Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Yaşanılan hazin ve dramatik olaylar nedeniyle Cumhuriyet tarihinin en sancılı ve sarsıntılı yılı geride kalmıştır. Bu haliyle 2009 yılı, milletimiz açısından kaybedilmiş ve boşa geçmiş bir zaman dilimi olarak asla unutulmayacaktır. Adaletin geride ve gölgede kalan geçmiş hesaplar uğruna tarumar edildiği, hukukun siyasallaşma emarelerini fazlasıyla gösterdiği çok tehlikeli süreç 2009 yılında da devam etmiş ve 2010 yılına bu marazi mirası devretmiştir. AKP hükümeti içine girdiği paranoya neticesinde, ortaya çıkan bazı olayların derinlemesine ve etraflıca tetkikini yapmadan, her taşın altında demokrasi dışı müdahale arayışları varmış gibi davranarak ortalığı ayağa kaldırmaya tüm hızıyla devam etmiştir. Siyasi halüsinasyonlarla, her farklı sesi ve muhalif duruşu kendisine yönelik bir tertip olarak değerlendirmeye başlayan AKP zihniyeti, 2009 yılında ülkemizin birliğine zarar veren en büyük unsur olmuştur. Çok geniş bir güvensizlik ağı toplum hayatının etrafına örülmüş, özel hayat ihlalleri, telefon dinlemeleri alabildiğine artmış ve kuşkunun hâkim bir duygu olarak toplumsal ilişkileri belirlediği bir dönem geride kalmıştır. Nitekim karşılıklı şüphelerin korkulara dönüştüğü, demokrasinin sözde güçlendirilmesi adına farklılıkların kaşınarak millet hayatındaki birlik ruhunun ağır darbe aldığı 365 günlük kara serüven herkesin gözü önünde cereyan etmiştir. Soğuk savaş şartları altında Dünyada yaşanan bloklaşmanın bir başka türü, bu defa da ülkemizde oluşmaya yüz tutmuş, milleti oluşturan alt kültürel öbekler, kendilerini AKP hükümetinin tazyikiyle üst kültür dairesinden izole etmenin yollarını aramaya başlamışlardır. Açılım ismiyle servis edilen yıkım ve ayrışma projesiyle birlikte; bu zamana kadar çok nadir görülen etnik şecere merakı vatandaşlarımızda uyanmaya başlamış, bunun sonucunda kardeşlik inancı sorguya çekilir hale gelmiştir. Geride kalan bir yıl içinde; Cumhuriyet’in temel felsefesi saldırılara maruz kalmış, etnik hezeyanlar ve kimlik merkezli tahrikler devlet ve toplum hayatının işleyişine ciddi düzeyde darbe vurmuştur. Milli inançlar ve kökleşmiş kurumlar sistemli tacizler sonucunda gözden düşürülmeye çalışılmış, vatandaşlarımızın bunlarla olan bağları koparılmak istenmiştir. 86 Yıllık Cumhuriyet tarihinde hiç görülmeyen garabet bir demokrasi ve özgürlük anlayışı geride bıraktığımız yıla damgasını vurmuştur. Milleti parçalayarak, bin yılda oluşmuş kardeşlik duygularını körelterek ulaşılmaya çalışılan sözde demokratikleşme açılımı hiçbir milli vicdanın aklından ve gönlünden silinmeyecek bir rezalet olarak 2009 yılının karanlık sayfalarındaki yerini almıştır. Geçtiğimiz yılda da devlet kurumlarıyla ve toplumun bütün kesimleriyle kavgalı olan AKP hükümeti, Türkiye’nin milli ve manevi değerleri üzerinden kışkırtıcılık yaparak siyasi bunalımı doruk noktasına çıkarmıştır. İktidar tarafından üretilen imajlar, yapılan propagandalar var olan görüntüyle, gerçeklerin birbirinden ne kadar farklı olduğunu gizleyememiştir. Türkiye’nin milli ve manevi değerleri, devletin kuruluş yapısı ve ilkeleri siyasi tartışma ve çatışma konusu haline getirilmiş, hemen her alanda yaşanan kutuplaşma ve cepheleşmeler giderek derinleşmiştir. Türk milletini birleştiren ve Türkiye’nin temel harcı olan ortak değerler tahrip edilerek toplumsal gerginlik ve ayrışma dinamiği haline getirilmiş ve bu tahribatın etrafında oluşturulan gerilim alanları genişletilerek, Türkiye çok tehlikeli bir kriz döngüsünün içine hapsedilmiştir. Milli birliğimizi ve güvenliğimizi hedef alan iç ve dış tehditler katlanarak sürmüş, bu yöndeki tahrikler bilinçli olarak tırmandırılmış, AKP politikalarından cüret bulan bölücüler, Türkiye’yi bir kardeş kavgasına sürüklemek için adeta yarış içine girmişlerdir. Geride kalan yıllarda, AKP hükümetinin Türk milletini inanç temelinde mevzilere ayırarak siyasi kazanç sağlama hesabı tutmayınca, bu defa da 2009 yılı içinde “açılım” adı verilen süreç ile etnik temelde ayrışmanın fitili ateşlenmiştir. İktidarın teröristle kucaklaşarak ve İmralı ile rol paylaşarak başlattığı “PKK açılımı” denen “Yıkım Projesi” ile AKP’nin gerçek yüzü ayan beyan ortaya çıkmıştır. AKP’nin “Yıkım Projesi” ile birlikte eyaletler sistemi, federalizm gibi üniter yapıyı çökertecek söylemler dile getirilmiş, bu sürecin sonunda “iki milletli yeni ortaklık devleti” hayaline zemin kazandıracak sinsi düşünceler barındığı bataklıktan etrafa yayılarak nifak mikropları saçmaya başlamıştır. Bugün Türkiye; √ Kanlı terörün şehir uzantılarının sokaklarda ayaklanma provalarını yaparak devleti, hükümeti ve kamuoyunun tepkilerini sınamaya başladığı, √ Milli birliğimizi ve üniter devlet yapımızı yıkmayı amaçlayan ihanet senaryolarının artık açıkça ve hiçbir çekinme göstermeden fütursuzca sahnelendiği, √ AKP’den destek ve “Açılım”dan cesaret alan bölücülerin devlete meydan okuyan eylemlerini rahatça yürüttüğü, √ İmralı canisi üzerindeki tecridin kaldırılması ve İmralı’nın uluslararası denetime açılması, hatta serbest kalması yönündeki çabaların arttığı, √ Bunların gerçekleşmemesi karşısında ise ayrılma, isyan, ayaklanma, bölünme kavramlarının alenen dillendirildiği, Buna karşılık terörle ve bölücülükle mücadelede en etkili kurumların, adalet, Silahlı Kuvvetler, Emniyet ve İstihbarat birimlerinin birbirine düşürülerek etkisizleştirildiği korumasız ve sahipsiz bir ülke haline getirilmiştir. Bölücü terörün siyasi kimlik ve meşruiyet kazanmasının şartlarını ve zeminini geride kalan yıllarda adım adım hazırlayan Başbakan Erdoğan, İmralı’da hazırlanan ihanet projelerine “açılım” adını vererek sahip çıkmış ve etnik bölücülere hain emellerini gerçekleştirme yolunda ümit ve beklenti aşılamıştır. 2009 yılının sonunda geldiğimiz vahim noktada, Türkiye’nin milli değerleri, milli birliği ve güvenliğine yönelik tahrik ve tehditler çok tehlikeli noktalara taşınmıştır. Hükümetin “PKK Açılımı”nın neden olduğu ağır tahriklerle toplumsal dayanışma ve beraberlik duygusu tam bir yıkım sürecine girmiş, bin yıllık kardeşlik duyguları ve hukuku çok ağır yara almıştır. Türkiye’nin önünde milli kimliğin kırılma noktasına kadar büküldüğü gelinen bu aşamada, birlikte yaşamanın şartları ve gerekleri teker teker sakatlanmıştır. Türk tarihini lekeleme, Türklük değerlerini aşağılama, yaşanan isyanları alkışlama, bastıranları karalama, yüzleşme adı altında ecdadımızı karartma geçtiğimiz yılda da artarak devam etmiştir. Yine geçtiğimiz yıl kronik hale gelmiş bir istismar alanı da genişleme imkânı bulmuş, yıkıcı siyasetin ipuçları ortaya çıktığı dönemde yapay gündem oluşturma çabaları kendisini yine göstermiştir. Hükümet bu yöntemlerle bir yandan toplumun gözünden kaçırabildiği ölçüde altan alta toplumsal çatışma alanlarını genişletmeye çalışmış, bu gayretlerini gizleyemediğini anladığında sahte mağdurlar yaratma arayışını sürdürmüştür. Yalan, riya ve aldatmacadan ibaret olan sermayesi tükendiği anlarda ümidini gerginlik ve cepheleşmelere bağlayan hükümet, sahibi olduğu çatışma stratejisiyle kendisini masum gösterebileceği sanal senaryoları kullanmaya devam etmiştir. Bu konuda; hükümet politikalarının devlet kurumlarınca engellendiğine dair kuşkular uyandırmak, muhalefete giderek artan bir saldırgan üslupla sataşmayı tırmandırmak, inanç ve etnik ayrım üzerine hizipleri yoğunlaştırmak AKP stratejisinin esaslarını oluşturmuştur. Dönem içinde bin yıllık kardeşliğimizi sorgulatan, toplumsal dokumuza husumet tohumları atan bu iptidai anlayışla yönetilen Türkiye, çok boyutlu ihanetler ve tuzaklarla döşeli bir noktaya doğru itilmeye çalışılmıştır. Heba olmuş bu dönem boyunca, ülkeyi yönetme konusunda hiçbir hazırlığı ve vizyonu bulunmadığı anlaşılan AKP, umudunu ve meşruiyetini yurtdışı unsurlarla işbirliğinde, yerli yandaşlarının desteğinde, yabancıların dayatmalarına teslimiyette ve sanal başarı yalanlarında aramıştır. AKP’nin devletle, rejimle ve milletle kavgalı olmasının gerisinde, bu kronik hastalığın yattığı bugün çok daha net olarak anlaşılmıştır. AKP yöneticileri gerçek niyetlerini saklamak için gösterdikleri bütün çabalara rağmen, beyan ve fiilleriyle bu konuda suçüstü yakalanmışlardır. Geride kalan yıllar içindeki yanlış, teslimiyetçi ve ilkesiz tavrının doğal sonucu olarak, siyasi geleceğini artık dış güçlerin karar ve insafına terk etmiş olan AKP’nin, istese bile milli karar verebilme ve uygulayabilme şartları tamamen ortadan kalkmıştır. 2009 yılında maalesef toplumsal yapımızı derinden etkileyen ve çok ağır maddi ve manevi yaralar açan bunalımlar giderek derinleşmiştir. Her gün yeni bir şokla sarsılan Türkiye, süratle bir kargaşa ve kaos ortamına sürüklenmektedir. Bu noktaya gelinmesinin birinci derecede sorumlusu, Türkiye’nin başına her gün yeni bir dert açan, her gün yeni bir sorun ve kriz üreten ve tezgâhladığı çirkin oyunlarla her seferinde milletimizin huzurunu bozan AKP hükümeti olmuştur. İçte ve dışta önceki altı yılın birikerek gelmiş sorunlarına ilave olarak geride kalan 2009 yılında da yarattığı tahribat ile AKP zihniyeti ve Başbakan Erdoğan, bu hüviyetiyle Türkiye’nin geleceğini tehdit eden en büyük risk faktörü haline gelmiştir. Ayrıca geçtiğimiz yılda ekonomide sorunlar büyümüş, kriz milletimizi perişan etmiştir. Bununla birlikte kriz