Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım Basınımızın Değerli Temsilcileri Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyorum. Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu üzücü olaya sahne olmuş, Meclis çoğunluğuna sahip iktidar partisine mensup milletvekillerinden bazıları, 69 milletvekili olan Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna yönelik müdahaleye kalkışmışlardır. Bütün bunlar, ekranlar önünde ve canlı olarak, kamuoyunun hakemliğinde ve şahadetinde gerçekleşmiştir. Hitabet esnasında eleştirilerin dozu kaçmış, konuşma adabının ve ahlakının ise seviyesi giderek düşmüştür. Parti grubumuza doğrudan yönelerek ağır ithamlar ve eleştirilerde bulunulmuş, tam bir çarpıtma ve yalan ile partimize yönelik iftiralar atılmıştır. Bu gelişmeler esnasında, Başbakan Erdoğan hiddetten kıpkırmızı olmuş bir çehre ile kürsüye gelmiştir. Tahriklerin zirve yaptığı bu esnada bazı AKP milletvekilleri oturmaları gereken yerlerden kalkarak Genel Başkanlarının işaret ettiği yöne doğru ilerlemişlerdir. TBMM’de kendilerine ayrılan bölümde oturan partimize mensup milletvekillerine yönelmişler ve fiili bir saldırı gerçekleştirmek istemişlerdir. Bütün bu gelişmeler olurken olayın tahrikçisi Başbakan Erdoğan ise grubunu kendi rezillikleri ile baş başa bırakıp Genel Kurul dışına kaçmıştır. Bu kötü niyetler ve saldırı teşebbüsleri partimize mensup milletvekilleri tarafından hak ettiği karşılığı derhal bulmuştur. Büyük bir sabır ve metanetle kendilerine yönelen ağır tahriklere katlanan grubumuz, tam bir disiplin ve vakar ile davranmıştır. Partimize ve milli iradeye yönelik doğrudan saldırıya yeltenen AKP zihniyetini terbiyeye, ölçülü olmaya ve hadlerini bilmeye tekraren davet ediyorum. Milliyetçi Hareketin temsilcileri olarak, ağır kışkırtmalara karşı gösterilen olgunluk ve olayların daha fazla büyümesini engelleyen sağduyulu yaklaşımınız nedeniyle ise sizleri kutluyorum. Değerli Milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi’nin Meclis Grubuna yönelik tahrikleri yalnızca Meclis çatısı altında bir genel görüşme esnasında yaşanan anlık gelişmeler olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşanan bu olayın derinliklerini iki ayrı süreç içinde aramak gerekmektedir. Bunlardan birincisi partimizin de koalisyon ortağı olduğu dönemde özellikle yakın coğrafyamızdaki küresel projeler için engel görülen Milliyetçi Hareket Partisi’nin olmadığı bir siyaset mühendisliği arayışıdır. Yılların birikmiş sorunlarının neden olduğu toplumsal enerji ile küresel aktörlerin stratejik uşak beklentileri bir noktada çakışmış ve MHP’siz siyaset arayışları meyvesini vererek partimiz hepinizin bildiği gibi Meclis dışında kalmıştır. O karanlık süreçte, iktidara gelip bugün bizi demokrasi karşıtı gibi sunmaya çalışanlar ise ne tesadüftür ki 28 Şubat denilen dayatmaların doğrudan doğruya ürünü olup, bu kirli dönemin hedeflenen sonucu oluşmuş kadrolardır. Bu itibarla AKP, geleneksel köklerini inkâr ve red ile oluşmuş, yurt dışında tasarlanmış, yurt içinde tanımlanmış ve tamamlanmış bir siyasal projedir. Bizim Meclisten uzaklaşmamızla, AKP’nin iktidar olması arasındaki temel ilişkiler, ana başlıklarıyla:
Bu dönem içinde Türkiye üzerinde ve bölgemizde emelleri olanlar hiçbir engelle karşılaşmadan AKP teşrifatı ile dilediklerini uygulama imkanı bulmuşlar, tarih boyunca Türk milletine silah zoruyla yaptıramadıklarını hükümet vasıtasıyla gerçekleştirmişlerdir. Milliyetçi Hareket Partisi’nin TBMM çatısı altında temsil edilemediği 2002 ve 2007 yılları arasındaki yıkım hazırlığının özeti bundan ibarettir. Bugün karşımıza çıkan gelişmelerin ikinci aşaması ise partimizin bütün engelleri aşarak TBMM’de grup kurması ile ortaya çıkan süreçte olanlardır. Bu itibarla bugün yaşadıklarımızın bir bölümünü Milliyetçi Hareket Partisi’nin 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan seçimin sonuçlarında aramak gerekmektedir. Siyaset kurgularını MHP’siz bir Meclis üzerine şekillendiren AKP zihniyeti, ülkemiz üzerindeki bütün tasarruflarını hiçbir engelle karşılaşmadan rahatça yürütmek için planlarını o dönemde hazırlamıştı.
Bütün bunları gözlerden kaçırmanın yolu ise 22.dönem TBMM’de olduğu gibi ana muhalefet partisi ile kayıkçı kavgası yaparak yapay gerilimler oluşturmak, inanç istismarı ve sahte mağduriyetle siyasi ömrünü bir nebze olsun uzatabilmekti. Taviz, teslimiyet, ilkesizlik, boyun eğme üzerine şekillenmiş bu çürümüş siyaset algısının beklentileri, 22 Temmuz 2007 tarihindeki Milletvekili Genel Seçimleri ile suya düşmüştür. Milliyetçi Hareket Partisi’nin 71 milletvekili ile Mecliste yerini alması ve yüksek bir siyasi sorumlulukla oynanan oyunlara çomak sokması hem küresel oyunları hem de AKP ve CHP’nin iki kutuplu senaryosunu bozmuştur. Özellikle iktidarını tazeleyen AKP ve onun arkasındaki küresel mihraklar ile içteki işbirlikçi odaklar partimizin Meclise girmiş olmasını bir türlü hazmedememişlerdir. Milliyetçi Hareket Partisinin milletimizin bekasında ve ülkemizin varlığındaki önemi ve değeri ise aradan geçen süre içinde daha iyi anlaşılmıştır. Partimizin Meclis Grubu büyük bir fedakârlıkla ve sorumlulukla görevini yürütmüş, beklentilerin inadına tam bir kararlılıkla, umulanın aksine tam bir inançla milli görevlerini başarıyla gerçekleştirmişlerdir. Hükümetin en büyük umudu partimizin zamanla yorulması, direncini kaybetmesi ve yıkıma sürüklenen ülkemizde bu gidişe göz yumması olmuştur. Bugün partimize yönelik ağır saldırıların, hakaretlerin, tahriklerin ardında işte bu derin hayal kırıklığı vardır. Milliyetçi Hareket TBMM çatısı altında bulunduğu süre içinde çözülmeye, yıkılmaya, teslimiyete ısrarla direnmiş, milli meselelerin arkasında durmuş, milletimizin kendisinden beklediği direnişi sonuna kadar göstermiştir. Özellikle tek başına iktidar kuvvetinin hoyratlığı ile kendinde güç vehmeden AKP zihniyetinin açılım denen yıkımın ve PKK ile işbirliği arayışlarının MHP kalesine çarparak darmadağın olması Başbakan ve ekibinde şok dalgası yaratmış ve tam bir bozgun ve gerçek ricat hali bütün partisini kaplamıştır. Bugün öfke, hiddet, tahrik, telaş, panik ve tükeniş ve nihayet sonuçsuz saldırı olarak karşımıza çıkan AKP zihniyetinin durumu budur ve gerçekler bundan ibarettir. Türk milleti kavramından duyduğu rahatsızlık Başbakan Erdoğan’ı, bu milleti canı pahasına savunmaya yemin etmiş Milliyetçi Hareketin temsilcilerine saldırmaya varan bir tükenişin içine sürüklemiştir. Bütün bu gelişmeler, iktidardan gideceğini anlayan, saltanatının sona erdiğini gören, milletimizin sırtından atmaya hazırlandığını fark eden siyaset sırtlanlarının nafile saldırılarıdır. Ve milletimizin son kalesi olan MHP’nin surlarına çarpıp düşmeye mahkûmdur. Bu saldırılar yalnızca partimize değil onun temsil ettiği milli kimlik, milli dil, milli birlik ve milli devlete yönelik bir düşmanca tavırdır. Buradan sormak ve cevabını yaşananlardan çıkartmak lazımdır. AKP zihniyeti yedi yılı aşan uzunca süredir TBMM’dedir. Milliyetçi Hareket Partisini, sözde sindirmek, korkutmak için ayağa kalkanlara bakarak, bu yedi yıl içinde;
Vereceğiniz cevap hayır ise, AKP’nin yanlışları bizim doğrularımızdır. Biliniz ki değerli milletvekili arkadaşlarım doğru yerdeyiz, doğruları söylüyoruz, doğruların peşindeyiz. Milliyetçi Harekete karşı oluşan şer cephesinin ve ihanet ittifakının da nedeni budur. PKK’ya, Haçlı kalıntılarına boyun eğenler, teslim olanlar; şimdi Meclis içinde Milliyetçi Hareketi sindirme arayışına girmişlerdir. Bu zillete göz yumanlar, rıza gösterenler; sahibinin ağzından çıkan küresel talep listelerini yüce Meclis çatısı altında iştahla alkışlayanların bir kısmı, şimdi Türk milletinin sevdalısı MHP’yi durdurmak için oturdukları yerden kalkama cüreti göstermişlerdir. Bu, bin yıldır Türk milletinden intikam almak isteyenlerin, Türklüğü ağzına almak istemeyenler tarafından süregelen Haçlı zihniyetinin açık bir saldırısıdır. Bu, teslimiyetçilerin, yabancı Başkentlerde verilen tavizlere dur diyen Milliyetçi Harekete karşı işbirlikçilerin saldırısıdır. Türk ve İslam dünyasına yönelik sömürüye başkaldıran Milliyetçi Harekete karşı, küresel zulmünün eş başkanlarının saldırısıdır. Brüksel’de Avrupalı, Vaşington’da Amerikalı, Erivan’da Ermeni, Erbil’de Peşmerge olup da Ankara’da bir türlü Türk milletindenim diyemeyenlerin, bunu ağzına almaktan korkanların, kaçanların, ürkenlerin açıkça saldırısıdır. PKK ile kolkola ama MHP’ye düşman, Peşmerge ile can ciğer MHP’ye tepkili, Rumla kardeş, Ermeniyle dost ama MHP ile hasım olanların, Türk milletinden utananların, Türk tarihinden tiksinenlerin son çırpınışlarıdır. Büyük Kurultayımızda hepinize hatırlatmıştım: Bugün yaşadıklarımızın kökünün geçmişte, derinlerde olduğunu söylemiş, Türklüğe karşı bin yıldır sinmiş kin ve nefretin, saklandığı yerden AKP’yi görünce yeniden doğrulduğunu, hesaplaşmak için fırsat aradığını belirtmiştim.
Ve bütün bunları gerçekleştirmek için maalesef Türk siyasetinin içinden birilerini de bulduklarını açıklamıştım. Bu düşüncelerimde abartı bulanlar, bunu bir politik mesaj olarak görenler o günlerde yeterince ciddiye almamıştı. Tekraren söylüyorum ki, bu son olay yalnızca Meclis zemininde meydana gelen bir taşkınlık değildir. Türk milleti ile tam bir hesaplaşmanın işaretidir. Bu hesap,
Ve bunun adı bir kez daha tekrar ediyorum, dokuzuncu Haçlı seferidir. Ve yerlerinden kalkarak MHP sıralarına yanaşanlar ise son bir hamle yapmaya çalışan yorgun ve tükenmiş Haçlı kalıntıları gibidir. Bir tarafta Türk milleti vardır, diğer tarafta tarihi emeller, hırslar, kinler ve nefretler bulunmaktadır. Bir tarafta Türk milletinin sevdalısı Milliyetçi Hareket, diğer tarafta ise işbirlikçi cephenin içimizdeki temsilcisi Başbakan Erdoğan ve hükümetleri vardır. Bu şer cephesi Milliyetçi Harekete karşı elele vermiş, tertemiz vicdanları inanç istismarı ile doğramak; mütedeyyin yürekleri fitne ile karartmak istemektedir. Ve ülkemizi yıkmak için, birliğimizi dağıtmak için, milletimizi bölmek için; sizlerin dilsiz olmanızı, sağır olmanızı, kör olmanızı beklemektedir. Mecliste yaşananların da nedeni budur. Susmayan, durmayan, geri adım atmayan Milliyetçi Hareket, Başbakan Erdoğan’ın ve kadrolarının oyununu bozmuştur. Direnen, didişen, uğraşan Milliyetçi Hareket, küresel senaryoları boşa çıkartmıştır. Başbakanın öfkesi bundandır. Yaşadığı derin hayal kırıklığı bu yüzdendir. Kulaklarına kadar kızarmasına, gözünün dönmesine neden olan gerekçe, ne eşi olan hanımefendinin yaşadıklarıdır, ne de kendi partililerinin peygamber yakıştırmasıdır. İktidarda kalma umutları sönmüş, hesap verme korkusu iliklerine kadar işlemiş, her geçen gün irtifa kaybederek her ahlaksızlığa tutunmuş bir zihniyet iflasının tükenişidir. Milletin gözünden düşmenin, iktidarını kaybetmenin, yönetemez hale gelmenin, her gün adım adım erimenin, kaçınılmaz akıbete biraz daha yaklaşıyor olmanın gerginliğidir. Gerçekleri görmeye başlayan ve son oturumda Başbakanın tahriklerine karşı metanetlerini koruyarak yerlerini muhafaza eden AKP’li vekillerin yöneldikleri istikameti sorguladıklarını umuyorum. Çırpınışlar boşuna, tahrikler, yalanlar ve iftiralar beyhudedir. Kaçış ve kurtuluş yoktur. Er yada geç milletin hakemliğine gidilecektir.Ve beklenen son AKP zihniyetinin karşısına çıkacaktır. O gün geldiğinde ne yandaşların çırpınışları, ne hırsızların ve uğursuzların kıvranışları, ne başka başkentlerin yalvarışları onları kurtarmaya yetmeyecektir. Unutulmasın ki, millet sahipsiz değildir. Ülkem ümitsiz değildir. Yüreği Türkiye için çarpan milletvekili arkadaşlarım, Milliyetçi Hareketin Türkiye sevdalısı kardeşlerim, bilmenizi istiyorum ki, içten ve dıştan çepeçevre kuşatılan Türkiye’nin ümidi sizsiniz. Kuşatmayı yaracak ve milleti yalandan, dolandan, istismardan ve soygundan kurtaracak olan sizlersiniz. Bu yüzden de hedefte siz varsınız. Milletimiz uğruna ne baskılardan yılacağız, ne yolumuzdan döneceğiz. Ne geri adım atacağız, ne dayatmalara boyun eğeceğiz. Hak bildiğimiz, doğru olduğuna inandığımız yolda sonuna kadar gideceğiz. Milletimizin can yoldaşı, ecdadımızın temsilcisi olmayı sürdüreceğiz. Niyet sahipleri ayaklarını dek alsınlar, kuru tehditlere papuç bırakmayacağız. Ve nereden gelirse gelsin her türlü saldırıyı da anında def edeceğiz. Meclis'teki herkese sesleniyorum, MHP sıralarına bir metre yaklaşan bundan sonra ne olacağını görecektir. Değerli Milletvekilleri Adalet ve Kalkınma Partisi ile geçen yedi yılı aşan süre, bu kadroların ilkesiz siyaset anlayışını, teslimiyetçi ruh halini ve en önemlisi siyaseten ayakta durabilmek uğuruna yıkmadık değer, istismar etmedikleri mukaddesat bırakmayacaklarını herkese göstermiştir. Bizim bu siyaset şebekeleri ile onların ahlak anlayışlarını taklit ederek mücadele etmemiz söz konusu olamaz ve mümkün de değildir. Başbakan Erdoğan ve ekibinin bir gün fazla hükümet kalmak için sığınmayacağı, yıpratmayacağı ve kaşımayacağı hiçbir değerin olmadığını biliyoruz.
Bizim bunların düştükleri ve bizi de çekmeye çalıştıkları çukurda siyaset yapmamız söz konusu değildir. Merhum liderimiz Alparslan Türkeş Bey’i bile Ermenistan’la ilişkilerinde kirli siyasetleri için istismar malzemesi yapmak istedikleri hepinizin malumudur. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Türkeş Beyi ağızlarından düşürmeyenler, ne olmuştur da onu ve partimizi faşist olmakla suçlamaktadırlar. Bu ağız AKP’deki PKK ağzıdır. Başbakan MHP’yi tanımlamada İmralı Canisi ile ortak lisanda buluşmuştur. Dün Başörtüsü yasağının kalkması için bizimle işbirliği yapmak zorunda kalanlar, Cumhurbaşkanlığı seçiminde kilitlenmiş siyaseti açarken demokratik anlayışımıza alkışlayanlar şimdi ne olmuştur da bizi demokrasi düşmanı ilan etmişlerdir. Bu da tam iki yüzlü politikacı ağzıdır. Bu, milletimizi aldatmak için kurduğu tuzakların bozulmasıyla öfke nöbetleri geçirenlerin ruh halinin dışa yansımasıdır.
Bu karanlık tablonun ve aktörlerinin karşımıza çıkardığı gerçek AKP ‘de yaşanan çürüme, çözülme, çöküş ve çaresizliktir. Bundan kurtulmak için uygulamak istediği gerilim ve çatışma stratejisi de AKP’yi kurtaramayacaktır. Yıkım yolunda elele verdiği işbirlikçi medya gücü de beklenen sonun er yada geç karşılarına gelmesini durduramayacaktır. Biz ise milletimiz adına yolumuza devam edeceğiz. Yaklaşan iktidarımıza hazırlıklarımızı sürdüreceğiz. AKP’nin foyasını ortaya çıkartacak ve vatandaşımıza anlatacağız. Hesap günü yaklaştıkça artan tehditlere aldırmayacağız, sataşmalara kulak asmayacağız. Sonuna kadar mücadele edecek ve mutlaka başaracağız. Aziz milletim müsterih olsun, kaygıya ve korkuya kapılmasın: Milliyetçi Hareket varsa, umutlar bitmemiştir. Milliyetçi Hareket varsa, çare tükenmemiştir. Milliyetçi Hareket varsa, hesaptan kaçış yoktur. Muhterem Milletvekilleri, Geçtiğimiz haftaki Grup Toplantımızda yaptığımız konuşmada başbakan ile medya sektörü arasındaki kirli mutabakata dikkat çekmiş, milletimiz üzerindeki çarpıtma çabalarına, partimize yönelik karartmalara karşı uyarıda bulunmuştuk. Bu hafta içinde yaşanan gelişmelerin de medyada yer alış şekli bu tespitlerimizi doğru çıkartan sayısız örneği gözler önüne sermiş, bu konudaki haklılığımızı teyit etmiştir. Buradan açıklamak lazımdır ki, kimse partimizi de sevmek zorunda değildir. Kimse fikirlerimizi desteklemek mecburiyetinde değildir. Bunların tamamı kalem ve fikir sahiplerinin tercihleridir. Saygı duymak gerekir. Ne var ki, ekranlar önünde yaşanan son olayla ilgili olarak yapılan haberlerin ve bu haberlerden çıkılarak yapılan yorumların ahlaka da, insafa da, meslek terbiyesine de ve varsa hakkaniyete de sığdığını söylemek mümkün değildir. Biz kimseden partimizi övmesini, desteklemesi aramıyor ve istemiyoruz. Partimize yönelik saldırıları tarafsız bir gözle yorumlanmasını da artık beklemiyoruz. Ancak, hiç değilse vicdanın, izanın ve insafın kırıntısı kalmış olanlardan doğruları ve gerçekleri yazmalarını ve yorumlamalarını bekliyor ve takip ediyoruz. Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaşananlar yalnızca AKP zihniyetinin acziyetini göstermemiş, aynı zamanda kalemlerini satmış olanların da ahlaki sınavı olmuştur. Partimizin tamamen haklı olduğu bir konuda bile gerçeğin arkasında durmaktan korkanlar, gırtlağına kadar hükümete bağımlı hale gelmiş kiralık vicdanlar, yine aynı ahlaksızlığı sergilemişlerdir. Bu kez olsun, bu derece haklı olunan bir konuda bile doğruların yanında yer alma erdemini gösterememişlerdir. Buradan geçtiğimiz hafta içinde yaptığımız açıklamadaki uyarılarımızı tekrarlıyorum. Şerefini ve haysiyetini kaybetmişlerin, fikrini, kalemini ve yorumunu iktidara teslim etmişlerin bundan sonraki çabaları boşuna olacaktır. Milliyetçi-ülkücü irade, elindeki medya imkânlarını hükümet emrine tahsis etmiş medya patronlarını, bunların papağanı olmuş yazar ve yorumcuları asla affetmeyecektir. Yapılan haksızlıkları, yazılan yalanları, sipariş yorumları, ısmarlama manşetleri asla unutmayacak ve zamanı geldiğinde açmak üzere bunları tek tek not edecektir. Aziz milletimiz de hükümet ve işbirlikçilerine, karanlık haberleşme şebekelerine seçim sandığında gereken dersi verecektir. Ve o gün geldiğinde, Milliyetçi Hareketin iktidarında bu rezaletlerin sadık sorumluları, efendileri ile birlikte yargı önünde mutlaka hesaba çekilecektir. Değerli Milletvekilleri, Patenti Başbakan Erdoğan’a ait olan ve bizatihi kendisi tarafından adım adım ilerletilen siyasi