Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Değerli dava arkadaşlarım, Türkiye’min teminatı genç ülküdaşlarım, Yürekleri millet sevgisi ile çarpan Bozkurtlarım, Bu güzel toplantıda, sizlerle bir arada bulunmaktan büyük bir onur duyuyorum. Bugünün sevincini paylaşmak üzere, bizleri bir kez daha buluşturan Cenab-ı Allah’a şükrediyorum. Bu ihtişamlı kucaklaşmayı düzenleyen bütün dava arkadaşlarımı, Ülkü Ocaklarının yöneticilerini ve emeği geçen ülküdaşlarımı tebrik ediyorum. Bugün burada, kutlu fethi 557 yıl önce gerçekleşmiş cihanın en büyük Türk kentinde olmaktan bahtiyarım. Ve onlarca asırdır devam eden bu yolculuğun, bir kesitinde, ecdada layık evlatların başarılarını paylaştığım için gururluyum, mutluyum, kıvançlıyım.
Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, Safalar getirdiniz.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Türkiye’min teminatı ülküdaşlarım, Ne mutluyum ki, sizlere hitap cümlesi için kullandığım “dava arkadaşlığı” ve “ülküdaş”lık, bugün burada gerçek anlamına bir kez daha kavuşuyor. Türk milletine gönül verenlerin davası, bu salondan bir kez daha dünyaya sesleniyor. Türk milletine sevdalananların yüksek sadası, bu salondan insanlığa bir kere daha haykırıyor. Ve Milliyetçi Hareketin mensupları, ülkücü hareketin pırıl pırıl gençleri diyor ki; Buradayım, milliyetçiyim, ülkücüyüm. Buradayım, milletimin son gücüyüm. Dün var olanlar bugün yoklar, ben yine olacağım. Bugün var olanlar yarın olmayacak, ben yine duracağım. İnancım odur ki, Mazlumun sesine, Müslüman’ın hasretine, Türklüğün ülküsüne bir güneş gibi doğacağım. Köklerim Orta Asya, Gövdem Anadolu, Dallarım Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu’dur. Binlerce yıl geride kalmış, her engeli yıkacağım. Asırlar bana vız gelecek, çağları bir bir aşacağım Tarih tanık, insanlık şahittir. İşte dava, işte ülkü, işte hareket, işte millet.
Cihanın yönetimine talip olma, asırlarca bir kutlu emanet gibi yürekten yüreğe taşınıp durdu. Bir ilahi talih gibi, bir mukaddes görev gibi geldi ülkücü gençliğin omzuna kondu. Görmeyen gözler, duymayan kulaklar, mühürlenmiş kalplere sesleniyorum: İyi dinleyin, iyi görün ve dikkatlice kulak verin:
Nesillerimiz tarafından bir kutlu emanet gibi, bir gelin çeyizi gibi, bir ziynet eşyası gibi lekesiz ve tertemiz yüzlerce yıldır taşındı. Elden ele, gönülden gönüle, nesilden nesile çağlar aştı. En müşkül anlarda güç verdi, en zor durumlarda cesaret kattı. Ve Cenab-ı Allah’a çok şükür ki, hafızalar kurumadı. Kalpler mühürlenmedi ve şuurlar kapanmadı. Bu ülkü, Şehit İmamoğlu Hakka yürürken de yüreğindeydi. Bu ülkü, şehit Önkuzu son nefesini verirken de gönlündeydi. Bu ülkü, şehit Pehlivanoğlu’nun son duasında da dilindeydi. Anıları yüreklerimize, sevdikleri vicdanlarımıza, Sorulacak hesapları elbette namusumuza emanettir. Ve kim, hangi yola saparsa sapsın, nasıl bir ihanet ararsa arasın, Dilden dile taşınan kutlu ülkü bugün burada bu salonda yaşamaktadır. Kim hangi rüzgârlara kapılırsa kapılsın, kim hangi dalgalara yelken açarsa açsın, Kim, zulme ortak, zalime dost olursa olsun, inancımızı taşıyacak ülkücü gençler vardır ve buradadır. Korkusuz yürekler ve bu yüce gönüller buradadır. Binlerce yılın imbiğinden süzülüp gelmiş aziz hatıralar, bugün buradadır. Türklüğün asırlarca taşınan inancı, ülküleri, şuuru bugün buradadır. Türk milletinin bağımsızlık ve hâkimiyet ruhu bugün buradadır. Tertemiz ailelerinin müşfik gönüllerinde yetişmiş ülkücü gençler; Bilge Kağanları, Alparslanları, Osman Gazileri, Fatihleri, Mustafa Kemalleri ve Başbuğ Türkeşleri anmak, hatırlamak ve sahip çıkmak için bugün buradadır.
Diyeceğim şudur ki, ülküye giden yolculukta; Kutlu yolunuz, tertemiz alnınız ve güzel bahtınız, ilelebet açık olsun. Hak bildiğiniz yolda, başarınız, inancınız ve iradeniz daim olsun.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Bugün, Ülkü Ocakları İstanbul İl Teşkilatının yürüttüğü bir program çerçevesinde, eğitimden geçerek diplomaya hak kazanmış gençlerimizin başarılarını kutlamak için buradayız. Bu toplantının eğitim vesilesi ile yapılıyor olması bile, hem yeni neslin talip olduğu misyonun bir ifadesidir, hem de eğitimin öneminin layıkıyla anlaşıldığının bir göstergesidir. Eğitim ve öğretime çok özel önem veren biri olarak, bu toplantıdan ve kucaklaşmadan son derece mutluyum, kıvançlıyım. Takdir edersiniz ki, özellikle çağımız eğitilmiş insanlara ve eğitilmiş insanların başarılarına dayanan milletlerin yükselişlerine şahit olmaktadır. Adı üstünde, “ülkü” ve “dava”; ona inanmış, ona adanmış ve ona bağlanmış bir gönlün, yüreğin ve şuurun varlığını gerektirmektedir. Dikkat ediniz, ne yalnızca gönül, ne yalnızca yürek, ne yalnızca şuur. Sevgi, cesaret ve bilgi hepsine ihtiyacımız var. Bizim için biri yoksa, diğeri de yok demektir. Gönül vermek kolaydır, yürekli olmak onu tamamlar ve nisbeten o da kolaydır. Ancak “şuur” zahmettir, ulaşmadır, mücadeledir, sabırdır, akıldır. Çok uzak mesafelere gitmek için yalnızca gönül ve yürek yetmez. Buna mutlaka şuurun da katılması ve hatta kılavuz olması şarttır. Şuur hatırayı, bir inanca dönüştürür. Şuur, bir nakli, bir sözü, asırlara eriştirir. “Ülkücü görünmek kolay, ülkücü olmak zor, ülkücü kalmak ise çok daha zordur.” derken kastettiğim de budur. Şuur ülkücü kalabilmenin ön şartıdır. Büyük ülkü adamı Merhum Galip Erdem Bey’in yaptığı tasnifteki “Ülkücüler, Ülkücü geçinenler ve Ülkücülükten geçinenler” sözü ile işaret ettiği gerçek de budur. Çünkü şuurla bağlanılmayan bir coşku, yağmurla coşan, güneşle kaybolan sel suyuna benzer. Kalıcı olmaz. Unutmayalım ki; “şuur, heyecanı yılgınlıktan kurtarır, şuur cesareti çılgınlıktan kurtarır.” Nitekim sevdasını şuura dönüştürmemişlerin kısa menzilli ufukları, büyük davaların en büyük engelleri olmuştur. Gönül heyecanla beslenir, şuur ise akıl ve bilgi ile yaşar, devam eder. Elbette her ikisine de ihtiyaç vardır ve birbirlerini tamamlarlar. Ancak şuursuz bir heyecan kalıcı olmaz ve şuursuz bir hissiyat saman alevi gibi söner gider. Bu nedenle de, son dönemin revaçta kavramı olan “ülkücünün eskisi” asla olmaz, böyle bir kavram bulunmaz. Bunlar olsa olsa heyecanı şuura geçirememiş, ülkücü olmaya çalışmış becerememiş kişilerdir. Zaten bunlara da ülkücü denmez. Zira ülkücülük, heyecan ve inançla desteklenen şuurla kavrama halidir. Şuurun kaynağı ise bilgidir, eğitimdir ve öğretimdir. Eğitimle beslenmeyen heyecan güvenilmez bir limandır. Her an başka mecralarda yeni heyecanlar bulabilir veya kendisini heyecanlandıran başka uyaranlara kapılabilir. Bugün özellikle milli meselelerde bizim duruşumuzu eleştirmek için bir zamanlar kendisine “ülkücü” diyenlerin kullanıldıklarını görüyorsunuz. Bunlara, dava adamlığının ve ülkücülüğün şuur aşamasına geçememiş ve gelen rüzgârların tesiriyle başka dalgalara kapılmışlar demek daha doğru olacaktır. Bu itibarla, gençliğe verilecek her eğitim, onlara kazandırılacak her yeni bilgi, onları heyecandan şuura geçirecek yeni bir adım olacaktır. Ve ne kadar takdir edilse ve övülse yerindedir. Bugün burada diploma vererek paylaştığımız mutluluğun nedeni de öncelikle buradadır, bu anlamda aranmalı ve değerlendirilmelidir. Türk milletini, tarihin acımasız çarkından ve tahribatından alıkoyan en önemli etkenlerden birincisi, elbette ki cengâver ruhlu büyük adamların varlığı ve aziz ecdadımızın kahramanlıklarıdır. Ancak, bu üstün vasıfların da üzerinde olan faktör, binlerce yıllık sürecin şekillendiği sonsuzluk ülküsü, ilelebet yaşama inancı ve bunları şuurlarında taşıyan büyük adamlardır. Yabancılaşmaya karşı, Orhun’dan yola çıkan buyruklar öylesine söylenmiş sözler değil, millet olmanın yüksek şuurunun ifadesi ve baş eseridir. Ne kadar iftihar etsek azdır. Şuurun gıdası olan bilgi ve eğitim, Şeyh Edebali ile Osman Bey’e, geçmiştir; Akşemsettin ile Fatih’e taşınmıştır. Asırlarca, hocaların, lalaların, müderrislerin vicdanında saklanmış ve cihan devletinin esasını bu şuur oluşturmuştur. Bu itibarla,
