Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Muhterem Basın Mensupları, Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Her gün yeni bir iflasın ve skandalın toplumu sarstığı Türkiye’mizde, dün itibariyle iki çok önemli gelişme ülkemizin gündemine düşmüştür. Bunlardan birincisi, Gazze’ye yardım götüren ve tamamen sivil toplumun barışçı ve samimi girişimine İsrail’in yaptığı alçakça saldırı sonucunda, sayıları henüz resmi olarak açıklığa kavuşmamış çok sayıda vatandaşımızın hayatını kaybetmesi ve yaralanmasıdır. İkincisi ise tırmanan terör olaylarının son aşaması olarak İskenderun’da Deniz Üs Komutanlığı’na yapılan saldırı sonucunda yedi askerimizin şehit olması ve sekiz askerin yaralanması ile sonuçlanan olaydır. Sivil ve asker bütün şehitlerimize, bütün kayıplarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, aziz milletimize başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Muhterem Milletvekilleri, Türkiye, hükümetin çaresiz ve çapsız politikalarının sonucu yakın dönemin en ağır bunalımlarının sancılarını derinden yaşamaya başlamıştır. Hayatın her alanında milletimizin karşısına çıkan felaketler, facialar, saldırılar ve zulüm artık tahammül edilemez boyutlara ulaşmıştır. Ve ne acıdır ki, geride kalan yıllarda yaptığımız bütün uyarı ve öngörüler birer birer çıkmaya başlamış; ülkemiz stratejik, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel bir felaketin eşiğine kadar gelmiştir. Tamamen göz boyamaya, vicdanların istismarına, başarısızlığa bahaneler üretmeye ve rezaletleri sineye çekmeye dayalı ilkel, seviyesiz ve teslimiyetçi bir siyasetin yedi buçuk yılın sonunda geldiği ve Türkiye’yi getirdiği uçurumun kenarı burasıdır. Devletin varlığına, milletin birliği ve devamına, toplumun dirlik ve düzenine, tarihi şeref ve haysiyetimize yönelmiş en alçakça saldırılar karşısında, hükümet tam bir bozgun hali yaşamaktadır. Ve daha da vahimi, daha da önemlisi, daha da tehlikelisi, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Başbakan Erdoğan bu bozgunun, bu hezimetin ve bu ricat halinin yalnızca sonucu değil, bizatihi nedenidir, gerekçesidir ve kaynağıdır. Yaşadığımız sancılı gelişmeler, içine düştüğümüz darboğaz ve yedi buçuk yılın ağır bedel ödenen tecrübeleri milletimize artık göstermiştir ki Başbakan Erdoğan adeta Türkiye’yi çökertmek ve Türk milletini bölmek için misyon üstlenmiştir. Bunca uyarıya, bunca olaya ve bunca derse rağmen yanlışta hala ısrar eden bu zihniyetin ve ekibinin, savaş mağlubu bir ülkenin elleri kelepçeli yöneticileri gibi yaşadıkları boyun eğmişlik halinin başka bir izah yolu ve anlamı kalmamıştır. Bugün derinden hissettiğimiz ve yaşadığımız ağır tablonun tek ve yegane sebebi, sorumlusu ve sonucu Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Bu hükümetle gidilecek başka yol, bu aciz adamlarla ulaşılacak başka bir menzil, varılacak mutlu, müreffeh, şerefli bir gelecek kesinlikle yoktur. Türkiye’yi AKP hükümeti değil, hükümet üzerinden küresel projeler ve kanlı küresel niyetler yönetmektedir. İsrail, yardım götüren vatandaşlarımıza hunharca saldırmaktadır. Başbakan Erdoğan ise “Medeniyetler İttifakının Eşbaşkanı” ünvanı ile Brezilya’da çalım satmaktadır. Aklı ve vicdanı olanlara soruyorum. Eş başkanı olarak taşeronluk yaptığınız medeniyet hangi medeniyettir? Bu oyuna nasıl girdiniz, bu akıntıya nasıl kapıldınız? Eli kanlı PKK ve destekçisi Barzani, Mehmetçiklerimize saldırılarını artırmıştır. Bunlar yaşanırken, Başbakan