02.09.2006 - Hükümetin Lübnan'a Asker Gönderme Hazırlığı Hakkında Yaptıkları Yazılı Basın Açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Hükümetin Lübnan'a Asker Gönderme Hazırlığı Hakkında
Yaptıkları Yazılı Basın Açıklaması

02 Eylül 2006

 

AKP Hükümetinin Lübnan’a asker göndermek amacıyla TBMM’ni toplantıya çağırma kararı, dış politikada izlediği teslimiyet siyasetinin son tezahürü olmuştur.

Henüz ateşkesin bile sağlanamadığı, çatışmaların yer yer sürdüğü ve tarafların mevzilerini daha da güçlendirdikleri Güney Lübnan’a gidilmesi, Türk askerinin ateş hattına atılmasıyla eş anlamlı büyük bir gaflet olacaktır.

Ancak, gözü iyice kararmış olan hükümet, bunun taşıdığı ağır risk ve tehlikeler konusundaki bütün telkin ve uyarıları göz ardı etmiş, aklın ve sağduyunun sesine kulaklarını tıkamıştır.

Siyasi ömrünü birkaç ay daha uzatabilmek hesabıyla ABD’ye ve AB’ye olan diyet borcunun son taksidini Türkiye’yi Lübnan macerasına sürükleyerek ödeme yolunu seçmiştir.

Bugün yaşananlar, hesap verme gününün geldiğini görmenin korkusu ve telaşı içinde hezeyan girdabında boğulmakta olan AKP’nin son çırpınışlarıdır.

Başbakan Erdoğan’ın dün yaptığı Ulusa Sesleniş konuşmasında başlattığı ihanet tartışması bu ruh halinin bir aynası olmuştur.

Başbakan Erdoğan konuşmasında Türkiye’nin bölgesindeki gelişmelere seyirci kalmasının tarihimize, geleceğimize ve milli çıkarlarımıza ihanet olacağı hezeyanını seslendirmiştir. Kendisine buradan hatırlatmak isteriz ki, AKP döneminde yapılanların hesabı yakında bir bir sorulduğunda, ihanet erbabının kimler olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır.

Lübnan’a asker gönderme kararını haklı göstermek için üretilen sahte gerekçelerin tümü safsatadan öte bir anlam taşımamaktadır.

AKP tecrübesinin bedelini çok ağır biçimde ödeyen aziz milletimiz, aklı ve idrakiyle alay eden ilkesiz siyaset karaborsacılarının yalanlarına inanmamayı artık öğrenmiştir.

AKP’nin yalan, takiye ve hileden ibaret olan siyasi sermayesi artık tükenmiştir.

Hükümetin Lübnan’a asker gönderilmesini Türkiye’nin çıkarlarının bir gereği olarak savunmaya çalışması Türk siyasi tarihine bir kara mizah örneği olarak geçecektir.

Zira, AKP’nin temsil ettiği siyasi zihniyet ile milli çıkar kavramlarının yan yana gelmesi mümkün değildir. Milli çıkarları korumak AKP’nin değerler sistemine yabancıdır.

Türkiye’nin milli çıkarlarını Kıbrıs’ta ve Kuzey Irak’ta hatırlamayan Başbakan Erdoğan’ın şimdi yaptığı, AKP hanedanlığını sürdürmek için bel bağladığı koltuk değneklerine olan destek bedelini milli çıkarlarımızı maske yaparak Türkiye’nin sırtından ödetmeye çalışmaktır.

Bu acı gerçek gün gibi ortadadır.

Türkiye’nin milli çıkarlarından bahsedecek olanların her şeyden önce siyaset sicillerinin temiz olması gerekir.

AKP’nin siyasi siciline bakıldığında milli çıkarları korumak ve gözetmek gibi değerlere rastlamak mümkün değildir.

Buna karşılık, AB dayatmalarına boyun eğerek Türkiye’nin milli birliğini tehlikeye atmak, hain bölücü heveslere cüret ve cesaret kazandırmak, devlet güçlerinin kanlı terörle mücadelesini zaafa uğratmak ve ABD’nin ve AB’nin yörüngesinde taşeronluk yapmak AKP’nin siyasi sicilinin kara lekeleri olarak karşımızdadır.

Lübnan konusunda Türkiye’nin bölgesindeki gelişmeler karşısında seyirci kalamayacağını söyleyen hükümet ile Kıbrıs Türklüğünü yok olmaya mahkûm eden, Irak’ta Türkmen kardeşlerimizin ezilmesine ve Kerkük’ün zorla ele geçirilmesine karşı sessiz ve seyirci kalan hükümet, aynı hükümettir.

Irak’taki peşmerge gruplarının PKK teröristlerini himaye etmesine ve Türkiye’ye dil uzatma cüretini göstermesine karşı tepkisiz kalan bu hükümet, şimdi “kale arkasında seyirci olamayız” gibi sahte bir gerekçeyle Kandil Dağı yerine Lübnan’da sahaya inmeye hazırlanmaktadır.

Kuzey Irak’taki terör yuvalarına karşı Türkiye’nin meşru hakkı olan sınırötesi operasyonları rafa kaldıran AKP hükümeti, bunun yerine Lübnan’da BM operasyonlarına katılmak için Yüce Meclisi toplantıya çağırmaktadır.

Bölücü terörün büyük şehirleri ve tatil beldelerini kan gölüne çevirdiği, ormanlarımızın hain militanlar tarafından hergün kundaklandığı ve Antalya, Marmaris, Mersin, Adana ve İstanbul’da bombaların birbiri ardından patladığı bir dönemde tatilde olan ve bu vahim olayları tribünden bir seyirci gibi izleyen hükümet, hiç sıkılmadan Türk askerini Lübnan yangınının içine atmayı amaçlamaktadır.

Türkiye’nin milli güvenliğini sağlamada emsali olmayan bir acz sergileyen AKP hükümetinin, buna karşılık ABD’ye yaranmak düşüncesiyle Lübnan topraklarında İsrail adına polislik görevi üstlenmek için can atması, Türkiye’ye şeref ve itibar kazandırmayacaktır.

  Esasen AKP hükümetinin de Türkiye’nin milli çıkarlarını korumak ve itibarını arttırmak gibi bir derdi ve gündemi de bulunmamaktadır.

Başbakan Erdoğan ABD’nin yörüngesinde kalmayı ve Lübnan’a asker göndermeyi ısrarlı ricalar sonucu sağlanan 2 Ekim’de Başkan Bush’la yapacağı görüşme için Beyaz Saray’a giriş bileti ve şömine önünde ABD Başkanıyla çekilecek fotoğrafın ücreti olarak görmektedir.

AKP hükümeti döneminde Türkiye-ABD ilişkileri, güvensizliğin hüküm sürdüğü ve baskı ve dayatmaların belirleyici olduğu tam bir tâbiyet ilişkisine dönüşmüştür.

Kuzey Irak’tan kaynaklanan PKK terörü karşısında ABD’nin bugüne kadar sergilediği tutum çok ciddi bir endişe kaynağıdır.

Irak’taki askeri gücüne ve kontrolüne rağmen ABD bu konuda somut bir adım atmakta isteksizdir.

Son olarak ABD Genelkurmay eski Başkanı’nın PKK koordinatörü olarak görevlendirilmesinin bu tabloyu özlü şekilde değiştirmesini beklemek için fazla bir neden bulunmamaktadır.

Kuzey Irak’ta yuvalanan PKK teröristlerinin bulunduğu yerler, silah ve mühimmat depoları, lojistik ikmal yolları ve yönetici kadrosunun kimlikleri ve yerleri bilinmektedir.

Bu teröristler Barzani’nin koruması altında hain faaliyetlerini alenen sürdürmektedir.

Barzani’nin en büyük hamisi olan ABD, Kuzey Irak’taki PKK terör haritasını bütün unsurlarıyla çok iyi bilmektedir.

Bu durumda ABD’nin yeni temsilcisi neyi koordine edecektir?

ABD’nin bu konuda gerekli siyasi iradeye sahip olması halinde bölgeyi kontrolü altında tutan ABD askeri gücü PKK’ya karşı etkin tedbirler almaya muktedirdir. Asıl sorun burada düğümlenmektedir.

Siyasi irade oluşmadığı sürece ABD’nin PKK koordinatörü ataması fiiliyatta hiçbir anlam taşımayacaktır.

ABD’nin bugünkü şartlarda birinci önceliğinin Türkiye’nin Kuzey Irak’a karşı girişebileceği sınırötesi askeri harekatı önlemek olduğu artık anlaşılmıştır.

PKK teröristleri ABD’nin bu şekilde sağladığı güvenlik şemsiyesi ve peşmergelerin açık desteği sayesinde rahat bir hareket alanına kavuşmuştur.

Öte yandan, ABD’nin PKK koordinatörü vasıtasıyla Türkiye’ye siyasi çözüm dayatmasında bulunması, bunun zeminini hazırlamayı amaçlıyor olması ihtimalinin göz ardı edilemeyeceği de ortadadır.

ABD koordinatörünün zaman içinde Türkiye ile terör örgütü PKK ve Kuzey Irak’taki peşmerge grupları arasında arabuluculuk rolüne soyunması bu bakımdan beklenmeyen bir gelişme olarak görülmemelidir.

ABD yetkililerinin Kuzey Irak’taki PKK teröristlerine karşı sembolik sayılacak bir önlem bile almayarak PKK’ya silah bırakma ve ateşkes çağrılarında bulunmalarının gerisinde yatan beklenti ve düşünceler üzerinde doğru bir değerlendirme yapmak bu açıdan büyük önem taşımaktadır.

ABD’ye gözü kapalı olarak biat eden AKP hükümeti, Türkiye’nin güvenliğini ABD koordinatörlerine ve Barzani’ye ihale etmekte beis görmeyerek bu sürecin işletilmesi imkânını kendi elleriyle hazırlamıştır.

Şimdi aynı hükümet, Türkiye’nin büyük ülke olduğunu Kuzey Irak’ta değil Lübnan’da göstermek için TBMM’ni toplantıya çağırmıştır.

Hükümetin Lübnan’a asker göndermek konusundaki izin talebi artık TBMM’nin önündedir. Türk milletinin temsilcileri olan milletvekilleri şimdi vicdanları ve tarihi sorumluluklarıyla başbaşa kalarak bir karar vereceklerdir.

Bizim temennimiz AKP milletvekillerinin göreve başlarken namus ve şerefleri üzerine ettikleri milletvekili yeminlerini hiç olmazsa bu vesileyle hatırlamaları ve hesabının verilmesi kolay olmayacak bu ağır vebale ortak olmamalarıdır.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı