14.06.2006 - Basın Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Metni
14 Haziran 2006

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerde maskelerin düştüğü ve gerçek niyetlerin açığa çıktığı bir kavşak noktasına gelinmiştir.

Avrupa Birliği sürecinde yaşanan son gelişmeler, ilişkilere baştan beri hakim olan hastalıklı yapının kangrene dönüştüğünü göstermiştir.

2005 yılı Ekim ayından bu yana sürdürülmekte olan tarama sürecinde ve Lüksemburg Ortaklık Konseyinde Türkiye’nin önüne getirilen dayatmalar ve bugün gelinen nokta, aslında beklenmedik bir gelişme olarak görülemeyecektir.

3 Ekim 2005 tarihinde sanal olarak başlatılan Avrupa Birliği süreci, esasen AKP hükümetinin bugün şikayet konusu yaptığı bu ağır şartların ipoteğine bağlanmıştır.

Bugüne kadar Avrupa Birliği yalan rüzgarıyla yol almaya çalışan Hükümet, günü ve görüntüyü kurtarabilmek uğruna Türkiye’nin milli birliğini, milli çıkarlarını ve geleceğini ipotek altına alan bütün bu şartları ve dayatmaları peşinen kabul etmiştir.

Siyasi meşruiyet krizi içinde çırpınan AKP hükümeti, Avrupa Birliği koltuk değneğiyle ayakta kalabilmek ümidiyle bu gerçekleri Türk Milletinden saklamak için benzeri görülmemiş bir aldatma ve yanıltma kampanyası yürütmüştür.

AKP hükümetinin siyasi bir milat olarak kutladığı 17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005 tarihlerinde kabul edilen bu siyasi faturaların şimdi tahsilat vadeleri gelmiştir.

Başlangıçta yapılan büyük hatalar kaçınılmaz olarak bugünkü tabloyu karşımıza çıkarmıştır.

Ucuz bir işportacılık anlayışıyla Avrupa Birliği hayal ticareti yapan AKP hükümetinin şimdi yalan malzemesi tükenmiş ve üzerinde tutunmaya çalıştığı zemin çatırdamaya başlamıştır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sorunlu ilişkilerin seyrine ve son Lüksemburg toplantısında cereyan eden gelişmelere toplu olarak bakıldığında, karşımıza şu gerçekler çıkmaktadır.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi sürekli olarak hırpalamayı amaçlayan dışlayıcı yaklaşımı ve bunun karşısında AKP hükümetinin sergilediği haysiyet kırıcı teslimiyetçilik, ilişkilerin geleceği olmayan kör bir çıkmaza sürüklenmesine yol açmıştır.

Türkiye-AB ilişkileri, senaryosu yalan, aldatmaca ve samimiyetsizlik olan bir bir pembe dizi niteliği kazanmıştır.

Bu anlayışlarda köklü bir değişiklik olmadığı sürece, ilişkilerin böylesine ağır ön şartların gölgesinde sağlıklı bir şekilde ilerletilmesi beklenemeyecektir.

Bu durumda, Türkiye’ye kerhen verilen üyelik perspektifi kağıt üzerinde kalmaya mahkum sanal bir hedef olmaktan öteye gidemeyecektir.

Bunlar kimsenin aksini iddia edemeyeceği objektif gerçeklerdir.

Demokratlığı ve muhafazakarlığı gibi Avrupa sevdası da sahte olan AKP, Avrupa Birliğini Türkiye’nin hayrına olmayan siyasi emellerini hayata geçirmek için başvuracağı bir bahane ve vasıta olarak görmüş ve bu amaçla kullanmıştır.

Bu ucuz oyunda şimdi yolun sonuna gelinmiştir.

AKP hükümeti de bunu çok iyi bilmektedir. Ancak, Avrupa Birliği simsarlığı dışında sarılacağı can simidi kalmadığından, bu gölge oyununu bir müddet daha sürdürmeye çalışmaktan başka bir çaresi bulunmamaktadır.

Nitekim, son Lüksemburg Konsey toplantısında da emsalsiz bir riyakarlık sergilenmiş ve bu oyunun son perdesi sahneye konulmuştur.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Lüksemburg toplantılarına giden süreçte AKP hükümetinin uyguladığı senaryo ile 3 Ekim senaryosu arasındaki şaşırtıcı benzerlik gözlerden kaçmamıştır.

