12.06.2010 - Büyük Rumeli Şöleni'nde yapmış oldukları konuşma.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Büyük Rumeli Şöleni'nde yapmış oldukları konuşma.
12 Haziran 2010

 

TBMM’nin çok saygıdeğer Başkanvekili,

Sayın Bakanlar,

Değerli Milletvekilleri,

Kıymetli Belediye Başkanları,

Balkan Türklüğü’nün Çok Değerli Temsilcileri,

Rumeli Balkan Federasyonu’nun Sayın Genel Başkanı,

Muhterem Katılımcılar,

Kıymetli Basın Mensupları,

Bu anlamlı gün münasebetiyle huzurlarınızda bulunmaktan ve sizlerle bir arada olmaktan dolayı büyük bir mutluluk duyuyorum.

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Her zaman iftihar ettiğim ve Türk milletine güç veren değerlerin ön sıralarında gördüğüm Rumelili Türk kardeşlerimle buluşmaktan, kucaklaşmaktan dolayı son derece bahtiyarım.

Burada şahit olmaktan memnuniyet duyduğum birlik ve beraberlik bilincinin ilelebet devam etmesini temenni ediyor; hiçbir fitne ve fesat girişiminin aramıza girmemesini Cenab-ı Allah’tan diliyorum.

Ve Rumelili kardeşlerimin de; niyetinde sorun olan, maksadı şaibeli ve zihniyeti şüpheli görünen hiçbir oluşuma ya da davranışa prim ve fırsat vermeyeceğini biliyorum.

Bu vesileyle hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum.

Saygıdeğer Katılımcılar,

Rumeli’nin, asırlardan beridir çok önemli ve stratejik bir geçiş ve yerleşim güzergâhı olduğunu hepiniz takdir edersiniz.

Bu bölge, tarih boyunca sürekli olarak göz önünde bulunmuş ve çekişmelerin, savaşların, güç ve nüfuz rekabetinin fazlasıyla yaşandığı bir coğrafya olarak önemini bugünlere kadar muhafaza etmiştir.

Ve bunun ilk farkında olanların başında gelen Türk milleti; Hunlardan itibaren Rumeli’ye yerleşmenin ve buradan yayılacak olan genişleme ve büyüme dinamizmine ivme vermenin arayışlarına girmişlerdir.

Avarlar, Peçenekler, Uzlar ve Kumanlarla Rumeli’nin ardına kadar açılan kapıları, bir daha kapanmamış ve kendisini yurt yapmaya talip olanları hiç yüzüstü bırakmamıştır.

Kabul etmek lazımdır ki, Osmanlı Devleti Rumeli’ye adım atar atmaz, çeşitli devletlerin kültür ve siyaseti altında yönetilmiş bir Orta Asya bakiyesi ile karşı karşıya kalmıştır.

Bu topraklarda yerleşmiş, fakat kültür ve soy özelliklerini azimle korumuş olan Türk toplulukları; hâkim millet olarak karşılarına çıkan soydaşlarına derhal sarılmışlar ve onların kanatları altına girmekte hiç tereddüt göstermemişlerdir.

Nitekim ‘kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığını tercih etmenin’ arkasındaki sır ve hikmet esasen burada aranmalıdır.

Rumeli’ye düzenlenen akınlar sonucunda, fethedilen yerlerde yaşayanlara adalet ve hakkaniyet ilkeleri içinde davranılmış, zulüm ve eziyet çeken bölge halkı için Türk’ün yönetimi tabiidir ki cazibe merkezi haline gelmiştir.

Yağma ve talandan uzak duran yüksek erdem; gittiği yerlere kültür ve terbiyesinden de değerler katmış; imaretler, zaviyeler, camiler, köprüler, hanlar, hamamlar ve kervansaraylar yaparak gelip geçici olmadığını göstermiştir.

Bugün Balkanlar’ın dört bir yanında iftihar ettiğimiz ceddimizin yaptığı birçok güzel ve tarihi eserler vardır ve tüm heybetiyle görmek isteyenleri beklemektedir.

Rumeli’nin imarı ve inşası bir bakıma, kısa süreli olarak esir ve ganimet elde etmek için gelinmediğini, yarı göçebe bir sosyolojik yapıdan kutlu ve yerleşmiş bir devlet haline ulaşıldığını da kanıtlamıştır.

Tarih bu zamana kadar göstermiştir ki; millet olarak yurt tuttuğumuz Rumeli, asırlarca hem zaferlerimize hem de hüzünlerimize ortak olmuş ve de şahitlik yapmıştır.

Özellikle ecdadımızın 14’üncü yüzyıldan başlayarak, Balkanlar’da etkinliğini artırma, hâkimiyet sahalarını genişletme ve nüfuz bölgelerini yayma stratejisi doğal olarak fütuhatla birlikte gelişmiş ve böylelikle Rumeli’ye ve ötesine dönük kararlı ilerleyiş cihat ve gaza duygusuyla desteklenmiştir.

Aslına bakılırsa Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlara açılması fiilen Orhan Beyin Oğlu Süleyman Paşa’nın Selanik’i Zelotlar’ın elinden almasıyla başlamıştır.

İzleyen süreçte Gelibolu yakınlarındaki Çimbi Kalesinin fethiyle birlikte, Rumeli’ye geçiş ve yerleşme fikri iyice kuvvetlenmiş ve bir karar halini almıştır.

Nitekim 646 yıl önce kazanılan Sırpsındığı Zaferiyle, Türk milleti Rumeli’nin kaderi olduğunu ilan etmiş ve burayı kendisine yurt yapmıştır.

Muhataplarında derin izler bırakan ve hala unutulmamış olan Kosova Meydan Muharebesinin şanlı neticesi, Rumeli ve Balkanlardaki duruşumuzu güçlendirmiş ve cihan imparatorluğuna giden sürecin işaretlerini vermiştir.

Ve çağını aşan ileri görüşlülük, dününe sahip çıkan, ama geleceğe odaklanmış bakış açısı; planlı, sistemli ve vicdanlı bir yönetimle bütünleşerek Türk milletini kısa süre içinde Gelibolu’dan Sırbistan’a ulaştırmış ve Adriyatik’in kıyılarına dayandırmıştır.

Atalarımızın Rumeli’ye geçmeleri ve orayı yurt tutmaları en az İstanbul’un fethi kadar önemli ve değerlidir.

Eğer Rumeli’ye çıkış yolları aranıp bulunmamış olsaydı; diğer Anadolu Türk beylikleri gibi Osmanlı Devleti de içe dönük mücadelelerle eriyip kısa sürede tarihe karışabilirdi.

Öncelikle Rumeli’yi hedef alan kafa yapısı, hareket merkezi Anadolu olmak üzere, Batı’ya ulaşmak ve buraları kontrol etmek için güçlü bir arzu taşımıştır.

Esasında Rumeli’nin fethiyle birlikte, Anadolu’da gözü olan Haçlı zihniyeti Orta Avrupa’da tutulmuş ve bunun da Anadolu’nun kalıcı Türk vatanı olmasında büyük bir etkisi olmuştur.

Rumeli’yle Anadolu’nun kaderi yüzyıllarca birbirini tamamlamış, birisinin varlığı ve güvenliği emin olun ki diğerinin çabasıyla ve katkısıyla gerçekleşmiştir.

Türklerin Anadolu’dan atılmasına dönük dinmeyen ve bitmeyen kin ve nefretin sonuç alamamasında elbette Rumeli’nin jeopolitiği çok belirleyici olmuştur.

Açıkça diyebiliriz ki, Anadolu’nun kaderini tayin eden en önemli güç kaynaklarından birisi de Rumeli olmuş ve Türk milletinin bir ve ayrılmaz bir bütün olarak bugünlere ulaşmasında tarihi bir rol oynamıştır.

Değerli Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Konuklar,

Rumeli bizim için bitmeyen ve asla da tükenmeyecek asırları aşıp gelen bir sevdanın adıdır.

Ve ayrılıkların, özlemlerin, kavuşmaların üst üste çakıştığı ve milletimizi yıllarca çepeçevre etkisi altına aldığı bir coğrafyadır.

Film kahramanı Manastır’lı Sütçü Ramiz’in memleketidir Rumeli ve Türk vatanının selameti için Makedonya’da filizlenen ve oradan çevreye yayılan iradenin sığındığı bir otağdır.

İshak Çelebi’nin anlattığı Üsküp Rumeli’dir. Hayreti’nin dile getirdiği Belgrat Rumeli’dedir. Mostarlı Hacı Derviş’in Mostar’ı ise Rumeli demektir.

Tuna Nehri deyince Rumeli gönüllere düşer ve Osman paşa’nın o muazzam Plevne direnişi akıllara gelir.

Tuna bir özlemdir. Tuna efsanedir, türküdür ve bizim kahramanlık menkıbemizdir.

Ve Türk tarihinin en yakın tanığıdır ve tüm heybetiyle Rumeli’de sonsuzluğa akmaktadır.

Süleyman Paşa’nın kahramanlıkları Şipka Geçidinde yaşanmış ve Rumeli’nin bağrı düşman saldırıları nedeniyle yanmıştır.

Yaşadığımız trajediler, yüzbinlerce Balkan Türk’ü kardeşimizin dramı ve katli en hassas yerimizde bir sızı olarak varlığını sürdürmektedir.

Gelinlerin hıçkırıkları ile yoğrulan, anaların ağıtlarıyla şekillenen, dualarla ve kanla kazanılan ecdat topraklarından geri çekilmek, ana yurda dönmek milletimiz açısından hiçte kolay olmamıştır ve akıllar her zaman arkada kalan kardeşlerimizde olmuştur.

Yazılmamış destanların yeridir Rumeli toprakları. Akan gözyaşlarıyla zafer çığlıklarının birbirine karıştığı kadim bir diyardır.

Türk milletinin asla unutamadığı acı ve tatlı birçok hatırasının geçtiği, eşinin, dostunun, akrabasının hala var olduğu ata topraklarıdır.

Vardar Ovasından Üsküp’ün Taşköprüsü’ne, Ohri Gölü’nden Deliorman’ına kadar Türk milletinin yaşanmış bir tarihi vardır.

Geçmişte, Horasan, Tebriz, İstanbul bizim için ne anlama geliyorsa; İskeçe, Silistre, Koşukavak, Gümülcüne de aynı anlamı ihtiva etmiştir.

Hepsiyle övündük, gurur duyduk. Acılarını yaşadık, özlemlerini çektik.

Yakılan ağıtları dinledik ve hüzünlendik. “Bağa Girdim Bağ Budanmış” türküsüyle güldük. “Çemberimde Gül Oya”yla oynadık.

Bin atlının akınlarda çocuklar gibi şen olmasını Üsküplü Yahya Kemal’den dinledik. Ağlayan Vardar’ı Cavit Saraçoğlu’ndan işittik.

Gülbaba’nın dualarıyla huzur bulduk. Recep Küpçü’nün şiirleriyle kendimize geldik.

Yeşilliklerle örülü Rodop ve Karlık Dağı’nı yüreğimizde taşıdık.

Balkanların ve Rumeli’nin her köşesinde muhterem ceddimizin alın teri, kanı, emeği, gözyaşı ve umutları vardır. Bunları unutmadık ve kalbimizde taşıdık.

Bu umutları canlı ve diri tuttuğunuz için sizlere en içten şükranlarımı sunuyorum.

Çok Değerli Rumelili Kardeşlerim,

Muhterem Misafirler,

Birlik ve beraberlik yılı olarak ilan edilen 2010’un, siz Rumelili kardeşlerimize ve mensubiyetinden onur duyduğumuz büyük Türk milletine hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Farklılıkların hatırlatıldığı, çeşitliliklerin özendirildiği, ayrışma fitilinin ateşlendiği bir dönemde, ihtiyaç duyduğumuz birlikte yaşama felsefesine destek olunmasını çok önemsiyorum.

“Büyük Rumeli Şöleni”nin gerçekleşmesinde emeği geçen değerli şahsiyetlere takdirlerimi sunuyorum.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.