gerilim stratejisi milletimizin huzur ve sükûnunu çok olumsuz etkilemektedir. İnsanımız bir tarafta açlık ve sefaletle boğuşurken, öbür tarafta toplumsal çatışma dinamiklerinin harekete geçmesiyle iyice köşeye sıkışmıştır. Bu süreç vatandaşlarımız arasındaki sosyal normların zayıflamasını hızlandırmakta ve hatta etkisiz hale gelmesiyle birlikte yaşama sevincine ağır bir darbe vurmaktadır. Bir konuşma kürsüsü gördüğü zaman, her defasında, öfke nöbetleri içine giren, sinirden damarları kabaran ve yüzünün rengi değişen Başbakan’ın, kaba ve iptidai siyaset tarzı artık tahammül edilecek boyutu aşmıştır. Kendi izansızlığını ve siyasi ahlaktan yoksunluğunu kapatmaya çalışanların, gerçekleri saptırma gayretleri ve saklandığı narsist kişilikle örtmeleri bu süreçte artık mümkün değildir. Başbakan Erdoğan’ın bir seçim stratejisi haline getirmek için harekete geçtiği yeni istismar konularını, değişik vatan köşelerinde gündemde tutmak için çabaladığına geçtiğimiz günlerde fazlasıyla şahit olunmuştur. Her seçim öncesinde, klasik ve bayağı hale gelmiş olan siyasi gerilim taktikleri, AKP’nin oksijen kaynağı ve Başbakan’ın yaşam enerjisi haline gelmiştir. Ve toplumsal stresin artarak ülkemizin her yanına yayıldığı ve yerleştiği artık üstü örtülmeyecek kadar berraklaşmıştır. Milletimizin geçim şartlarını kötüleştiren ve hayat pahalılığını azdıran iktidar partisi, özellikle ekonomideki başarısızlığının maskelemek için manevi değerleri ve kutsalları istismar ederek gündemi saptırmakla meşguldür. Bugünkü şartlarda; halinden memnun, sorunları çözülmüş, dertlerine deva olunmuş hiçbir toplumsal kesime şahit olunamayacaktır. Vatandaşlarımızın şikayetleri deyim yerindeyse endişe verici bir aşamaya gelmiştir. Şayet ortada zenginleşen, gelişen ve refahı yükselen birileri varsa –ki azınlıkta olan bir kesim vardır ve her geçen gün çoğalmaktadır- bunlar AKP’nin yolsuzluk ve talan politikalarıyla hayat bulmuşlardır. AKP markalı yolsuzluk ve usulsüzlükler yandaşları zengin etmiş, Başbakan Erdoğan devlet hazinesini, ‘yetim hakkı yedirmem’ gürültüsü ve yalanlarıyla, kendi yakınlarına peşkeş çekmiştir. İşsizlik azmış, yoksulluk çığ gibi artmıştır. Geride bıraktığımız ay içinde dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 812 liraya, yoksulluk sınırı ise 2 bin 645 liraya çıkmıştır. Bu kapsamda milyonlarca asgari ücretli kardeşimiz açlıkla boğuşmakta, memurumuz, işçimiz, çiftçimiz, esnafımız soluk almakta zorlanmaktadır. Ekonomik krizin tahribatından dolayı endişeye kapılan Başbakan Erdoğan, son günlerde teğet geçti ezberine yeniden takılmıştır. Krizin teğet geçtiğini sürekli tekrarlayarak, halkımızı kandırmaya ve sorunları örtmeye çabalayan bu özürlü bakış, ekonomik buhranın faturasını her geçen gün artırmaktadır. Ekonomideki derin çatlakları ve kırılmaları teğet sözüyle geçiştirmeye uğraşan Başbakan Erdoğan’ın, gerçekleri çarpıtarak milletimizin çoğalan sorunlarını hafife alması tam aldatmadır. Nitekim krizin teğet geçeceği yönündeki iddiasını durmadan tekrarlamasının yanında, değişik zamanlarda da sürtünerek geçtiğini söyleyen Başbakan’ın içinde bulunduğu değerlendirme bunalımı ülkemize çok ciddi zararlar vermiştir. Bizce krizin; kime nasıl ve ne şekilde sürtünerek geçeceği malumdur. Bu sözlerin en başta ekonomideki derin problemlerden dolayı mağdur olmuş vatandaşlarımızla alay etmek olduğu da kuşkusuzdur. Kaldı ki krizin yol açtığı hasarı tespit ederek, gerekli ve zorunlu tedbirleri bir an önce alması lazım olan iktidar zihniyetinin, hala söz oyunlarıyla günü geçiştirmesi anlaşılır, kabul edilebilir ve bağışlanabilir değildir. Teğet geçtiği iddia edilen kriz; kim ne derse desin ve Başbakan Erdoğan hangi süslü yalanları söylerse söylesin, milletimizin bağrını delip de geçmiştir. Bir önceki yılda ülkemiz, yüzde 6 oranında küçülme ile 56 ülke içerisinde 12’nci sırada yer almış ve ekonomisi 44 ülkeden daha fazla küçülmüştür. Krizin teğet geçtiği iddia edilen Türkiye ekonomisinde; bütçe açığı artmış, borç miktarı yükselmiş ve enflasyon insanımızın cebinden kırpmaya başlamıştır. Her zorluğu ve sorunu kendi dışındaki faktörlere ihale eden ve işin içinden sıyrılmaya çabalayan AKP hükümeti, en ufak bir iyi gelişmeyi de kendi marifetiymiş gibi sunmaktan hicap duymamaktadır. En başta işsizliğin gerekçesini başka ülkelerde de var diyerek geçiştiren bu zihniyetin, millet yararına ve dertlerinin kökünden çözülmesi için attığı sağlam bir adım ve aldığı yerinde bir karar bu zamana kadar olmamıştır. Bundan sonra olması da bu şartlar altında mümkün değildir. Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Huzurlarınızda Başbakan Erdoğan’ın belirli aralıklarla gündeme getirdiği ve bizim hükümet ortağı olduğumuz yıllara ait bir istismar konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz, hükümet belirli bir plan çerçevesinde, 2009 krizinin, toplumsal karşılığını azaltabilmek için belli başlı üç yola başvurmuştur. Bunlardan birincisi, öncelikle bu krizin bir küresel kriz olduğundan hareketle dışarıdan kaynakladığı ileri sürülmüştür. Elbette bu nafile ve son derece boş, aynı zamanda temelsiz bir iddiadır. Zira aklı başında herkesin takdir edeceği üzere, ekonominin dengeleri 2006 yılından itibaren bozulmaya başlamış ve Türkiye kendi yarattığı kriz çığının altında kalmıştır. Eğer bu krizin dış faktörlerden kaynaklandığı kabul ve ikrar ediliyorsa, o halde kriz öncesinde meydana gelen ekonomik büyümenin de küresel iklimdeki iyimser ve olumlu şartlardan ortaya çıktığı tutarlılık gereği itiraf edilmelidir. İkinci olarak, ısrarla krizin teğet geçtiği ve bize bir şey olmaz mantığı kapsamında şekillenmiştir. Elbette krizin ekonomiyi ve milletimizi can evinden vurduğu herkesin yaşadığı bir gerçektir. Ve bunu tevil etmenin akılla ve izanla bağdaşır bir tarafı olmayacaktır. Az öncede belirttiğim gibi, özellikle ekonomik daralma ve işsizlikte görülen artışla birçok ülkeden daha kötü performans sergilendiği bir vakadır. Ne var ki, kriz algılamasında hala, döviz kurundaki ciddi artışların belirleyici olduğu ve buna göre krizin büyüklüğü ya da küçüklüğüyle ilgili bir değerlendirme yapıldığı da doğrudur. Ancak, Türkiye’nin 2009 yılı krizi çok ağır sonuçlara neden olmuş, başta reel sektör olmak üzere, bütün kesimleri işlemez hale getirmiştir. Ve nihayetinde işsizlik ve sefalet bu krizin en bariz neticesi olmuştur. Ve üçüncü yolda ise bugünkü ekonomik kriz 2000 ve 2001 yıllarında gerçekleşen krizle karşılaştırılmış ve özellikle Başbakan Erdoğan o yılları gündemde tutmak için her şeyi yapmıştır ve halen de bu kirli propagandaya devam etmektedir. Bizim Başbakan Erdoğan’a bu konuda cevap verme gibi bir kaygımız yoktur. Ancak bazı gerçeklerin üzerindeki sis perdesinin aralanması artık mecburiyet halini almıştır. Eğer Başbakan Erdoğan, ekonominin yakalandığı 2009 büyük krizinin felaket tablosunu, dünü hatırlatarak unutturacağını zannediyorsa çok büyük bir yanlışın ve yanılgının içine düştüğünü bilmesi gerekmektedir. Hükümet ortağı olduğumuz dönemdeki ekonomik sorunlarla ortaya çıkan siyasi sonuca