süreci ülkemizdeki siyasal gerilimlerin ve kutuplaşmaların ön plana çıktığı bir takvimle de örtüşmüştür. Ayrıca küresel alanda da önemli sonuçlar doğurmuş olan ekonomik kriz; dünyanın finansal ve askeri hegemonik gücünün okyanus ötesince sürdürüldüğü, üretim atölyelerinin ise Güney ve Doğu Asya’da konuşlandırıldığı uluslararası işbölümünü tartışmaya açmıştır. Düşen üretim, diplerde gezinen büyüme, yaygınlaşan işsizlik, yoğunlaşan yoksulluk, artan borçlar, dayanılmaz bir aşamaya gelen geçim şartları geriden kalan ayların ülkemiz açısından en öncelikli sorun alanları olmuştur. Bu zamana kadarki uygulamalarıyla, milletimizin esas sorunlarının çözümüne yönelik hiçbir plan ve programı olmadığı anlaşılan AKP hükümeti, ekonomiyi 2009 yılında krizle baş başa bırakmıştır. Çözülen değerler sisteminin, bozulan ekonomik dengenin, demokratikleşme adı altında üzeri örtülmeye çalışılmış ve milletimizin artan problemleri kalıcı olarak bir türlü giderilememiştir. Açılım denildikçe, mali sistem büyük gedikler vermiş ve bütçe açığı fırlamış, makro ekonomik parametreler alarm zilleri çalmıştır. Krizi hafife alan siyasi iktidar, krizin yarattığı sis ortamında yolunu ve yönünü kaybetmiş, bunu telafi edebilmek için ise ülkemizi önü alınmaz çekişmelerin içine itmiştir. Kronikleşen ve yapısal sorunları da içinde barındıran ekonomik meseleler etki ve baskısını artırdıkça, AKP hükümeti kendisini başka alanlara atmış ve beka düzeyindeki problemlerin birer birer ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kapsamını genişleten siyasi çatışmalar, kaygı verici toplumsal kutuplaşmalar, her geçen gün fazlalaşan kurumlar arası gerginlikler ekonomik sistemdeki var olan riskleri daha da artırmaktadır. Bu kapsamda küresel krizin sözde “teğet geçerken” yere serdiği Türkiye ekonomisi, toparlanma ve ayağa kalkma emarelerini gerçek anlamda bir türlü gösterememektedir. Ekonominin dümenini uluslar arası kuruluşların raporlarındaki rakamsal gelişmelere çeviren AKP iktidarı, bu alanlarda açıklanan bazı olumlu gelişmelerle milletimizi aldatmayı ısrarla sürdürmüştür. 2009 yılında büyüme keskin bir şekilde düşmüş; sonuçta ekonomik yapıdaki sorunlar çığ gibi büyümüştür. Açıktır ki, AKP hükümeti 2009 yılında da üretimi ve çalışanı dikkate alan, işsizliği azaltan bir büyüme stratejisi tespit ve tayin edememiş, ekonomiyi krize teslim etmiştir. Yeni bir yılın eşiğinde elbette geleceğe umutla bakmak, yarınlardan çok şey beklemek, ancak dünden de ders almak gerekmektedir. Ne var ki, Adalet ve Kalkınma Partisinin yaşattığı kâbus dolu yıllardan sonra, doğacak günleri ümitle beklemek zaman kaybından başka bir anlam taşımayacaktır. Temennim; Türkiye’nin daha fazla yıpranmasına ve yıpratılmasına, değerlerinin aşındırılmasına, milletin parçalanmasına dönük girişimlere 2010 yılında dur denilmesidir. Bu duygu ve düşüncelerle büyük milletimizin yeni yılını en içten duygularımla kutluyor; karşıladığımız 2010 yılının taze başlangıçlara, yeni heyecanlara, kalıcı bir huzura, artan saadete ve yoğunlaşan mutluluğa vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
|