3 Ekim öncesi AB’nin Kıbrıs konusundaki dayatmaları karşısında Dışişleri Bakanı’nın uçağını hazır bekleterek içi boş cesaret mümayişi yapan hükümet, sonunda bu engelin aşıldığı yalanını söyleyerek Konsey toplantısına gitmiş ve şimdi tıkanan göstermelik süreç bu şekilde başlatılmıştır.

Aynı senaryonun yedi ay sonra Lüksemburg toplantısında da tekrarlanması, AKP’nin 3 Ekim’de kamuoyunu aldattığını açık bir biçimde ortaya koymuştur.

Hükümet bu konuda suçüstü yakalanmıştır.

Lüksemburg Konsey toplantısında Kıbrıs sorununun Türkiye’nin karşısına yeniden çıkartılması, bu konunun Türkiye-AB ilişkilerinde tek başına belirleyici bir unsur olarak kemikleştiğini bir kere daha göstermiştir.

Uçak bekleterek AB dayatmalarına karşı direnme görüntüsü vermeye çalışan AKP’nin Dışişleri Bakanı, bu sahte kahramanlık gösterisi sonrası, Kıbrıs dayatmasının gölgesinde yapılan AB toplantıları için Lüksemburg’a gitmeyi içine sindirebilmiştir.

Kıbrıs şartı kalkmazsa Lüksemburg’a gitmeyeceğini açıklayan AKP hükümetine şimdi buradan sormak isteriz.

Lüksemburg’a gittiğinize göre, Kıbrıs konusu AB sürecinde bir ön şart olmaktan çıkmış mıdır?

Bu konuda AB’nin kayda geçirdiği ağır kararlar hükümsüz hale mi gelmiştir?

Kıbrıs Ek Protokolü’nü onaylama ve Türk limanlarının Rum gemilerine açılması şartları geri mi çekilmiştir?

AKP hükümetinin bunlar karşısında söyleyeceği bir şey yoktur. Bu soruların cevabı çok açıktır.

AB’ye mahkûm olan hükümet yeni bir orta oyunu sergilemiş ve Kıbrıs şartı konusunda hiçbir şey değişmemiş olmasına rağmen, uzlaşma sağlandı yalanıyla bu mahkumiyetin gereğini yapmış ve başı öne eğik olarak Lüksemburg’a gitmiştir.

Kıbrıs Rum yönetimi, Türkiye ile bir kere daha oynamıştır. AB mahkûmu AKP ise Rumların oyuncağı olmayı yine kabullenmiştir.

Sahte Lüksemburg başarısının hikayesi ve gerçek yüzü maalesef budur.

Rumlar toplantıda bütün istediklerini kabul ettirmişler ve amaçlarına ulaşmışlardır.

AB’nin 21 Eylül 2005 tarihinde Kıbrıs konusunda yaptığı ve Türkiye’ye karşı çok ağır ifadeler içeren Ortak Deklarasyon AB tutum belgesinde bir kere daha teyit edilmiş ve kayda geçirilmiştir.

Bu deklarasyonda, Kıbrıs Rum yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olduğu, Türkiye’nin bu gerçeği kabul etmesi ve Türk limanlarının Rum gemilerine açılması gerektiği, bunun AB sürecinin ilerletilmesinin ön şartı olduğu çok açık bir şekilde ortaya konmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın, bu deklarasyondan bir gün sonra, 22 Eylül 2005 günü yaptığı açıklamada yer alan hususları, hafıza tazelemek amacıyla bu vesileyle hatırlatmak isteriz.

Dışişleri Bakanlığımızın açıklamasında AB deklarasyonunun üzüntüyle karşılandığı, Türkiye ile AB arasında 40 yılı aşan geleneksel işbirliğinin ruhu ile bağdaşmayan bir üslup içinde haksız yaklaşımlar içeren deklarasyonun kabul edilemez olduğu belirtilmiştir.

Şimdi bu AB deklarasyonunun Lüksemburg’da bir kere daha kayda geçirilmesinin AKP hükümeti tarafından Kıbrıs engelinin aşıldığı yalanına dayanak olarak kullanılmaya çalışılması tek kelime ile büyük bir yüzsüzlük örneğidir.

Avrupa Birliği’nin ortak mevzuatının bulunmadığı Bilim ve Araştırma konularında teknik bir işlem karşılığında Türkiye yine ağır bir siyasi fatura ödemiştir.

Üstelik bu bile haysiyet kırıcı bir şekilde şarta bağlanmış ve Türkiye’nin Kıbrıs talep listesinde yer alan dayatmaların gereğini yapmaması durumunda, bilim ve araştırma faslına yeniden dönüleceği vurgulanmıştır.

Bu gerçekler ortada dururken AKP hükümetinin hala önemli bir psikolojik eşiğin aşıldığından ve fiili müzakerelere başlandığından dem vurması, hiçbir anlam ifade etmeyen boş bir hezeyandır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Bundan önce de çeşitli vesilelerle dile getirdiğimiz gibi, Kıbrıs konusu Avrupa Birliği sürecinde ciddi bir kırılma noktası olarak karşımıza çıkmıştır.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin önüne koyduğu mayınlı yol haritasına bakıldığında şu gerçekler görülecektir.

Avrupa Birliği, Rumların Kıbrıs’ın tek meşru temsilcisi olarak tanınmasını, ilişkilerin normalleştirilmesini ve Türk limanlarının Rum gemilerine açılmasını, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinde ilerleme sağlanması için zorunlu bir kriter haline getirmiştir.

AKP hükümetinin büyük bir başarı olarak pazarladığı göstermelik 3 Ekim süreci, yazılı olarak kayıt altına alınan bu şartlara bağlı olarak başlatılmıştır.

Bundan sonraki dönemde, Türkiye Kıbrıs ek protokolünü imzalayarak ilk dayatma faturasını ödemiştir.

Avrupa Birliği ise, Kıbrıs Türklerine reva görülen haksız ambargoları aynen sürdürmüş, bunların kaldırılması ve Türk kesimi ile doğrudan ticaret yapılması konusunda hiçbir adım atmamıştır.

Türkiye ve Kıbrıs Türkleri bu konuda da açıkça aldatılmıştır.

Buna karşılık Rum tutumunu aynen benimseyen Avrupa Birliği, Kıbrıs Ek Protokolü’nün Türkiye tarafından biran önce onaylanması ve limanların Rum gemilerine açılması baskılarını arttırarak sürdürmüştür.

Türkiye’nin bu konuda AB taleplerini yerine getirmemesi halinde AB sürecinin sekteye uğrayacağı açıkça ilan edilmiştir.

Bunun için bir ültimatom gibi önümüze konulan zaman sınırı da 2006 yılı sonbaharı olarak belirlenmiştir.

Avrupa Birliği, bu kapsamda yerine getireceği iki şartı AKP hükümetine tebliğ etmiştir:

Hükümet, ilk önce imzaladığı Kıbrıs Ek protokolünü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirecek ve onaylatacak, bundan sonra da limanları ve havalananlarını Rum gemi ve uçaklarına açacaktır.

Birinci şartın yan unsurlarına biraz daha yakından bakıldığında, AB sürecinin Kıbrıs ipoteğinin ağırlığı ve nihai amacı daha iyi anlaşılacaktır.

Kıbrıs Ek Protokolünün AB bakımından onay sürecinin tamamlanması Avrupa Parlamentosu tarafından askıya alınmıştır. AB, bu konuda Türkiye’ye iki dayatmada bulunmaktadır.

Protokol önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylanacak ve Kıbrıs konusunda Türkiye’nin yaptığı tek taraflı siyasi beyan bu onay sürecinin parçası olmayacaktır. Diğer bir ifade ile Türkiye’nin Protokol’ü onayı, siyasi beyanla hiçbir şekilde ilişkilendirilmeyecektir.

Görüleceği gibi Avrupa Birliği bu dayatmasıyla, egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olan Türk Milletinin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Meclisini vesayet altına almaya ve milli irade üzerinde ipotek kurmaya cüret etmektedir.

Bu gerçeği çok iyi bilen hükümet, şimdi telaş içinde çırpınmakta ve bir kılıfına uydurarak AB’nin bu dayatmasını karşılamanın yollarını aramaktadır.

Hükümetin Kıbrıs Ek Protokolünü, imzalamasının üzerinden bir yıla yakın bir süre geçmesine rağmen hala Meclis onayına sunmaması bu bakımdan çok düşündürücüdür.

Zaman kazanmaya çalışan hükümet, bir imkân bulabilirse ve gücü yeterse, Ek Protokolü Meclis onayından kaçırmak veya en azından Kıbrıs siyasi beyanı olmaksızın onaylatmak hesabı ve hazırlığı içindedir.

Bütün bu hususlar, esasen sakat bir zeminde sürdürülen Türkiye-AB ilişkilerinde süratle bir kriz ve kopma noktasına gidildiğine işaret etmektedir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Avrupa Birliği tarama sürecinin bu ilk aşamasında masaya getirilen Kıbrıs ön şartlarından sonra, önümüzdeki kısa dönemde diğer dayatmaların da peşpeşe karşımıza çıkarılacağından kimse şüphe duymamalıdır.

Nitekim, Lüksemburg Ortaklık Konseyi AB tutum belgesinde Türkiye’ye güneydoğu sorununu diyalog yoluyla çözmek amacıyla kapsamlı bir yaklaşım geliştirmesi için çağrıda bulunulmuştur.

Bir sorunun çözümü için diyalog yapılması, ancak iki tarafı olan bir meselede mümkündür bu durumda, AB’nin Türkiye Cumhuriyeti devletine kiminle diyalog yapma çağrısında bulunduğu çok açık olarak anlaşılmaktadır.

AB, terör örgütü PKK’nın ve uzantılarının siyasi muhatap olarak görülmesini sağlamaya çalışmaktadır.

Bunun yanı sıra, eğitim ve kültür konularında Fransa’nın azınlık haklarına ilişkin siyasi kriterleri gündeme getirmek için bir girişim başlattığı basına da yansımıştır.

Bu konudaki haberlerden AKP hükümetinin çok güç durumda kaldığı ve bundan ziyadesiyle rahatsız olduğu anlaşılmaktadır.

Burada, hükümetin rahatsızlık duyması AB’nin taleplerinin özünden ziyade, bunların erken bir safhada fatura edilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır.

Zira, bu konuda, karşımıza çıkarılan dayatmanın ne olduğu, Avrupa Birliği’nin Türkiye için hazırladığı yol haritasında esasen ortaya konulmuştur.

Burada Türkiye’den istenilen, ilk adım olarak Türkçe dışındaki yerel dillerde özel öğrenim ve radyo televizyon yayınlarının önünün açılmasıdır.

Avrupa Birliği’nin taşeronu olan AKP hükümeti, buna imkân sağlayacak bütün yasal düzenlemeleri yapmış ve bunu da Türk Milletine çağdaşlaşma ölçücü olarak pazarlamıştır.

Ancak, masum bir kültürel talep olarak gösterilmeye çalışılan bu konunun, Avrupa Birliği’nin Türkiye’de zorla suni azınlıklar yaratma siyaseti çerçevesinde, Türk Milletinden ayrı bir mensubiyet şuuru oluşturma amacına hizmet edecek bir araç olarak görüldüğü anlaşılmıştır.

AKP hükümetinin anadilde özel öğrenim ve özel radyo televizyon kanallarında yayın yapılması imkânını sağlamasından sonra yaşanan gelişmeler bunu teyid etmiştir.

Bütün bunları yeterli bulmayan AB ve Türkiye’deki bölücü mihraklar, özel kursların amaca hizmet etmekte yetersiz kaldığı, anadil öğreniminin devlet eliyle ve maddi desteğiyle yapılmasının gerekli olduğu iddia ve talepleriyle ortaya çıkmışlardır.

Lüksemburg’da yapılan son Ortaklık Konseyi toplantısın da, Kürtçe öğrenimine destek verilmesi talebi Türkiye’nin önüne yazılı olarak konulmuştur.

Anadilde radyo-televizyon yayınlarına getirilen denetim sistemlerinden de rahatsız olan aynı çevreler, yayın saatlerinin arttırılmasını ve Türkçe alt yazı zorunluluğunun kaldırılmasını istemişlerdir.

Her konuda AB korkusuyla hareket eden AKP hükümetinin, eğer siyasi ömrü yeterse, bu konudaki talepleri de karşılamak için bazı adımlar atması çok muhtemeldir.

Bunun işaretleri de esasen görülmeye başlamıştır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

AKP hükümetinin AB karşısındaki kayıtsız ve şartsız teslimiyetinin çok tehlikeli yansımaları, Türkiye için hayati önem taşıyan terörle mücadele konusunda da görülmektedir.

AKP hükümetinin terörle mücadelede devlet güçlerini zaafa uğratan bir gaflet siyaseti izlediği ortadadır.

Terörle mücadeleyi sürekli savsaklayan AKP hükümeti, bunun yerine siyasi bölücüleri cesaretlendirmek ve önlerini açmak için sinsi bir gayret içine girmiştir.

Terörle Mücadele Kanunu tasarısının TBMM Komisyonlarında uyutularak rafa kaldırılması ve terörü alenen destekleyen ve etnik tahrikçilik yapan bazı Belediye Başkanları hakkında başlatılan göstermelik soruşturmanın hala bir sonuca bağlanamaması, bu tehlikeli zihniyetin son tezahürleri olmuştur.

PKK’nın hain saldırılarının sürdüğü ve Anadolu’ya taşınan şehit cenazelerinin yürekleri dağladığı bir dönemde, Avrupa Birliği korkusu ile terörle mücadele konusunda çark eden AKP hükümeti Türkiye’nin güvenliğini ve geleceğini ateşe atmaktadır.

Terörle Mücadele Kanunu konusunda ipe un seren AKP’nin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tatile girmeden önce AB dayatmalarını karşılamak için yeni bir uyum paketini gündeme getirmek konusunda gösterdiği sabırsızlık ve heyecan, bu bakımdan da ibret vericidir.

Hükümetin AB konusundaki bu bozuk sicili karşısında, Başbakan Erdoğan’ın AKP il kongrelerinde AB konusunda onurlu duruştan ve onurlu üyelikten bahsetmesi, kendisi ve partisi açısından hazin bir durumdur.

Türkiye’nin onuru ve haysiyeti üzerinden siyaset yapanların ve Türkiye’nin milli çıkarlarını ucuz pazarlıklar da alınıp satılabilen bir meta olarak görenlerin, milli onurdan ve haysiyetten bahsetmeye hakları yoktur.

AB’nin Türkiye’yi hor ve hakir görmesine seyirci kalan Başbakan’ın hala AB konusunda yere sağlam bastıklarını ve derslerini iyi çalıştıklarını söyleyebilmesi, cereyan eden bütün bu olaylardan ders almadığını göstermektedir.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde ev ödevi ve ders çalışma mantığıyla bir yere gidilemeyeceği bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştır.

Giderek marazi bir hal alan bu hastalıklı yapının değişmesi ve ilişkilerin yeni bir tanıma kavuşturulması, mutlak bir zorunluluk olarak karşımızdadır.

Ancak, bunun AKP hükümetinin teslimiyetçi anlayışıyla yapılamayacağı da ortadadır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Bütün bu yaşananlardan sonra AKP’nin hayali istikrar masallarıyla, ucuz duygu istismarı ve umut ticaretiyle ve suni gündemlerle ayakta kalması artık düşünülmeyecektir.

AKP testisi çatlamıştır, artık su tutması mümkün değildir.

İçerde ve dışarıda sürekli kan kaybeden Türkiye, her bakımdan tıkanmış ve boğulma noktasına gelmiştir.

Bu cendereden demokratik kurallar içinde yegâne çıkış yolu, emanetin sahibi olan Türk milletinin hakemliğine gidilmesidir.

Türkiye’nin kardeşliğini hedef alan tahriklerin çok tehlikeli boyutlara ulaşması, Avrupa Birliği sürecinin sekteye uğraması ve hükümetin Kıbrıs’ta iyice köşeye sıkışması, erken seçim sürecini hızlandıracak unsurlar olacaktır.

IMF emrine verilen ekonomik ve sosyal politikaların Türk milletini can çekişme noktasına getirmesi, giderek ağırlaşma eğilimi gösteren ekonomik kriz, siyasette yaşanan kirlilik ve AKP kadrolarının topyekün bulaştığı yolsuzluk çamuru, AKP’nin erken seçime karşı direnişini kıracak önemli dinamikler olarak görülmelidir.

AKP ile tarihi hesaplaşma, demokratik bir zeminde ve seçim sandığı başında yapılacaktır.

2006 yılı, erken seçim yılıdır. Sandık ufukta görülmüştür.

AKP’nin buna karşı direnmesi artık beyhudedir.

AKP için siyasi mahşer günü gelmiştir.

Sözlerime son verirken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor ve basın toplantımıza katıldığınız için şükranlarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı