22.08.2006 - Hükümetin Lübnan'a Asker Gönderme Hazırlığı Hakkında Yaptıkları Yazılı Basın Açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Hükümetin Lübnan'a Asker Gönderme Hazırlığı Hakkında
Yaptıkları Yazılı Basın Açıklaması

22 Ağustos 2006

AKP yetkililerinin son açıklamaları hükümetin Lübnan-İsrail sınır bölgesinde görev yapacak Birleşmiş Milletler gücü emrine asker gönderme hazırlıklarının son aşamasına gelindiğini göstermektedir.

Hükümetin Lübnan’a asker gönderme niyeti, AKP dönemine damgasını vuran sorumsuz, basiretsiz ve pusulasız dış politika anlayışının yeni ve esef verici bir örneğidir.

Amaçları, hedefleri ve uygulama araçları sağlam ilke ve esaslara dayanmayan, sadece günü ve görüntüyü kurtarmaya yönelik bu sakat anlayış Türkiye’nin karşısına hergün yeni bir güvenlik riski ve tehdidi çıkarmaktadır.

AKP hükümetinin en belirgin özelliği, AB ve ABD karşısındaki teslimiyet anlayışının ve taşeronluk ruhunun sınır tanımıyor olmasıdır.

Türkiye’nin milli birliğini ve güvenliğini hedef alan terör karşısında ihanet sınırlarına dayanan büyük bir acz sergileyen, Kıbrıs Türklüğünün varlığını ve geleceğini ucuz pazarlıkların konusu yapan ve Türkiye’nin Irak’taki çıkarlarının ayaklar altına alınmasına seyirci kalan AKP hükümeti, şimdi de Türkiye’yi Ortadoğu anaforunun içine çekecek tehlikeli bir maceraya hazırlanmaktadır.

Lübnan’da sıcak çatışmaların daha bütün şiddetiyle sürmekte olduğu bir dönemde ayaküstü beyanlarla Türkiye’yi bu konuda peşinen taahhüt altına sokan Başbakan Erdoğan, şimdi bu sorumsuz tutumunun bedelini Türkiye’ye ödettirmek için Lübnan’a asker gönderecektir.

Türkiye’nin milli güvenliği konusundaki sorumluluklarının gereğini yerine getirmeyen hükümet, uluslararası sorumluluk bahanesi altında yeni bir taşeronluk görevi üstlenecektir.

AKP hükümetine bu konuda yön veren temel düşünce, Türkiye’nin itibarını ve etkinliğini arttırmak ve milli çıkarlarını korumak değildir.

Bugüne kadar dış destekli imaj mühendisliği sayesinde ayakta kalmaya çalışan AKP hükümeti, bu konudaki diyet borcunu şimdi de bu şekilde ödemeye çalışmaktadır.

Uluslararası sorumluluk edebiyatı, aslında bu diyet borcunun adıdır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Ağustos 2006 tarihinde kabul ettiği 1701 sayılı ateşkes kararı, henüz tüm unsurları ve icaplarıyla hayata geçirilememiştir.

Bölgedeki gerginlik ve çatışma ortamı sürmekte olup, İsrail’in ateşkesi ihlal ettiği bizzat BM Genel sekreteri tarafından kınanmıştır.

BM Güvenlik Konseyi Lübnan’da görev yapan Uluslararası gücün mevcudunu 15.000’e çıkarmayı kararlaştırmış olmasına rağmen bu gücün yapacağı görevler bütün unsurlarıyla açıklığa kavuşmamıştır.

İsrail askeri kuvvetlerinin güney Lübnan’ı boşaltarak kendi sınırlarına çekilmesinden sonra bölgeye girecek Lübnan ordusu ile birlikte görev yapacak BM gücünün görev tanımı kesin çizgileriyle henüz ortaya konmamıştır.

BM gücü, İsrail askeri kuvvetleri ile Lübnan’daki silahlı güçler arasında sıkışmış çok dar bir tampon bölgede görev yapacaktır.

Güvenlik Konseyi kararında BM gücünün misyonu konusunda farklı ve çelişen yorumlara açık pek çok muğlak nokta bulunmaktadır.

 

Bu kapsamda şu ana konulardaki belirsizlik sürmektedir.

  • Bölgede barış şartlarının tesis edilmemiş olması gerçeği karşısında BM gücünün barış ortamını sürdürmesinden söz edilemeyeceğine göre, bu güç barışın kuvvet kullanılarak sağlanması için bir araç olarak mı faaliyet gösterecektir?
  • Böyle bir ortamda, bir anlamda mevzilenmiş iki silahlı güç arasında ateş hattında görev yapacak bu gücün güvenliği nasıl sağlanacaktır?
  • Bu dar tampon bölgede İsrail ve Lübnan silahlı unsurları arasında çatışma çıkması halinde, BM gücü için hangi harekat kuralları geçerli olacaktır? Diğer bir ifadeyle BM gücü çatışmaların tarafı haline gelecek midir?
  • Lübnan’daki silahlı grupların silahtan arındırılması, BM gücünün görevleri arasında yer alacak mıdır? Bu böyle ise, silahlı çatışma ihtimali nasıl bertaraf edilecek ve Türk birlikleri nasıl korunacaktır?
  • Aynı şekilde BM gücü Lübnan’a silah ve askeri malzeme sevkiyatını önlemek için geniş bölgede deniz ve hava ambargosu uygulamakla görevli olacak mıdır? Türkiye’nin bu deniz ve hava polisliği kapsamında konumu ve görevi ne olacaktır?

 

Bütün bu hayati konular bugün itibariyle açıklık ve kesinlik kazanmamıştır.

Bunun yanı sıra özellikle Batılı güçlerin asker katkılarının çok sınırlı ve sembolik düzeyde kalacağı anlaşılmaktadır. Türkiye’yi teşvik eden Fransa ve Almanya gibi ülkelerin Türkiye’yi ön safa iterken kendilerine sütre gerisinde yer aradıkları ortaya çıkmıştır.

Hal böyle iken AKP hükümetinin bu ateş hattına Türk askerini göndermeye kalkması, tam anlamıyla bir sorumsuzluk ve aymazlık örneğidir.

Böylesine büyük tehlikelerle dolu bir belirsizlik ortamında hükümet yetkililerinin Türkiye’nin muharip birlik göndermeyeceği, BM emrine verilecek Türk askerlerinin asgari risk altında görev yapacağı ve insani yardım ve imar faaliyetlerinde bulunacakları yolundaki beyanları, kamuoyunu yanıltmayı ve yatıştırmayı amaçlayan boş laflardır.

Aynı şekilde, Türk askerinin çatışmalardan etkilenmeyeceği ve Hizbullah ile karşı karşıya gelmeyeceği yönünde yapılan açıklamaların da, devlet yönetimi ciddiyeti ve sorumluluğu ile bağdaşmayan ve sahiplerini çok ağır bir vebal altına sokan düşüncesiz beyanlar olduğu unutulmamalıdır.

AKP hükümetinin Lübnan’a asker gönderme kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilirse, Türk askeri, mevzilerini ve ateş gücünü muhafaza eden iki muhasım güç arasında sıkışmış çok dar bir şerit içine korumasız olarak konuşlanacaktır.

Bu bölge yol yapımı ve çevre temizliği yapılacak, imar ve inşa faaliyetlerinde bulunulacak bir şantiye alanı değildir.

Burası, Lübnan hükümetinin otoritesini icra edemediği ve savaş şartlarının hüküm sürdürdüğü bir kronik gerginlik, husumet ve çatışma alanıdır.

AKP hükümeti yetkilileri bu gerçekleri bile bile Türkiye’yi çok ağır sonuçları ve yansımaları olacak bir macera yolculuğuna çıkarmak istemektedir.

Bu gerçekleri Türk milletinden gizlemek için kılıf arayışı içinde olan hükümetin bulduğu sahte gerekçe ise Türkiye’nin coğrafyasındaki gelişmelere seyirci ve ilgisiz kalamayacağı safsatası olmuştur.

Bu hezeyanın arkasına sığınmaya çalışan AKP hükümetine, siyasi sicilinde kara bir leke olarak duran şu acı gerçekleri bu vesileyle hatırlatmak isteriz:

Türkiye’nin milli güvenliğini sağlamak hükümetin asli görevidir.

PKK terörünün artarak sürdüğü, hain teröristlerin pusu kurarak can almaya devam ettiği ve Türkiye’nin altyapı tesislerine sabotajlar düzenlediği bir dönemde AKP hükümetinin birinci derecede görevi ve sorumluluğu gemi azıya alan teröre karşı etkin bir mücadele ile bu illetin kökünü kazımaktır.

Hükümetin ilgisiz ve sessiz kalamayacağı asıl tablo budur.

Bu bakımdan Türkiye’nin güvenliğinin, Güney Lübnan’daki çatışma alanında değil Kandil Dağı’nda bulunmayı gerektirdiği apaçık ortadır.

Bölgesel barışa ve istikrara katkı edebiyatı yapan Hükümet, Türkiye’nin güvenliği ile milli onur ve haysiyetinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Hizbullah güçleri ve İsrail ordusu ile karşı karşıya kalacağı maceralara sürüklenmesini değil, Türkiye sınırları içinde ve Kuzey Irak’ta kanlı PKK teröristlerine nihai darbeyi indirmeleri için gerekli şartların hazırlanmasını emrettiğini unutmamalıdır.

Yanıbaşımızdaki Kuzey Irak’a sınır ötesi askeri hareket yapılmasını sürekli savsaklayan AKP hükümetinin, bölgesel barış ve istikrar adı altında Lübnan-İsrail sınırına asker göndermesinin siyasi, hukuki ve ahlaki izahını Türk Milleti AKP’den bekleyecektir.

Terörle mücadeleyi Kuzey Irak’taki peşmergelerin ve ABD’nin sözde ikna yöntemlerine ihale ve havale eden Hükümet’in, göz boyayarak Anayasal sorumluluklarından kurtulamayacağını çok geçmeden ve Türk Milletinin sabrı taşmadan idrak etmesi kendisi bakımından da hayırlı olacaktır.

Türk Milleti bu işi sonuna kadar takip edecek, Türk Milliyetçilerinin nefesi bu konuda da AKP’nin ensesinde olacaktır.

Lübnan’daki BM gücüne asker gönderilmesine izin verilmesi TBMM’nin yetkisinde olan bir husustur. Hükümetin bu yöndeki inadının sürmesi halinde önümüzdeki günlerde TBMM’nin olağanüstü toplantıya çağrılması beklenmelidir.

Başta AKP Meclis Grubu olmak üzere TBMM’nin yapacağı en hayırlı iş, Türkiye’nin bu maceraya sürüklemesine izin vermemek ve bu vesileyle erken seçim kararı alarak Türkiye’yi Kasım ayında seçime götürmek olacaktır.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı