsurlarının Irak'ta yuvalanmalarına fırsat verilmemesi,
  • Irak'lı Türkmenlerin hak ve hukuklarının korunması ve güvenliklerinin sağlanması dünyaya ülkemizin vazgeçilmezleri olarak duyurulmuştu.

Bugün milli haysiyetimizin ilanı demek olan bu şartlardan hangisinin arkasında durulmuştur, durulmaktadır?

Ne Irak’ın siyasi bütünlüğünden bugün söz etmek mümkündür, ne teröristlerin Barzani’nin himayesinde bulunmadığını söylemek söz konusudur.

Türkmenlerin varlığı ve geleceği ise ileride yutulacak boş sözlere bağlanmıştır.

Bu kapsamda yapılan en vahim hata, PKK’nın siyasi hamisi Barzani ile başlatılan siyasi müzakereler olmuştur.

Barzani aracılığında PKK ile pazarlık sürecine dönüşen müzakereler Barzani’ye ülkemizin geleceğinde söz sahibi olma imkânını vermiştir.

Bu güne kadar ne teröristlerin Kandilden çıkartılması için bir gayret gösterilmiştir, ne de Türkiye’nin Merkezi yönetime zaman zaman verdiği sözde 150 kişilik PKK’lı listesindeki isimlerin teslimatı yapılmıştır.

Bu itibarla, geçtiğimiz hafta ilk kez bir Türk Dışışleri Bakanı’nın Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimi ziyareti, Türkiye’nin bölgedeki teslimiyetinin açıkça ilanıdır.

Bu ziyaretin daha iyi anlaşılabilmesinin yolu muhatap alınarak el sıkışılan Barzani’nin kim olduğunun bilinmesinden geçecektir.

  • Irak’ın kuzeyini Türkiye’ye karşı terör üssü olarak kullanan PKK’nın en büyük destekçisi Barzani’dir.
  • Yıllardan beri ülkemizdeki bölücü unsurların hamisi ve sözde PKK affının en büyük destekçisi de Barzani’dir.
  • Siyasi af karşılığında teröristlerin Türkiye’ye dönüşü için PKK ile yürütülen pazarlıklarda arabulucu Barzani’dir.
  • AKP hükümetinin yıkım projesinin Irak acentası olarak faaliyet gösteren de yine Barzani’dir.
  • Kerkük’te tapu ve nüfus dairelerini yağmalattıran ve Türkmenleri imha etmeye çalışan da Barzani’dir.
  • Açılımın ülkemizdeki hararetli destekçisi olan Erbil Lobisi’nin bilirkişisi de Barzani’dir.
  • Senelerce PKK’lı teröristlerin ülkemize yönelik saldırılarının arkasındaki mihrak da Barzani’nin ta kendisidir.

AKP hükümeti bu şartlar altında bu Barzani’yi resmi muhatap almış ve doğrudan siyasi ilişki kurmuştur.

Atılan adım, devletleşme yolunda mesafe alan Barzani’ye çok değerli meşruiyet desteği sağlamıştır.

Erbil yönetiminin siyasi tanınma süreci böylece başlamıştır.

AKP’nin Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin varlığını tehdit eden kanlı terörün en büyük destekçisi Barzani’nin yönetim merkezinde Türkiye ile Kuzey Irak arasına fitnenin girmesine izin verilmeyeceğini söyleyerek, bu fitnenin odağı olan Barzani’yi temize çıkarmaya çalışmıştır.

Türkiye’ye her vesileyle dil uzatan Barzani’yi resmi konutunun kapısında hasret ve heyecanla kucaklayarak poz veren Türkiye Cumhuriyeti’nin bu Bakanı, aslında İmralı, Kandil ve Barzani’den oluşan şer üçgenini kucaklamış ve AKP hükümetinin teröre karşı teslimiyetinin eksik kalan fotografını tamamlamıştır.

Hükümetten bundan sonra yapması beklenen Barzani’yi Ankara’ya davet etmek ve Esenboğa havaalanı ile Başbakanlık konutu önünde kırmızı halıyla karşılamak olacaktır.

Bu ilişki ile birlikte Türkiye’nin bu yapay devletin varlığını savaş nedeni sayacağına dair kuru tehdidi tamamiyle ortadan kalkmıştır.

Ve bugün Türkiye, kardeşlerimize kan ve zulüm getiren Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olmaktan iftihar eden Başbakan Erdoğan ile küresel gücün çekilmesiyle ortaya çıkacak boşluğu tıkama görevine soyunmuştur.

Gelişmeler hükümeti de Türkiye’yi de önüne katıp götürecek, milli varlığımıza doğrudan zarar verecek vahim gidişatın bir çığ gibi büyüyeceğinin bütün işaretlerini vermektedir.

Bu süreçle AKP hükümeti bugün konsolosluğunu açmaya niyetlendiği yerde yarınki büyükelçiliğin hazırlığını yapmaktadır.

Bunun sonu, Peşmerge Reislerinin ülkemizin iç işlerine karışması, kendi kırmızı çizgilerini Başbakan Erdoğan’a dayatmasıdır.

Buradan hükümetin bir üyesine, geçmişte söylediği bir sözü hatırlatarak “dünün postal yalayıcısı” diyerek aşağıladığı aşiret reisleri ile hürmette kusur etmediği Başbakanının ayağa düşürdüğü haysiyeti nasıl tanımlayacağını huzurlarınızda sormak ve bilmek isterim.

Ortaya çıkan gerçek şudur.

Türkiye milli duruşunu Irak’a kabul ettirmek, terörü önlemek, Türkmenlere sahip çıkmak konusunda caydırıcı bir strateji izleyememiştir.

Tam tersi bir sonuç doğmuş, Peşmerge Reisleri Başbakan Erdoğan’ı ve şahsında Türkiye’yi caydırmış ve teslim almışlardır.

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Başbakan Erdoğan ve hükümetlerinin sıkıştıkları yerlerde kamuoyunun kafasını karıştırmak, ilgisini değiştirmek için gösterdikleri maharet hepinizin malumudur.

Bu zihniyet için geride kalan yıllar, günü kurtarmak uğruna, toplumun tepkilerini söndürmek adına, istismar ve çarpıtmada rakip tanımadıklarını herkese öğretmiştir.

Yapay meydan okumalar, sanal düşman yaratarak mücadele çağrıları, mağduriyet üzerinden merhamet istismarı, inançları malzeme yaparak vicdanları tahrip etme bu hükümetin karakteri olmuştur.

Nitekim, hükümetin “PKK Açılımı”nın bütün lobi çalışmalarına ve propaganda gayretlerine rağmen istenen desteğe ulaşamayarak tepki topladığı bir esnada “ıslak imza” tartışmalarının başlaması kuşku vericidir.

Ancak konu gündem değiştirmeye yönelik bir gelişme olarak görülse bile bizim, demokrasimizin devamında, siyasetimizin geleceğinde çok önem verdiğimiz ciddiye alınması gereken bir sorundur.

Türk yönetim tarihinin yaklaşık yüz yıldır siyaset dışı müdahalelere açık yapısı ile bu müdahalelere heveslilerin hala varlığını sürdürdükleri dikkate alındığında konu hayati önem taşımaktadır.

Türkiye’nin üzerindeki risk ve tehditler elbette ki hepimizi kaygılandırmaktadır.

Ancak rejim üzerindeki tehditlerin de en az diğerleri kadar önemsenmesi ve karşı durulması zorunlu ve gereklidir.

Son günlerde üzerinde tartışılan konunun en hassas tarafı, AKP zihniyetinin hayatın her alanında yarattığı güvensizliğin devletin hukuk kurumlarına, kriminal kuruluşlarına, Türk Silahlı Kuvvetlerine kadar dayanmış olmasıdır.

Yoğun bir bilgi kirliği altında, kimlerin servis ettiği bilinmeyen, gerçek mi sahte mi olduğu netleşmemiş belgeler üzerinden yapılan yorum ve değerlendirmelerin sağlıklı olamayacağı da açıktır.

Suçlamalara maruz kalan kurumun Türk Silahlı Kuvvetleri olması da konuya ayrı bir hassasiyet kazandırmaktadır.

Ülkemizin güvenliğinde çok önemli bir görev üstlenmiş ve bugün terörle mücadele gibi zor bir görevi sürdürmeye çalışan kurum hakkında yorum beyan etmenin güçlüğü malumunuzdur.

Biz bu konunun ilk gündeme geldiği Haziran ayının sonunda yaptığımız açıklamayla, kopyası üzerinde yapılan tartışmaların bir an önce sonuçlanmasını istemiş ve üzerinde tartışılan belgenin ve içeriğinin;

  • Hangi amaçla hazırlandığını,
  • Kimler tarafından düzenlendiğini,
  • Kamuoyuna sızdırılmasındaki nedenleri,
  • Hangi gelişmelerin hedeflendiğini,
  • Dış veya iç uzantılarının kimler olduğunu bilmek istediğimizi belirtmiştik.

Bugün de hala cevapları verilmemiş bu sorularımızın arkasındayız ve bir an önce aydınlatılması ile gereğinin yapılmasını beklediğimizi ifade ediyoruz.

Konu adalete intikal etmiş, soruşturma hukuk çerçevesinde çözülmek üzere mahkemelere havale edilmiştir.

Bu aşamadan sonra kamuoyu ortaya çıkacak gerçekleri beklemek durumundadır.

Ancak, bu konu hakkında düşüncelerimizi huzurunuzda net ifadelerle vurgulamakta yarar görüyorum.

Türkiye bugün iyi yönetilememektedir. Milletimiz açlıkla, yoksullukla ve çaresizlikle yüz yüzedir.

Ülkemiz maalesef uluslar arası ilişkilerde ağır bir teslimiyete sürüklenmiştir.

Milletimiz etnik tahriklerin neden olduğu gerilimin sancıların yaşamaktadır.

Cumhuriyetimizin kurucu değerleri ve yapısı tahrip edilmektedir.

Bunların hepsi doğrudur ve bunlar AKP zihniyetinin karşımıza çıkardığı acı gerçeklerdir.

Bunların hepsi çözüme kavuşturulmak üzere milletimizin karşısına sorun olarak konulmuştur.

Acilen çözülmesine de ihtiyaç vardır. Gecikme bunalımı artırmaktadır.

Ancak bu yıkıma neden olan zihniyet iktidar mevkiine demokratik yolları kullanarak gelmiştir.

Kabul edemeyeceğimiz icraatlarını siyaset zeminini kullanarak gerçekleştirmektedir.

Bizim de eleştirdiğimiz politikalarının dayanağı, demokratik teamüllere uygun olarak teşkil edilmiş Türkiye Büyük Millet Meclisindeki sayısal çoğunluğudur.

Milletimiz iki ayrı genel seçimde bu partiye hükümet olma sorumluluğu vermiştir. Buna saygı gösterilmelidir.

Bizzat AKP zihniyetinin mevcudiyeti tepeden inmeci zihniyetlerin ürünü ve sonucu olması bakımından herkese ders ve ibret olmalıdır.

Bu itibarla, hala devam ettiği anlaşılan siyasete müdahale heveslerini asla kabul edemeyiz.

Kırk yıl içinde uzun ve yorucu, zor ve zahmetli demokratik mücadele ile olgunlaştırdığımız siyasetimizi de; yetersiz olsa bile Türk siyaset ve demokrasi geleneğini de dayatmalara teslim edemeyiz.

Türkiye artık bu arayışlarından mutlaka kurtulmalıdır.

Niyet sahipleri milletimiz ve ülkemiz için vehmettikleri bütün çıkış ve kurtuluş yollarının ancak siyasetin içinde olduğunu kabullenmelidir.

Bu gerçeği kabule yanaşmayanlar var ise onlar da adaletin kendileri hakkında verecekleri kararlara boyun eğeceklerdir.

Bu konuda başka yol ve yöntem yoktur.

Şimdi, demokrasinin imkânlarıyla iktidara gelen AKP'yi bekleyen en önemli demokratik görev budur.

Konunun bir an önce açıklığa kavuşması, eleştirilerin hedefi haline gelen Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki kuşku ve baskıların acilen kaldırılması açısından da hayati önem taşımaktadır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Yakından şahit olduğunuz gibi, içinden geçtiğimiz zaman süreci, milletimizin tarih içindeki seyrini çok yakından ve olumsuz şekilde etkileyen bir dizi olaylara sahne olmaktadır.

Özellikle Cumhuriyetin 86.yıldönümünü kutladığımız bugünlerde, insanımızın günlük hayatında çoğalan sorun ve sıkıntılarına, geçim ve iaşe dertlerine, kazancının ihtiyaçlarına yetmediğine fazlasıyla şahit oluyoruz.

Milletimizin öncelikli sorunlarını red ve inkâr ederek üstesinden geleceğini düşünen iktidar partisi AKP, girdiği hayal âleminde umutları teker teker tüketmekten bir rahatsızlık duymamıştır.

Sahip olduğu politikalarını, sırf gösteriş olsun diye hayata geçirmeye uğraşan siyasi bir anlayışın başka türlü davranış sergilemesi de doğal olarak çok zordur.

Bu zamana kadar, isabetli şekilde tahlil ve tasviri yapılamayan ekonomik sorunlar, yıkım sürecinin işletilmeye çalışıldığı bu dönemde sürekli geriye itilmiş ve rakamların himmetiyle krizden çıkılıyor mesajı verilmeye çalışılmıştır.

Bu nafile çabaları fırsat ve vesile buldukça eleştirdik ve AKP iktidarının yanlışlarını milletimizle paylaşmaktan hiçbir zaman geri durmadık.

Konuşmamın bu aşamasında inandığımız bir gerçeğin altını kalın olarak çizmekte yarar görüyorum.

Tasarlanan ve eylem aşamasına geçen ekonomi politikalarına dair bütün esaslar; günümüzün siyasi, felsefi, ahlaki şuuruna bağlanamadığı sürece, sorunları temelli olarak çözmek bir tarafa; gerçekçi anlamda teşhis etmek bile mümkün olmayacaktır.

Siyasetteki yozlaşma ve kirlenmeyi bitirmeden, uluslar arası ilişkilerdeki taviz ve teslimiyete son vermeden, milli meselelere gerekli ilgi ve destek gösterilmeden ekonomide beklenen istikrara kavuşmak imkân dâhilinde değildir.

Ekonomiyi sadece görünen tarafıyla değerlendiren, yüzeyin altında kalan boyut ve esaslarıyla kavrayamayan AKP iktidarı, bir yılı geride bırakan krizle mücadelede özel bir dikkat ve ihtimamı asla gösterememiştir.

Başlarda uluslar arası atmosferdeki olumlu havadan dolayı ekonominin serpilmesini yanlış yorumlayan iktidar zihniyeti, ısrarla büyümede alınan olumlu mesafeyi kendi marifeti gibi göstermeye çalışmıştır.

Ne var ki, dışsal faktörlerin bir biri ardına kötüleşmesiyle, dayanacak ve sığınacak bir limanı kalmayan ekonomik sistem, önce duraklamaya ve sonunda da çökme aşamasına gelmiştir.

Sorunların büyümesi, kendi ayakları üzerinde durmaktan aciz Türkiye ekonomisini köşeye sıkıştırmış; büyüme ve milli gelir düşmüş, işsizlik ve yoksulluk diğer birçok ülkeye kıyasla ciddi oranda yükselmiştir.

Krizin çıkış ve yayılış merkezi olan ABD’de üçüncü çeyrek büyüme rakamının da pozitif çıkması, ancak ülkemizin hala daralmanın diplerinde gezinmesi nasıl bir çıkmazın ve darboğazın içinde olunduğunun açık ve berrak bir kanıtı olsa gerektir.

Ayrıca, Uluslararası Para Fonu’nun karşılaştırmalı büyüme hızı tahminlerine göre Türkiye küresel krizden en olumsuz etkilenen G - 20 ülkelerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ve hala böylesi bir manzaraya rağmen, krizin geride kaldığı, dipten dönüldüğü mesajları verilmesini anlamak, kabul etmek ve hoş görmek mümkün değildir.

Ayrıca, AKP iktidarının yanlış ve sakat öngörüleri sonucunda; ekonomik sistem yıpranıp dejenere olmuş, toparlanma ümidini kendi haricindeki gelişmelere bağlamış, satın alma gücü zayıf ve yetersiz olan milyonlarca insanımızın durumu daha da kötüleşmiştir.

Uzağı gören ve tahlil eden tedbirlerle krizin üzerine gidemeyen Başbakan Erdoğan ve hükümeti, milletimizin ekonomik buhranın yol açtığı çığın altında kalmasına seyirci kalmıştır.

Ekonomik bünyede müzminleşen hastalıkların, yıkım süreciyle paralel gitmesi endişe ve kaygılarımızı haklı olarak daha da çoğaltmaktadır.

İşsizliğin alevi her tarafı sarmış, darlık ve kıtlık AKP’yle özdeşleşmiştir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Bu iktidar yoksulluğu getirmiş ve büyürken işsizliğin arttığı ekonomik yapının temellerini atmıştır.

Kayıtdışı istihdamın sınırlarını genişletmiş, çalışanların dahi fakirliğe mahkûm olduğu bir düzeni yaratmıştır.

Üretim araçlarının derin ve sarsıntılı çöküntülere sebebiyet vermeden, dengeli bir şekilde farklı faaliyet alanlarına taksimini yapamamıştır.

Katma değer üreten, teknoloji yoğunluklu bir sistem geliştirememiştir.

Son zamanlarda, tekrar bollaşan küresel likidite ve hızla düşen faizlerden kaynaklanan borsaya yükselen talebi, ekonominin ayağa kalkışı olarak yorumlayan yavan ve sathi siyasi anlayış, hala dünden gerekli dersleri çıkaramamıştır.

Vatandaşımızın mağdur ve mazlum olduğu bir süreçte, sloganlarla Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada sözü dinlenir bir ülke haline getirdiklerini iddia ederek, yalanlara teslim olmuştur.

Başbakan Erdoğan tarafından itibarlı hale getirildiği söylenen Türkiye’de vatandaşlarımızın bankalardan aldıkları kredi borçları 120 milyar TL’yi aşmış, hacizler, iflaslar, ayrılıklar, aile içi ihtilaflar ve toplumsal bunalım hat safhaya ulaşmıştır.

İnsanı mutlu olmayan, refah içinde bulunmayan, huzuru kalmamış bir ülkenin nasıl olur da sözünün dinlenebileceği nedense Başbakan Erdoğan’ın aklına bir türlü gelmemiştir.

Dış ticaret gedikler vermiş, geçtiğimiz ay ihracat yüzde 33,6, ithalat yüzde 30,4 gerilemiştir.

Görünürdeki vakalar değişir dururken, geri plandaki iktidarın ihtirasları ve yetersizliği aynen yerinde saymış, sadece dış tesirlerle maskelenmeye çalışılmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın siyasi derebeylik zihniyeti, vatandaşımızı serf, kendisini ve yanında konum alanları siyasetten geçinen şehir ağaları yapmıştır.

Ekim ayı ulusa sesleniş konuşmasında; bu ülkede yaşayanlar, kazananlar ve kaybedenler diye ikiye ayrılmasın, bu ülkenin kaynakları adaletle paylaşılsın, diyen Başbakan’a hatırlatmak isterim ki;

  • Siz geldiniz köylümüz kaybetti, tefeci kazandı.
  • Siz geldiniz işçi kaybetti,  komisyoncu palazlandı.
  • Siz geldiniz; memurumuz, esnafımız, emeklimiz kaybetti, küresel para lortları kazandı.
  • Siz geldiniz milli sanayimiz kaybetti, bilançoları kabarık çok uluslu şirketlere gün doğdu.
  • Siz geldiniz tarihimiz unutuldu, vatanımız hedef oldu.

Ve siz geldiniz, ama bilin ki mutlaka geldiğiniz gibi geri gideceksiniz.

Siz geldiğiniz gibi gittikten sonra, hüzünler bitecek, kaybedilmiş ve unutulmuş saadetler tekrar milletimizin ruhunda yeşerecektir.

Böyle inanıyor, bunu bekliyor ve bu şekilde olmasını temenni ediyorum.

Konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.