Değerli Arkadaşlarım, Ülkü, hiçbir zaman ham bir hayal, sonu olmayan serüven olmadığı gibi ve ülkücü de maceraperest değildir. Ülkümüzün önceliği ve olmazsa olmaz kıymeti büyük Türk milletidir. Hedefimiz tarihten gelmiş, geleceğe giden yolda bu büyük milleti ilelebet yaşatmaktır. Bunun için mücadele ederken, bizi biz yapan esaslar olan dil, gönül, ahlak, inanç, akıl ve vicdanda taşınan muhteşem değerler manzumesini korumak en büyük amacımızdır. Çünkü bunlar tarihin derinliklerinden terkip yaparak gelen ve bizi diğer milletlerden ayıran temel farklılıklardır. Büyük Türk milletine anlam ve değer kazandıran bu hasletleri temsil etmesini istediğimiz milli devletimizin yeryüzünün en güçlü devleti olması tükenmeyen hasretimizdir. Ancak bunun gerçekleşmesi halinde, Türklük, İslamlık ve insanlık barış, huzur, adalet ve esenliğe kavuşacaktır. Niyetimiz de budur. Bu tanımlar altında gönül rahatlığı ile tekrarlayabiliriz ki, ülkümüz; “Büyük Türk milletini, Ona farklılık, anlam ve değer kazandıran; Tarihin derinliklerinden terkip yaparak getirdiği, dil, gönül, ahlak, inanç, akıl ve vicdanda taşınan muhteşem değerler manzumesini, Bir kutlu emanet olarak köklerinden kopartmadan, anlayıp, kavrayıp koruyup, geliştirerek, insanlık var oldukça sonsuza kadar yaşatmak; Bu yüksek değerleri temsil etmesini hedeflediğimiz milli devletimizin, Türklük, İslamlık ve insanlığın barış, huzur, adalet ve esenliği için, yeryüzünün en güçlü devleti olmasına çalışmaktır.”
Ülkücülük ise buna baş koymuş, yüreğini ve gönlünü bu hedefe kilitlemiş, bu değerlerle şuurlanmış millet evladının unvanıdır, şeref payesidir.
eğilmez başın zirvesidir. Ve dikkat ederseniz, tanımlar ve ardına düşülen ülkü son derece iddialıdır. Yüksek hedefleri önüne koymaktadır. Günübirlik meşgalelerin üzerine çıkmaktadır. Ülkücülük, bir Türk gencinin, geçmişi ve geleceğiyle ömür boyu sürmesine namus sözü vererek bağlılığını taahhüt ettiği, milletimizle yapılmış sadakat, samimiyet, hizmet ve sevda sözleşmesidir. Ve elbette ki bu manevi sözleşme, altına mührünü vurarak, ben ülkücüyüm diyen herkesi bağlayan tek taraflı bir sorumluluğu ve yükümlülüğü de beraberinde getirmektedir. Biz buna alacağı hiçbir zaman tahsil edilmeyecek olan vatan ve millet borcu da diyoruz. Ve bizi var eden milletimize, haddimiz değil ama terimizin, kanımızın son damlasına kadar bu mutabakat beyanını anamızın ak sütü gibi helal ediyoruz. Ne var ki, bu karşılıksız vatan borcu, bu yücelikler, kendini aşmış bir irade, kendisini aşmış bir benliğin varlığını gerektirmektedir. Ülkücü olmanın zor ama şerefli yönü de budur ve buradadır. Hepimizin bu konuda kendimize soracağı sorular ve arayacağı cevaplar olmalıdır: İlk sorumuz şudur:
Bu sorulara vereceğiniz samimi cevaplar ülkücülüğümüzü anlamlandıracak, sadakatiniz ve samimiyetiniz hakkında kendinizi sorgulamanıza vesile olacaktır. Unutmayalım ki ülkücülük bir sanat, bir zanaat, bir meslek, bir hobi ve meşgale değil, tamamen millete adanmışlıktır. Bu nedenle, her ülküdaşım milleti için duyduğu yüksek sevgiyi ve ülküyü benliğinde taşırken, kendisini de sürekli olarak geliştireceği bitmek tükenmek bilmeyen bir fikri eğitim ve ruhi terbiye sürecini yaşamak ve yaşatmak mecburiyetindedir. Çünkü ülkücülük bir son değil, aslında kendimizden itibaren toplumumuzu ve milletimizi kazanma, yönetme ve geliştirme sürecinin başlamasıdır. Çünkü ülkücülük, bitmiş ve donmuş bir değerler sistemini sırtlayıp taşımak değil, çağın gereklerine göre geliştirerek, canlı tutarak gelecek kuşaklara teslim edebilmek demektir. O halde, her ülkücü genç;
Ancak unutmayalım ki, bir milleti taşıma sorumluluğunu duyması gerekenler, önce kendilerini taşımaya muktedir olanlardır. O halde, milletimizde olmasını istediğimiz bütün değişim, önce bizden, kendimizden ve benliğimizden başlamak zorundadır. Kendimizi düzeltirsek Türkiye’yi de düzeltiriz. Kendimizi geliştirirsek, ülkemizi de geliştiririz.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Aziz Ülküdaşlarım, Kahraman Bozkurtlarım, Ülkümüzün yolu, milletimizin de yoludur dedik. Milletimizin yolunun ise kendisini aşmış, küçük hedefleri terk ederek milletine yoğunlaşmışların hedefi olduğunu söyledik. Zira, bizi “ülkücü” yapan en belirgin yönümüz, şahsi beklentilerimizi milli geleceğimiz ve hedeflerimiz içinde eritebilmiş olmamızdır. Bu, elbette ki özel hedeflerimizi terk etme anlamını doğurmayacaktır. Ancak iç içe geçmiş hedefler hiyerarşisinde, şahsi gelecek ile millet geleceğinin ortak paydasının kapsama alanı aynı maksada erişmek için müşterek hale gelecektir. Şunu kabul ve itiraf etmek gerekir ki ülkümüz ne bizle başlamıştır, ne de biz olmadığımız zaman sona erecektir. Çünkü ülkünün varlığı yalnızca “ben” ile kaim değildir. Ülkü, hem millet var oldukça yaşayacak, hem de milleti sonsuza kadar yaşatacak karmaşık iki değişkeni bir denklem içinde barındıran kudretin tanımıdır. Bu yönüyle ülkü, kendisinin hem sebebi hem de sonucudur. Ülkü kavramının sıklet merkezi olan “devlet-i ebed müddet” ile “millet-i ebed müddet” kavramları, benliğini aşmış, varlığını binlerce yılın eseri olan millet kimliğinde eritmişlerin menzilidir. Rahmetli Dündar Taşer’in tasavvufta Allah aşkıyla meczolmaya benzeterek millet içinde yok oluş hali adını verdiği gibi her ülkücünün nefisini terbiyesini zorunlu kılmaktadır. Bu elbette ki kendi geleceğini aramaktan vaz geçmiş, hayata tutunamamış bir gencin yalnızca kalabalığa sığınması gibi anlamsız ve hatta marazi bir macera demek değildir. Tarih, henüz vasıfsız insanlardan müteşekkil ama bir güçlü millete rast gelmemiştir. Nitelikli nesillere rağmen geri kalmış bir ülkenin de olamayacağı gibi. Buradaki kastımız, kişinin kendisindeki kıymetleri ortaya çıkartıp, başarılara adım atarken; içinde yaşadığı milletinin de yükselişine omuz vermeye talip olması halidir. Zira ancak başarılı insan olursak, başarılı ve güçlü bir milleti de o oranda yaratabileceğimiz de açıktır. Tek tek elde edeceğimiz kuvvetin bileşkesi mutlaka milletimize de yansıyacak, oluşacak sinerji yeniden kişiye dönerek daha başarılı olması için gereken itici kuvveti yine kendi kaynaklarından sağlayacaktır. Ancak burada hepimiz için dikkat edilmesi gereken bir tehlike vardır. O da bize doğrudan tesir eden; ülkücülüğün, milliyetçiliğin benlikleri aşmış toplumcu karakterini zayıflatan dış tesirlerdir. Zira üzerimize doğru fırtınalar estiren yabancı kaynaklı çekim alanlarından yalnızca hayatımızın maddi kıymetleri değil, kimlik ve kişiliğimizi inşa eden değerler sistemimiz de etkilenmekte ve tahrip olmaktadır. Zira yeni sömürgecilik, insanlığın binlerce yıllık tecrübelerinden süzülerek gelen milli kültürleri acımasızca tahrip etmek istemektedir ve hatta hedefine almıştır. Amaçlanan;
Karşımızdaki bu küresel kara tablo, tek boyutlu medeniyet anlayışlarının insanlığı sürüklediği uçurumların eseri ve sonucudur. Ve maalesef ki dünyanın son üçyüz yılına Türk milleti damgasını vuramamış, hatta bu uzaklaşma adalet ve hakkaniyet kavramlarını insanlığın yönetim felsefesinden uzaklaştırmıştır. Sömürünün, savaşın, vahşet ve sefaletin girdabında insanlığı kıvrandıran acımasız küresel projeler, insanî değerlerle olan bağını her geçen gün koparmaktadır. Sömürgeci imparatorluklar kurma hevesinde birleşen küresel güçlerin sözde evrensellik, barış, demokrasi çağrılarıyla, milli kimliklerinden kopartılan kitleler, kabile aidiyetlerine hapsedilmektedir. Özellikle emperyal fikirlerin ve emellerin çağımızda en iyi saklandığı sığınak demokrasi iddiasıdır. En güçlü bahane ise, mazlum milletlere demokrasi götürme gerekçesi olmuştur. Buradan demokrasi dışı bir arayışa meylettiğimiz anlamı çıkartılmamalıdır, ama demokrasi peşinde koşacağız, anayasa değiştireceğiz derken milleti kaybetme gibi bir zaafın içine de düşmeyeceğimiz açıktır. Küreselleşme, milletleri kendi coğrafyalarında, kendi beşeri ve ekonomik kaynaklarından feragat etmeye zorlama siyasetinin yeni ismidir. İnsanlık ve onun saygın temsilcisi olan milletimiz ya küresel tahakküm, ya da yeni sömürgeci imparatorluklar gibi sefil ve zorba seçenekler arasında sıkıştırılmak istenmektedir. Yeni Dünya düzeni denen bu tehdidin önündeki en büyük engel milli devletler ve güçlü millet oluşumlarıdır. Cendereye alınmış Türk milletinin ve Türkiye’nin varlığı ve devamlılığı, tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşamaktadır. Var olma mücadelesi verdiğimiz 1910’lu yıllardan bu yana yakın tarihin en ciddi beka tehlikesi bugün karşımızdadır. Yıllardır yaşanan ağır yoksulluğun neden olduğu toplumsal tahribatın yanı sıra ve daha da önemlisi, Türk milletinin birlikte yaşama şartları ve millet olma özellikleri ağır tehditler altındadır. Türk milleti içinden yeni milletler çıkartmaya ve çok milletli ve parçalı bir devlet ve toplum yapısına doğru hızla gidilmektedir. Bu gidişat ve tırmanan tehditler toplumun kırılma noktasına yaklaşmakta olduğunun uyarılarını vermeye başlamıştır. Milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, “sözde demokratikleşme, çok kültürlülük, alt kimliklerin tanınması ve ana dilde eğitim” gibi kavramlarla çözülme sürecine sokulmuştur. Bu karanlık tablo karşısında;
Varlığını, tarihin derinliklerinden gelen büyük Türk milletinin bekasına adamış milliyetçi-ülkücü hareket için bu durum, telafisi ve kabulü mümkün olmayan derin kırılma halidir. Hatırımızdan çıkartmayalım ki, milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, bütün eksiği ve noksanıyla bile olsa, Türklüğün asırlarca devam eden milletleşme sürecinin hem zirve noktası, hem de sosyo-kültürel mükâfatıdır. Bu mükâfat kendiliğinden gelmemiş, yalnız başına oluşmamış, birileri tarafından hediye ve hibe edilmemiştir. Şehitle, gaziyle, alın teriyle kazanılmış ve bedeli Balkanlarda, Çanakkale’de, Kocatepe’de kanla yazılarak ödenmiştir. Bu tablodaki karamsarlığın dağıtılması, milletimizin önder, devletimizin lider olabilmesi gençlerimize işaret edeceğimiz ülkü ile gerçekleşecektir. Ne mutlu buradaki coşkuda bu inancı buluyorum. Burada gördüğüm heyecanda bu kararı okuyorum. Ve sizlere sonuna kadar güveniyorum. Bilinsin ki, herkes sussa da milliyetçi-ülkücü hareket susmaz, susamaz. Asla durmaz, duraklamaz. Buna yüreği millet için çarpanlar da katlanmaz, katlanamaz.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Muhterem Ülkücü Gençler, Biz Türk milletini merkezine alan bir anlayışın temsilcileri olarak biliyor ve inanıyoruz ki, hâkim olan zorba medeniyetin sebep olduğu ağır krizlerin üstesinden, ancak insanı esas alan yeni bir medeniyet anlayışı gelecektir. Türk milleti bunu o günlerdeki formatıyla küresel çapta tarih içinde uygulamış ve adına “Osmanlı barışı denen” bir uzlaşma ve insanlık modeli oluşturmuştur. Bugün bunun olmaması için hiçbir neden yoktur. Bu itibarla, meselelerimizi çözmek ve Lider Ülke idealine ulaşmak için,
Bizim milliyetçiliğimiz, tarihi derinliğimiz içerisinde yoğrulmuş olan milli değerlerimizle, çağın birikimi olan gelişmeleri birlikte yaşatmayı milli ve evrensel olanı birlikte yorumlamayı esas almıştır. Tarihin en köklü milletlerinden olan Türk Milleti, kendi kimlik ve kişiliğiyle, başı dik ve onurlu bir seviyeye ulaşmak için yeni bir atılım yapmak durumundadır. Başka başkentlerin sunduğu kurtuluş reçetelerinin Türk milletini bir adım ileri götürmeyeceği açıktır. Bunun tek çözümü, sorunlara “Türkiye”den bakmakla, geleceği “Türkçe” okumakla, ve Ankara’yı başkent yapan vizyonla dünyaya bakmakla mümkündür. Türk milletinin, tarihe damgasını yeniden vurmasının yolu ise, milli değerlerini sahiplenmesi ve özümsemesinden geçmektedir. Milliyetçi Hareketin ve milliyetçi-ülkücü kadroların ilham ve güç kaynağı budur. Bu olmalıdır. Biliyor ve inanıyorum ki, Türk milliyetçileri Allah rızasından ve Türkiye sevdasından başka bir şey düşünmeden yaşayan dava ve gönül insanlarıdır. Büyük dava adamlarının inandıkları şeyleri başarmalarını engelleyecek gücün varlığına insanlık henüz şahit olmamıştır. Bu itibarla, milliyetçi-ülkücü kimliğinizle; Milletimizin asırlardır temsil ettiği insan sevgisi, barış ve yardımlaşma, üstün ahlak ve fazilet gibi değerleri yükseltecek sizsiniz. Yüreklerinizde taşıdığınız vatan sevgisi ile büyük Türk milletini gelecekte de yüceltecek olan sizsiniz. Bir yandan ülkemizi çağın ötesine taşırken, gelişme ve kalkınmanın dinamiklerini milli değerlerimizle uzlaştıracak olan sizsiniz. Gözü Avrupa’da, kulağı Amerika’da olan teslimiyetçi ve işbirlikçilerin umutsuzluk tortusunu dağıtacak olanlar da sizlersiniz. Hırpalanan, onuru ve haysiyeti yara alan yorgun ve yoksul Anadolu, bugün bu salonlara kulak kabartmaktadır. Ezilen, hakkettiği itibarı göremeyen Türk milleti çareyi bu salonlardaki haykırışlarda aramaktadır. Ve ne mutlu ki, buradan yükselecek sesi, onurlu ve aydınlık bir geleceğin müjdesini beklemektedir.
Kuşatma ne kadar ağır olursa olsun; tarih henüz hükmünü vermemiştir. Büyük bir tahammül gösteren Türk milleti henüz son sözünü söylememiştir.
Tahrip edilmeye çalışılan binlerce yıllık kültür kodlarımızın, Yok edilmeye çalışılan köklü devlet yapımızın ve Asil milletimizin yegâne koruyucusu ve kollayıcısı sizler olacaksınız. Sizlere yürekten inanıyor ve güveniyorum ki,
Birkaç hain istiyor, birkaç gafil kışkırtıyor, birkaç işbirlikçi de alkışlıyor diye kardeşlikten taviz vermeyeceksiniz. Issıg gölden, Buhara’ya, Kerkük’ten Süleymaniye’ye, Üsküp’ten Ankara’ya; Ötüken’den Malazgirt’e, Çanakkale’den Sakarya’ya kadar asırlarca ilmek ilmek örülen “Türk milleti” kimliğini sonsuza kadar savunmaya devam edeceksiniz. Çok şükür ki, milliyetçilik ve ülkücülük; hem milletimizin gönlünde, hem partimizin siyasetinde, hem ülkücülerin hasretinde yaşamayı şerefle sürdürüyor. Hem de, Türk milletinin merkezinde olduğu bir anlayışın,
Ne mutlu sizlere ve buna gönül verenlere. Ve bugün ülkemizin özellikle içinde çırpındığı küresel tahakküm karşısında, tıpkı 1919’lu yıllarda olduğu gibi hürriyetin, şahsiyetin ve bağımsızlığın bayrağı, yine milliyetçiliğin aşılmaz surları üzerinde gururla dalgalanıyor. Hepinizle iftihar ediyorum. Hepinizi hasretle kucaklıyorum.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Geride kalan yıllarda ülkemizi böldürmemek, kardeşliğimize fesat sokmamak için hainlere karşı dik durdunuz. Bunları biliyorum. Ama şimdi aynı hesaplar daha sinsi yaklaşıyor, aynı emeller içten içe sizlere de yanaşıyor. Adına açılım deniyor. Demokratikleşme deniyor. Maskeleniyor. Aman dikkat ediniz. Girilen yol, PKK'nın emellerine hizmet edecektir. Oyunu görünüz. Bu gidişatla Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığı tasfiye edilecektir. Uyanık olunuz. Zalim ile mazlum; katil ile maktul, mağdur ile gaddar, cani ile şehit, katil ile gazi, aynı kefeye konulmuştur, değerler karıştırılmıştır. Doğru ile yanlışı ayırınız, Yıkmak için değil, yapmak için, Ayırmak için değil, birleşmek için, Bölmek için değil, buluşmak için, Küsmek için değil kucaklaşmak için ayağa kalkınız ve bunu gerçekleştiriniz. Ben bu salondaki çabayı, heyecanı ve kararı görünce, ülkücü gençlerin inancına şahit olunca bir kez daha kani oldum ki; aziz milletimiz;
Büyük milletimiz, milli değerler ve birlikte yaşama ülküsü etrafında mutlaka ama mutlaka kenetlenecektir. Atalarımız bin yılın ferasetiyle demişler ki; “su uyur, düşman uyumaz”. Bu buyruklara dikkat ediniz, kulak veriniz. Düşmanlar yine uyanık, hasımlar fırsat kolluyor. Çanakkale’de aldıkları dersi çabuk unuttular, Sakarya’da yedikleri darbeyi tez atlattılar, İhanet küllendiği yerden yeniden alev almaya çalışıyor. Alçaklıklar, saklandığı yerden doğrulmaya uğraşıyor. Bu, Kılıçarslan’a yenilmiş Haçlıların hesabıdır. Bu, Malazgirt’te teslim olmuş Bizans’ın hesabıdır. Bu, Fatih’ten aman dilemiş Avrupa’nın hesabıdır. Bu, Çanakkale’de batmış, İzmir’de dökülmüşlerin hesabıdır. Bilek gücü ile yapamadıklarını, siyasetle yapmak istiyorlar. Savaşarak kazanamadıklarını, siyasi iktidardan almak istiyorlar. Oyun bu, düzen bu, senaryo bunun üstüne. Dün Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da gördük. Oyuncular benzer, emeller aynı, işbirlikçiler tanıdık. Ama onlar, sizleri tanımıyorlar. Onlar, milliyetçi-ülkücü hareketi bilmiyorlar. Geçmişte aldığı dersleri unutmuşlara sesleniyorum. Milletimin ayağa kalkışını hatırlamayanlara sesleniyorum. İşbirlikçi bir yönetimin varlığı sizi umutlandırmasın. Türk milleti bir avuç teslimiyetçiden ibaret değildir. Sakın aldanmayın. Yanlış hesap yapmayın.
557 yıl önce yaptığınız yanlış hesabın bedelini Fetih günü ödediniz. 95 yıl önce bu hatanın bedelini Çanakkale’de fazlasıyla ödediniz. 88 yıl önce Türk’e kefen biçmenin bedelini İzmir’de yeterince ödediniz. Sanmayınız ki o günkü ruh öldü, yaşadıklarınız geride kaldı. Hayır, o kahramanların torunları bugün burada yaşıyor. Hakkın ve bağımsızlığın sevdalıları, bugün burada ayağa kalkıyor. Türkün mukaddesatına uzanan el mutlaka kırılmıştır, yine kırılacaktır. İslama yapılan saldırılar karşılıksız kalmamıştır, yine kalmayacaktır. Tuzaklarla dolu engelleri aklımızla birer birer aşmalıyız. Aşacağız. Biz bu sinsi kuşatmayı yarmalıyız. Yaracağız. Türk milletini düştüğü darboğazdan kurtarmalıyız. Kurtaracağız. İşte, Milliyetçi Hareket burada. İşte, ülkücüler burada. İşte, milliyetçiler burada. Bu davayı, asla aşamazsınız. Bu burçları, asla geçemezsiniz. Birileri tarihi reddetse de, Birileri ecdada küfür etse de, Birileri katillikle suçlasa da, Bu salondan yükselen bu ses, dalga dalga Türkiye’ye yayılacaktır. Ve bütün melanetleri durduracaktır. Ve bütün rezaletleri silip atacaktır. Ülküdaşım, Bu kudret sen de fazlasıyla var. Bu inanç sende fazlasıyla var. Yeter ki kendine inan. Kendine güven. Tarihi tanı, tuzakları bil, oyunları gör. Korkma, çekinme ve geri durma. Hiç aldırma, kaygılanma, arkana bakma. Ve Malazgirt’i, Mohaç’ı, Kutlu fethi, Çanakkale’yi ve Kocatepe’yi unutma. Hayme Ana da sensin, Süleyman Şah da sen. Akşemsettin de sensin, Molla Gürani de sen. Ulubatlı Hasan da sensin, Genç Osman’da sen. Karacaoğlan da sensin, Pir Sultan da sen. Mimar Sinan da sensin, Mehmet Akif de sen. Yahya Çavuş da sensin, Kara Fatma da sen. Geri durma, teslim olma. Büyük ceddimin şu çağrısına kulak ver, yeter. Ey Türk titre ve kendine dön. Buradan aldığım güçle ve size olan inancımla diyorum ki; Türk milleti ilelebet var olacaktır. Cihana damgasını mutlaka ama mutlaka yine vuracaktır. Türk milleti bunu da mutlaka başaracaktır. Çünkü kendisini onun bekasına adamış sevdalıları vardır. Çünkü varlığını milletine adamış ülkücüleri vardır ve buradadır.
Değerli Dava Arkadaşlarım, Aziz ülküdaşlarım, “Vatan ve bayrak” ortak paydasında başlattığımız uzlaşma ve gönül beraberliği milletimizde mutlaka teveccüh görecektir. İnancım budur. Büyük milletimizin, milli kimlik ve kardeşlik ekseninde bir kucaklaşmayı başaracağına eminim. Ne var ki, yapacağımız çok iş vardır:
Sizlere tavsiyem şudur:
Buradan gideceğiniz semtlerde, İstanbul’un her ferdine en içten selam ve sevgilerimi götürünüz. Biliniz ki, onların duaları, destekleri bizim en büyük dayanağımız olacaktır. Bugün, Türk Cihan İmparatorluğunun tarihi başkentinde, sizlerle bir arada bulunmakla şeref duydum. Bu vesile ile başarılarını gönülden kutladığım genç ülküdaşlarımın sevincini paylaştım. Ve daha birkaç gün önce kutladığımız ve üzerinden geçen 557 uzun yıla rağmen ne mutlu ki, fetih ruhunu taşıyan ve şuurunu yaşatan bir kutlu nesilin hâlâ bizimle beraber olduğunu gördüm ve gururlandım. Hepinizi gönülden kutluyorum. Bu vesile ile toplantıyı tertip eden ülküdaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum. Türk milliyetçilerinin ve ülkücü kardeşlerimin daha nice toplantıları, aynı şevk, heyecan ve coşkuyla idrak etmelerini temenni ediyorum. Yüce Allah’ın, Türkiye'nin ve Türk milletinin geleceğine sahip çıkma mücadelesinde, emeklerimizi karşılıksız bırakmayacağına yürekten inanıyorum. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyor ve kucaklıyorum. Tarih boyunca Türklüğü yaşatmak uğruna hayatlarını feda eden kahraman ecdadımızı; bugün bölücülükle mücadele ederken şehit düşen kahraman güvenlik güçlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnet duygularımla yâd ediyorum. Bugün burada bir ülkü etrafında toplanmak için bizlere önderlik etmiş, yol göstermiş, bizleri yetiştirmiş olan, ömrünü Türklük ve Türkiye ülküsüne adamış Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e ve bugün 38. vefat yıldönümünü andığımız Dündar Taşer Bey’e, ebediyete intikal etmiş bütün dava arkadaşlarıma ve şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Konuşmamı, bir gelenek haline gelmiş Dedem Korkut’an ilhamlı hayır duası ile bitirmek istiyorum. Hak Teala, Üzerimizden rahmetini, Ülkemizden bereketini, Bayrağımızdan rüzgârını esirgemesin. Yüreğimizden sevgisini eksik etmesin. Gönlümüzde korku, keder bırakmasın. Aç, açık gezdirmesin, Gözyaşı döktürmesin, Helal kazanç nasip etsin. Vatanımız ebedi olsun, Milletimizi hakim kılsın, Ülkücüye kuvvet versin, İnancımız hiç bitmesin, heyecanımız hiç sönmesin, Kutlu ülküyü gönlümüzden ilelebet eksiltmesin. Yurdumu esirgesin, milletimi korusun. Bugünümüzü aratmasın, Albayrağımızı sarartmasın, Üç hilali karatmasın, sonsuza kadar parlasın dursun. Yüreğinizde özlem, gönlünüzde hasret bırakmasın, Ülküye tez elden ulaşalım. Kalbimizde korku, hayatımızda keder bırakmasın, Kutlu sevdaya bir an önce erişelim. Verdiğimiz mücadelede yolumuz, bahtımız ve alnımız açık olsun. Ne mutlu Türküm diyene.
|