Erdoğan ise Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı olmaktan iftihar etmektedir. Yine, içinde biraz millet ve mukaddesat kırıntısı kalmış olanlara soruyorum? Küresel zalimle el ele tutuşarak, İslam’a yapılan zulmün suç ortaklığını nasıl kabullendiniz? Kim sizi zorladı, kim sizi tutsak aldı, bu esarete nasıl düştünüz? Vatan sevgisini, millet sevdasını ve tarihe saygıyı zaten aramıyoruz da vicdanlarınızda hiç mi utanma duygusu yoktu? Bu teslimiyete nasıl sürüklendiniz? Değerli Arkadaşlarım, 22 Temmuz seçimlerinden önce biz bunu gördük ve “ya milliyetçilik, ya teslimiyetçilik” dedik. Ve her alanda haklı çıktık. Peşmerge ile pazarlık yapmayın, terörü böyle önleyemezsiniz, bir gece Kandil’de görünün dedik. Azan terörle haklı çıktık. “Van minut” diyerek sahte çıkışlar yapmayın, gerçek bir Ankara duruşu gösterin ve işe Musevilerden aldığınız başarı ödüllerini iade ederek başlayın dedik, yaşananlarla haklı çıktık. Milletimizin huzurunu, Mehmetçiğimizin hayatını, ülkemizin güvenliğini Amerika’nın merhametine terk etmeyin, çözemezsiniz dedik. Ödenmeye devam eden ağır bedellerle haklı çıktık. Açılım ihanettir, PKK ile pazarlıktır; pazarlıkla terör durmaz dedik, ve maalesef haklı çıktık. Habur’da yaşanan alçaklıktır; PKK ile kucaklaşarak terör bitmez dedik, kayıplar son bulmaz dedik, haklı çıktık. Bölücülüğü ciddiye alın, kardeşliğimize zarar vermeyin, kimlikleri tahrik etmeyin, milletimizi bölmeyin yazık edersiniz dedik, haklı çıktık. Ve AKP’ye, ülkemizi düşürdüğünüz zilletin sorumlusu sizsiniz, bahaneyi anayasalarda aramayın dedik ve bu düşüncemizde de mutlaka haklı çıkacağız. Başbakan tamamen tükenmiştir, hükümet tamamen bitmiştir, AKP tamamen aciz, çaresizdir ve etkisizdir. Milletimizi daha büyük felaketlerle yüzleştirmeden, Başbakan Erdoğan ve hükümeti aklını başına almalı ve girilen tuzaklarla dolu yolun bu kavşağından bir an önce dönmelidir. Değerli Milletvekilleri, İsrail askeri güçlerinin, Gazze’de tecrit edilen Filistinli kardeşlerimize yardım malzemesi götüren sivil gemilerimizi hedef alan hunhar saldırıları bütün yurtta haklı infial uyandırmıştır. Tamamen insani amaçlarla ve sivil toplumun iyi niyetli ve samimi çabalarıyla yürütülen bir yardım faaliyetinin katliama varan tepki ile sonuçlanmış olması Türk milleti tarafından asla kabul edilmeyecek olan bir saldırganlıktır. Mazlum Gazzeli kardeşlerine insani amaçlarla yola çıkmış yardım gemimize yapılan saldırı Türk milletine karşı açık bir düşmanlıktır. İsrail devleti, bu kanlı eylemle, yıllardır mazlum Filistinlilere reva gördüğü zulme, bu kez Tük milletinin evlatlarını da dahil etmiş ve telafisi mümkün olmayacak yaranın açılmasına neden olmuştur.
Tamamen sivillerden oluşan ve kardeşlerine yardım etmekten başka bir amacı olmayan kadirşinas milletimin temsilcilerine karşı İsrail ordusunca yapılmış saldırı doğrudan Türk milletine yapılmıştır. Bu hunhar saldırıdan sonra, hiçbir özür, bahane, gerekçe olayı örtemeyecek, Türk milleti bu saldırganlığı hesap hanesine mutlaka yazacaktır. Olayın gerçekleştiği saatlerde, Başbakan Şili’de, Dışişleri Bakanı Brezilya’da küresel projelerin taşeronluğunun peşindedir. Günün ilerleyen saatlerine kadar hükümet suskun, aciz ve çaresizdir. Milletimiz, Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada yer verilen “sonuçlarına katlanırsınız” ifadesinin, ve ilerleyen saatlerde Başbakan’ın uyarısındaki “yetti artık” sözünün gerçek karşılığını görmek istemektedir. Sabırsızdır. Umarız ki, bu ikazlar, Başbakan ve hükümetinin geçmişte PKK’ya ve Barzani’ye karşı savurduğu kuru tehditler gibi boş sözlerden ibaret olmasın, bugün söylenenler yarın unutulmasın. Türk milleti, bu mütecaviz ve alçakça saldırıları durdurmaya da, cevabını vermeye de muktedirdir. Türk devleti, kendinde güç vehmederek tarihi bir yanılgıya düşenlere gereken karşılığı vermeye kadirdir. Milletimizi haklı iken haksız çıkartacak duygusal tepkilerden uzak kalmaya; doğru zeminlerle ve doğru yöntemlerle İsrail’den soracakları hesabın arkasında durmaya, ancak sağduyuya çağırıyorum. Türkiye’nin sokaklarda taşkınlık yaparak bulacağı bir çözüm yoktur, tepkiler demokrasinin sınırları ve meşruiyet içinde olmalıdır. Konu bu aşamadan sonra siyasetin de üstünde milli bir konudur. Bu olayla birlikte, İsrail ile ilişkilerin geleceği hakkında derhal yeni bir strateji belirlenmelidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi acilen özel gündemle toplanmalıdır. Bu toplantıda, yaşanan saldırılar, geride kalan diplomatik skandallar, karşılıklı restleşmeler de dahil olmak üzere Türkiye-İsrail ilişkileri değerlendirmelidir. Hükümet, geçmişte yaptığı gibi İsrail’le ilişkilerindeki ikircikli tavrından vaz geçmelidir. Bu konuda verilecek tepkilerin siyasi, hukuki ve diplomatik ve gerekirse askeri olmak üzere ayrıntılı esasları belirlenmelidir. İsrail taraftarlığı ve karşıtlığı üzerine magazinleştirilen ilişkiler süreci iç siyasetin ucuz malzemesi haline getirilmeden derhal en sert karşılık verilmelidir. Geride kalan yıllarda olduğundan farklı; geçici, hamasi, oyalayıcı siyaset üslubundan kaçınılarak, vicdanı ve onuru yara almış Türk milletinin müsterih olacağı ve kabul edebileceği bir çözüm yöntemi oluşturulmalıdır. Süleymaniye’de askerimizin başına geçirilen çuval olayındaki gibi bir geri adım, yüz sürme, boyun eğme, alttan alma, idare etme gibi zaaflardan mutlaka kaçınılmalıdır. Bu çerçevede olmak üzere, meydana gelen olayla ilgili olarak dün yaptığım önerileri tekrarlıyorum. İsrail’deki büyükelçimiz geri çekilmiştir. Bu çekilme süresiz olmalıdır. İsrail’le askeri alandaki ilişkiler ve savunma sanayinde sürdürülen işbirliği kesilmelidir. Bir süredir geçici üyeliği Türkiye’de olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nezdindeki girişim yerinde ve doğrudur. Bu platformda kınama, çözüm ve tazminatlar için girişimde bulunulmalıdır. İsrail’in alıkoyduğu, hayatını kaybeden, yaralanan ve tutulan vatandaşlarımız ile yardım gemileri acilen iade edilmelidir. Bu düşmanca tavrın sonucunda ortaya çıkan mağduriyetin ve kayıpların hakları ve hukuku mutlaka takip edilmeli ve İsrail’den tazminat talep edilmelidir. Türk milletine yönelik bu düşmanlığın özrü ve pişmanlığı, İsrail’in resmi ağızlarından mutlaka istenmeli, cinayetlere neden olan sorumluların ortaya çıkartılması ve adalete sevki talep edilmelidir. Bunlar hem insan olmanın bizlere tanıdığı imkanlardır, hem de uluslar arası hukukun meşru gördüğü taleplerdir. Yeter ki bağımsızlıktan korkmayan bir hükümet, yeter ki yabancıların boyunduruğuna girmemiş bir Başbakan ve yeter ki küresel talepleri ayakta alkışlamayan çürümüş zihniyetler işbaşında olsun.
Benim önerim şudur: İflasınızı ilan edin, bunca yıldır yönetemediğinizi itiraf edin, bu gidişatın sizi felakete götüreceğini idrak edin ve emaneti ehline teslim edin. Demokratik siyaset sorunların çözümünde bütün kapıları açmaktadır. Makamlar, mevkiler geçicidir, önemli olan millete hizmettir. Yapamayan gidecektir. Yapamayacağı anlaşılan gidecektir. Tahrip eden gidecektir. Ayıran, bölen, parçalayan gidecektir. Başaracak gelecektir. Birleştirecek gelecektir. Yapacak olan gelecektir. Milletim hiç korkmasın. Milliyetçi Hareket varsa umut vardır, çare vardır. Milliyetçi Hareket mutlaka gelecek ve muhakkak başaracaktır. Muhterem Milletvekilleri, PKK’nın giderek tırmanan saldırıları son haftalar içinde görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. Terör örgütü uzun süredir uyguladığı mayınlı ve uzaktan kumandalı bombalama eylemlerinin yanı sıra yeni bir saldırı ve eylem stratejisine geçmiştir. Başbakan Erdoğan’ın gaflet ve dalalet siyaseti ihaneti coşturmuş, açılım denen yıkımın bütün gerçekleri ortaya çıkarak, terör örgütü eylemlerini ve çatışmalarını cepheden sürdürmeye başlamıştır. Dün İskenderun’da yedi askerimizin şehit olması, sekiz askerimizin yaralanması ile neticelenen saldırı ile birlikte, 1 Mayıs 2010 tarihinden 1 Haziran 2010 tarihine kadar bir aylık süre içindeki terör olaylarında şehitlerimizin sayısı 23, yaralılarımızın sayısı ise 33’tür. Aralarında terörle mücadelede fedakarca ve kahramanca görev alan her rütbeden askerlerimiz, korucularımız, vatandaşlarımız, asker aileleri vardır. Milletimiz, vatan evlatlarının elim kayıpları ile ayağa kalkmıştır ve haklı olarak öfkelidir. Aziz şehitlerine sahip çıkmak için onları Hakka emanet ettiği merasimlerde, evlatlarını bağrına basmaya, hatıralarını sahiplenmeye iftiharla ve hüzünle devam etmektedir. Türkiye, Cumhurbaşkanı’nın “iyi şeyler olacak” diye övgüyle söz ettiği mutlu geleceğin, kendisine ayrışma, kırılma ve şehitten başka bir sonuç getirmediğine yakından şahit olmuştur. Başbakan Erdoğan’ın “umut verici gelişmeler” diye müjdelediği Habur törenlerinden sonra nafile güzel gelişmeleri bir türlü görememiştir. Açılımı öve öve anlatan, salon salon alkışlatan, ayrışmayı, farklılaşmayı kışkırtanların, sanatçılarımızı alet etmek isteyenlerin vaad ettiği güzel gelişmelerin bir türlü gelmeyeceğini, milletimiz acı derslerle anlamaya başlamıştır. Açılım denen yıkım bütünüyle iflas etmiştir. Hükümetin PKK ile kaynaşma arayışları, terörün gerçek yüzünü bir kez daha, bunu göremeyen hükümete ve ilkesiz kadrolarına göstermiştir. Dün Tunceli’de, Bitlis’te, Hakkari’de, İskenderun’da Mehmetçiğe kurşun sıkanlar, geçtiğimiz güz Habur’da AKP’nin kucakladığı teröristlerin açılım arkadaşlarıdır. Bu vahim tablonun sahibi olan Başbakan Erdoğan ne söyleyecektir? Sözün bittiği yer çoktan geride kalmıştır. Bu rezaletlerin müsebbibi AKP zihniyeti nasıl bir mazeret üretecektir? Bahaneler tükenmiş, yalanlara inanacak kimse de kalmamıştır. Kandil’in hamisi, PKK yardakçısı Peşmerge Reisiyle Ankara’da kucaklaşmanızı bu saldırılardan sonra millete nasıl izah edeceksiniz? Açılım denen yıkımın ağır tahribatını, analar ağlamasın diyerek istismar ettiğiniz vatandaşlarımıza nasıl açıklayacaksınız? Adalet ve Kalkınma Partisiyle geçen her gün, geçmişte yanlış atılan adımların faturalarını bugün birer birer önümüze getirmektedir.
Kanlı bölücü terörü, sözde önlemek adına;
Her alanda zafiyet ve teslimiyet zaten vardır. Geldiğimiz noktada AKP terörle mücadeleyi tamamen kaybetmiştir. Teröre teslim olmuştur. Sonuç alacağıma dair umudum yoksa da, kalan ömründe hükümete tavsiyem, korkmaması ve çekinmemesi yönündedir. Türk milleti, kendi şeref ve haysiyetinin korunması yönünde atılacak her adımın arkasındadır. Büyük milletimiz inançla ve kararlılıkla bütün badireleri aşacak güçtedir. Aziz milletimiz, bir fiske darbesiyle bütün ihanet odaklarını bertaraf edecek kudrettedir.
Terörle mücadelede pazarlık ederek geldiğiniz nokta ortada. Teröristle ve Peşmerge Reisiyle kucaklaşarak elde ettiğiniz sonuç da ortada. Türk milleti, sizin sandığınız gibi etnik kalıntı değildir. Bu büyük milletin, bu muazzam kudretin farkına varın. Hiç merak etmeyin, siz yapamasanız bile, yapamayacaksanız bile; bu büyük millet karşısına çıkacak her musibeti kendi gücüyle ve yumruğu ile def eder, yok eder, imha eder. Yeter ki önünde durmayın, Yeter ki mücadelesine engel olmayın. Yeter ki milletimizi oyalamayı sürdürmeyin. Ve böyle giderse, Bu zillet böyle devam ederse, Bu küçülme sürerse ve Böylesine boyun eğerseniz, Buradan uyarıyorum, bu aziz millet biliniz ki, tarihindeki melunları olduğu gibi sizi de sırtından atar ve tarihin çöplüğüne ilelebet gönderir. Ve ne üzücüdür ki, bütün bu rezaletler büyük hakan Fatih’in İstanbul’u fethinin 557. yıl dönümünde gerçekleşmektedir. Ve hazindir ki, bu seviyesizlikler kurtarıcı ve kurucu kahramanların yola çıktığı ilk adımın 91. yıl dönümünde vuku bulmaktadır. Bu utanç, Sevr’i yediden hortlatmaya çalışan AKP zihniyetinin sabıkasına yazılmış bir cürümdür. Bu utanç, İstanbul’u yeniden Bizans yapmaya çalışan Başbakan Erdoğan’ın alnında siyaseten silindiği yıllarda bile bir leke olarak kalacaktır. Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Az önce belirttiğim nedenler başta olmak üzere, olumsuz ve tehlikeli gelişmelerin ülke gündemine endişe verici boyut kazandırdığı tüm çıplaklığıyla ortadadır. Tahammül edilemez bir hale gelen ekonomik ve siyasal nitelikli sorunlar milletimizi dört bir koldan muhasara altına almıştır.
Bir ülkenin çözülmesi ve dağılması için gerek ve yeter bütün şartlar maalesef Türkiye’de hızla bir araya gelmektedir. Ne hazindir ki, tahrip olmamış değer, yıkılmamış kutsal hedef, alaşağı edilmemiş milli heyecan neredeyse kalmamış gibidir. Araya sıkışan ve asırlık hesapların görüldüğü küresel arenaya; ‘sıfır sorun ve geliştik’ tuzağıyla düşürülen AKP hükümeti, kuruluşundan 87 yıl sonra Cumhuriyetimizi tarihin karanlığına göndermek üzeredir. Milletimizin varlığından yüzyıllardır rahatsız olan güçlerin Sevr’de yarım kalan emelleri, Lozan’da kursaklarında kalan niyetleri; bugün içimizden çıkan bir siyasi parti tarafından gerçekleştirilmesinin arifesindedir. Mesele çok ciddidir ve işin şakaya gelir tarafı artık kalmamıştır. AKP’nin bütün boyaları dökülmüş ve düşen maskesinin arkasındaki surat tüm çirkinliğiyle belirmiştir. Bu manzaraya hiçbir vatan sevdalısının dayanması ve katlanması mümkün değildir. Adalet ve Kalkınma Partisi, ateş çemberinin daraldığı bölgemizde; uluslararası ilişkilerde bekçilik, aracılık ve koridor olmakla övüne övüne milletimizi, küresel güçlerin insafına ve merhametine terk etmiştir. Ekonomideki yangının ulaştığı kaygı verici seviye, milletimizin direncini ve sorunlara karşı mukavemet gücünü fazlasıyla zedelemiştir. Herkes kendi derdine düşmüş, vatanımızın bütünlüğü, milletimizin tekliği, bayrağımızın varlığı, devletimizin itibarı konusunda derin zafiyetler doğmuştur. Ancak parti olarak, büyük Türk milletinin, hangi badireleri atlattığını, ne tür tuzakları bozduğunu, geçmişte nasıl şanlı mücadeleler verdiğini çok iyi biliyoruz. Ve bununla da iftihar ediyoruz. Evet, bugün aziz milletimiz yoksul olabilir, işsiz kalabilir. Yardımlarla avutulabilir, çaresizlikle sınanabilir. Ne var ki, hiç kimse sırf bu sebeplerden dolayı yanılıp boş hayallere kapılmamalıdır. Türk milleti dün olduğu gibi, bugünde topyekûn ayağa kalkarak; her türlü şer ve şirret tertibi bozacaktır. Ve hak eden herkese de haddini bildirecektir. Bu güç ve kuvvet milletimizde fazlasıyla vardır. Muhterem Arkadaşlarım, AKP iktidarının ülkemizi sürüklediği “Kriz, Kargaşa, Kaos, Korku, Kutuplaşma, Kavga ve Karanlık” ortamı çok ciddi mesafe almıştır. Yoksulluk ve işsizliğin çıkmazında bocalayan milletimiz harap olmuştur. Hükümet, tercihini refahta eşitlikten yana değil, sefalette denklikten taraf kullanmıştır. Ekonomi politikaları, yandaşları doyurma ve kayırma ittifakı üzerine şekillenmiştir. Bu itibarla vatandaşlarımız tükenmiş ve her anlamda hırpalanmıştır. Başbakan Erdoğan tarafından küçümsenen ve hafife alınan ekonomik krizin toplumsal maliyetleri hızla çoğalmış ve sosyal hayat yangın yerine dönmüştür. Çiftçiden memura, işçiden sanayiciye kadar her kesimde; krizin hasarları çok etkili olmuştur. Kasaptan manava, bakkaldan marangoza, berberden terziye bütün esnaf ve sanatkâr iş yapamaz durumdadır. Ve hayatlarının en zor günlerini yaşamaya mahkûm olmuşlardır. İş ve aşın olmaması, şiddeti teşvik etmiş, suçları yaygınlaştırmış, çatışmaları davet etmiş, toplumsal çözülme hızlanmış ve ailelerin birliği ve istikrarı sarsıntılarla yüz yüze kalmıştır. Ekonomik yıkımın sürekliliği ve gücü; aile içi yardımlaşma duygularının marjinal etkinliğini azaltmaya başlamıştır. Zayıflayan ve bağları gevşeyen toplumsal dayanışmayla birlikte geleneksel değerler aşınmıştır. Ağır bir mahrumiyeti içinde barındıran yoksulluk hali, toplumsal nizamın ve istikrarın savrulmasına yol açacak faktörleri bir bir harekete geçirmiştir. Sayıları milyonları bulan vatandaşlarımız, beslenebilmek için asgari gıda maddelerinden ve imkânlarından yoksun bir haldedir. AKP hükümetince, yoksulluğa mahkûm ve mecbur bırakılan kardeşlerimiz kiralarını ödeyememiş, bakmakla yükümlü oldukları çocuklarının, yakınlarının en temel ihtiyaçlarını karşılayamamıştır. Vatandaşlarımızın hayatta kalabilmesi ve zorunlu ihtiyaçlarını temin için tek çıkar yol borçlanma olmuştur. Özellikle bankalara olan borçlar artış göstermiş ve şimdiden toplam tüketici borçları 117 milyar Türk lirasına yaklaşmıştır. Geçinebilmek için ev eşyalarını satılığa çıkaran, günlük öğünlerini azaltan, ekmeğini kısan, tek odalı meskenlere sığınan, kredi kartı çıkmazına batan gözü yaşlı anneler, babalar üzülerek ifade etmeliyim ki bir Türkiye gerçeği haline gelmiştir. Ve bir AKP klasiğidir. Bu tespitlerimiz bir vehmin sonucu değildir. Yoksulluğun insanımızı ne hale getirdiğini görmek ve anlamak isteyen kim varsa, çevresine bakıp bu söylediklerimin üzücü örneklerine rahatlıkla şahit olabilecektir. Başbakan Erdoğan Brezilya’da gününü geçirip, Şeker Tepesi’ni arkasına alarak poz verirken, milletimiz yoksullukla boğuşmakta ve işsizlikten kırılmaktadır. Biz dilerdik ki, Başbakan Erdoğan kadraja girerken gösterdiği özeni; yoksulumuzun, işsizimizin ve çaresizimizin sorunlarını çözerken de gösterebilsin. Ancak AKP hanedanı bolluk ve bereket içindeyken, nedense ve her ne hikmetse milyonlarca insanımız güçlükler karşısında ezilmiş bir halde yaşamaya çalışmaktadır. Bu saltanat elbette kimseye kalmamıştır. Kalmayacaktır da. İşte o zaman, saltanat koltuğundan düştükten sonra Başbakan Erdoğan’ın aklı başına gelecek, ne var ki son pişmanlık asla fayda etmeyecek ve hiçbir kuvvet kendisini yolsuzluklarla döşenen yüce divan yolundan döndüremeyecektir. Değerli Milletvekilleri, Son günlerde siyasetin gündem maddeleri arasına işsizliğin ve yoksulluğun girmesi sevindirici bir gelişmedir. Ancak, bu sorunların yalnızca konuşulması yeterli değildir ve sırf siyaset olsun diyerek de malzeme yapılması ahlak ölçülerine sığmayacaktır. Parti olarak, yoksulluk ve işsizlik sorunları konusunda taşıdığımız hassasiyet, siyaseten aldığımız bir pozisyon olmayıp, samimi ve içten yaklaşımlarımızın bir tezahürüdür. Bu aynı zamanda içinden doğduğumuz sosyal ortamın bir gereği ve milletimizin gerçeklerini yansıtmanın ahlaki sorumluluğudur. Yeni ve farklı bir vizyon sunamayan, köhnemiş siyaset temsilcileri olan iktidar ve ana muhalefet partilerinin, bizimle ekonomik ve sosyal sorunları konuşmada ve çare üretilmesindeki heyecanımızla başa çıkabilmeleri mümkün değildir. Bugünkü şartlar altında vatandaşlarımız arasında eşitsizlik duygusunun yaygınlaştığı bir vakıadır. Ve bunun yanında, çalışanlarımızın alın terlerinin karşılığı olan helal kazançlarının yeterli olmadığına inandıkları da bir gerçektir. Özellikle toplam istihdam içindeki sayısı 9 milyona yaklaşan kayıt dışı çalışanların içler acısı halleri ve her türlü sosyal-ekonomik haktan mahrum bulunmaları, adaletsizlik ve haksızlık duygularını kamçılamaktadır. İşsizlik bir sorun iken, doğal olarak kayıt dışı çalışmada bir başka sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Ve hükümetin, işsizliğin üstesinden gelebilmek için, başlangıç itibariyle kayıt dışı istihdamı mutlaka masaya yatırması gerekmektedir. Bu kategoride çalışan kardeşlerimizin hemen hemen tamamı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır ve temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Ne var ki, AKP zihniyeti, özellikle hizmetler sektöründe çalışan milyonlarca insanımızın zor şartlar altında hayatlarını sürdürmesine hiç aldırış etmemektedir. İşsizliği taşeron firmalarıyla azaltmaya çalışan bu marazi siyasi zihniyetin, meseleyi sadece bir işe kavuşmak olarak değerlendirmesi çok yanlıştır. Elbette bir işe girmek ve evine ekmek götürmek her vatandaşımızın hakkıdır. Ancak bizim için, işin aynı zamanda insani olarak yeterli ve gerekli ücret düzeyini karşılaması da bir zorunluluktur. Milyonlarca vatan evladının sefalet şartları içinde çalışması, ücret düzeylerinin düşük olması ve sosyal güvenlikten mahrum bir şekilde her türlü tehlikeye açık olmaları; bu çağda hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz bir durumu resmetmektedir. Her vatandaşımızın hayatını kazandığı işindeki saygınlık ve güvenlik, gelir düzeyindeki tatmin duygusu ve geleceğe dönük umutlar beslemesi bizim açımızdan en önemli hedeftir. Matematiksel olarak işsiz ve çalışan sayısıyla ilgili tahminlerde bulunmak, üç ay sonrasında işsizliğin yüzde 10’lara gerileyeceğini iddia etmek tam da Başbakan Erdoğan ve zihniyetine göre bir davranış olup çapsız ve sığ bir değerlendirmedir. Değerli arkadaşlarım, özellikle gelir ve servet dağılımındaki dengesizliğin hepiniz farkındasınız. Bir bakıma, krizden önceki AKP iktidarı döneminde ortaya çıkan ekonomik büyüme, vatandaşımıza yansımamış, ekonominin doğal gelişmesi daha çok üst gelir diliminde bulunan sosyal kesimlere yaramıştır. Refaha ve bolluğa bir türlü ulaşamayan milletimiz, gelir dağılımındaki bozulmayla daha da yoksul duruma düşmüştür. Bize göre, demokrasiyi siyasetin de ötesine taşıyıp ekonomiyi de kapsayacak bir hale getirmedikten ve gelirin dağıtım kanallarındaki tıkanmaları aşmadıktan sonra daha uzun yıllar yoksulluğu ve işsizliği konuşmak hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Hem işsizliği ve hem de yoksulluğu çözmek devletin, dolayısıyla siyasi hükümetin birinci görevidir. Bunu öncelikle AKP hükümeti mutlaka kabul etmelidir. Bu itibarla, hükümetin işsizliğin üstesinden tek başına gelemeyeceğini itiraf etmesi aslında siyasi iflasın başka türlü ilanıdır. Ve işsizlikle mücadele konusundaki yetersizlik ve tükenmişlik hiçbir şart altında maruz görülemeyecektir. Biliyoruz ki, devletin sosyal ve ekonomik sorunlar karşısındaki umursamazlığı zorluklarla mücadele eden vatandaşlarımızı daha da bunaltacak ve çıkmaza sürükleyecektir. Siyasi iradenin, ekonomik gücün dağılımı konusunda mevcut şartları yeni baştan gözden geçirmesi ve yetersiz gelire sahip toplumsal kesimlere yönelik yeni bir düzenleme yapması artık kaçınılmaz bir hal almıştır. Katma değer yaratılmasında payı olanların, bölüşümden hakça yararlanmaları; üretim sürecinde yer almayan muhtaç kardeşlerimizin ise sosyal korunma programlarıyla desteklenmeleri esas olmalıdır. Yoksullukla ve işsizlikle mücadelede devletin öncülüğünün yanı sıra, toplumsal kesimler arasında uzlaşma ve diyalog zemini oluşturulmalı, her gelir seviyesindeki sosyal sınıflar bu sorunların aşılmasının zorunlu ve ahlaki bir sorumluluk olduğuna inanmalıdır. Ekonomik sorunların aşılmasında çeşitli toplumsal kesimler, siyasi aktörler, yönetim katmanları ve halk arasında güven sorunlarının bertaraf edilmesinin çok önemli bir rolü olacaktır. Tereddütlerin giderilmesi ve şüphelerin karşılıklı güvene dönüştürülmesi, nimetin ve külfetin hakkaniyet ölçüleri çerçevesinde bölüşülmesi, hiçbir kesimin tahammül gücünü aşacak yük altına sokulmaması ve üretime katılanların katkıları ölçüsünde, adil pay alabilmeleri için ekonomik uzlaşma kültürünün varlığına çok ihtiyaç bulunmaktadır. Bu da şüphesiz geniş katılımlı ve cepheleşmenin bittiği, siyasi ve ideolojik kamplaşmanın sona erdiği sosyolojik bir uzlaşma zemininde sağlanabilecektir. İlave olarak, yoksulluğun aşılması ve işsizliğin azaltılması yönünde güçlü bir sivil ve kamu inisiyatifi başlatılmalı ve ekonomik seferberlik gecikmeksizin ilan edilmelidir. Vergi tabana yayılmalı, yoksul vatandaşlarımızın vergi yükü hafifletilmeli, uygulanacak transfer politikalarıyla yoksul ve yoksullaşma riski taşıyanların milli gelirden hak ettikleri payı almaları sağlanmalıdır. AKP hükümeti tarafından, ekonomik potansiyelin istikametinin para simsarlarına ve küresel faiz şebekelerine çevrilmesi, ülkemizdeki alt ve yetersiz gelir diliminde olan milyonlarca vatandaşımızın dışlanmasına ve mağdur olmasına yol açmıştır. Millet olarak zenginlik ve refaha ulaşmamız ham bir hayal değildir. Bunun yegâne yolu bellidir ve bu da şüphesiz daha üretken olmak ve daha önemlisi katma değer üretecek iyi bir işe sahip olmaktan geçmektedir. Ülkemiz için ortalama olarak yüksek gelir seviyesi, dengeli ve adaletli gelir dağılımı, sağlam ve herkese uzanan sosyal güvenlik ağı inanıyoruz ki erişilebilecek bir hedeftir. Hiç kimsenin zor duruma düşüp yardıma muhtaç hale gelmediği bir Türkiye’ye mutlaka ulaşmak zorundayız. İşte o zaman AKP gibi partiler olmayacaktır ve Recep Tayyip Erdoğan gibi politikacılar da çıkmayacaktır. Bunu biliyor ve milletimizin eşsiz sağduyusuna ve her güçlüğün üstesinden gelecek tarihi kudretine sonuna kadar güveniyorum. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. |