saygı duyduğumuzu ve bunun bedelini ödediğimizi daha önceki konuşmalarımda samimiyetle vurgulamıştım. Bu itibarla bizim saklayacak, gizleyecek ve utanacak bir şeyimiz yoktur. Asıl utanması gereken ve vatandaşımıza bugünkü kötü tabloyu reva gören, rahat ve iyi işleyen bir süreçte ekonomiyi krize sokan Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşlarıdır. Kabul etmek lazımdır ki; Türkiye 2000 Kasım ayında dövize yönelen yoğun spekülatif saldırıyı çok yüksek faiz, önemli oranda döviz rezervi kayıpları ve aldığı dış kredilerle püskürtmüştür. Bu doğrudur. Ve ne yazık ki, ekonominin bu sarsıntıdan sonra gelecek bir ekonomik türbülansa karşı da dayanma gücü zayıflamıştır. Nitekim Kasım krizinin hemen arkasından, 19 Şubat 2001 tarihinde, Milli Güvenlik Kurulu’nda başlayan bir tartışmayla, para tacirleri ve içeride siyasi operasyon yapma heveslisi küresel mihrakların uzantıları yeni bir spekülatif saldırı başlatmışlardır. Ve maalesef, 21 Şubat tarihinde, bankalar arası para piyasasında gecelik faiz ortalama yüzde dörtbin düzeyine çıkmıştır. 16 Şubat 2001 tarihinde Merkez Bankası’nın 27 milyar 94 milyon dolar olan rezervi, 23 Şubat 2001 tarihinde 22 milyar 58 milyon dolara inmiştir. Yani Türkiye ekonomisine yönelik saldırı sonucunda rezerv kaybı 5,36 milyar dolar olmuştur ve bu para spekülasyonla para kazanan ve ülkeler içinde siyasi dengeleri değiştirmeye çabalayan mihraklarca yönetilmiştir. Bundan asla kuşkumuz yoktur. Başbakan Erdoğan’ın ikide bir Merkez Bankasından bir gecede çekildiğini iddia ettiği paranın ve bu aşamaya nasıl gelindiğinin kısa özeti bu şekildedir. Ekonomideki bu alçakça ayak oyunların karar merkezi dışarıdadır ve taşeronları ise içeride tutunmuşlardır. Buradan Başbakan Erdoğan’a açıkça söylüyorum: Sen ve partin 2000 ve 2001 krizlerinin sonucunda ortaya çıktın. Kriz bataklığından üreyen siyasi virüsle hayat bulan ve iktidara ulaşan AKP zihniyeti, elbette yine ürediği yere geri dönmeye mahkûmdur. Biliniz ki, vatandaşımızın gelirlerini, devletimizin rezervlerini spekülatif saldırılarla kim hortumladıysa, AKP’ye destek olan, palazlanmasını sağlayan ve iktidara ulaşmasına zemin hazırlayan da aynı odaklardır. Amaç bellidir ve bize göre MHP’siz siyasetin gerçekleşmesi için, Merkez Bankası kaynaklarını vakumlayanlar Başbakan Erdoğan’a yol vermişler ve destek olmuşlardır. Başbakan Erdoğan’ın, bir gecede Merkez Bankası rezervlerinin kimler tarafından alındıyla ve nasıl el konulduğuyla ilgili aksi yönde iddiası varsa ve bununla ilgili dolaylı da olsa bir bağlantılarının olmadığını iddia ediyorsa; O halde bizim kendisine önerimiz şu olacaktır. Milletimiz bu hesabı sorma, müsebbiplerini araştırma imkânını sayısal anlamda maalesef partimize vermemiştir. Başbakan Erdoğan yedi yılı aşkın bir süredir iktidardadır. Hali hazırda siyasal gücüyle aşamayacağı engel de yoktur. Bu konuyu sürekli gündemde tutup kaşıyacağına, zerre kadar samimiyet taşıyorsa sorumlularını bir an önce ortaya çıkarmalı ve gereken cezayı vermelidir. Bu zamana kadar, konuyla ilgili bir girişimde bulunulmaması, Başbakan Erdoğan ve partisinin, Merkez Bankası’nın kaynaklarını talan edenlerle dolaylı bir irtibatının olduğunu göstermektedir. Eğer, gerçekler açığa çıkartılmazsa ve bu meseleyle ilgili lazım gelen inceleme ve soruşturma yapılmazsa, herkes bilmelidir ki, önce bunu savsaklayan Başbakan ve yandaşlarından, sonra da spekülasyonla paralarımıza el koyanlardan sonuna kadar hesap soracağım. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
|