04.07.2010 - Malatya Bölge İstişare Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
Malatya Bölge İstişare Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni
4 Temmuz 2010

 

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti, şiddetini giderek yoğunlaştıran çetin ve tehlikelerle dolu, siyasal, sosyal ve ekonomik darboğazın bütün sancılarını yaşamaya başlamıştır.

Coğrafyamız ve komşularımız üzerinde küresel güçlerce yazılan senaryoların acımasızca sahnelendiği yıkıcı projelerin altına, isteyerek ve bilerek giren ülkemiz ağır sorunlarla yüz yüzedir.

Bu tahribat, Türk milletini yabancı tesir ve müdahalelerden koruyacak sosyo-ekonomik, kültürel ve jeopolitik güvenlik duvarlarını tümüyle yıkmaya yönelmiştir.

Gelinen aşamada, Türkiye, milli birliği, toprak bütünlüğü ve devlet yapısı, içerde ve dışarıda sorgulanan hasta ve sorunlu bir ülke konumuna düşürülmüştür.

Toplumsal huzursuzluk alanları genişlemiş, cepheleşmeler derinleşmiş ve milletimiz her alanda bir kriz sarmalı ve çatışma dinamiği içine hapsedilmiştir.

  • Milli birliğimiz ve kardeşliğimiz bugün çok ciddi tehdit altındadır.
  • Milli değerlerimiz tartışılmakta, Cumhuriyetimiz sorgulanmaktadır.
  • Üniter yapımızı aşındıracak, kardeşliğimizi zedeleyecek tahrikler sürmektedir.

Türkiye’nin bugün getirildiği noktada karşımızdaki manzara;

  • Birlik, dayanışma ve sosyal bünyenin yaralanmasından, iç huzur ve güvenliğe,
  • Ortak milli ve manevi değerlerin çatıştırılması ve aşınmasından, ahlaki yozlaşmaya,
  • Siyaset kurumunun itibarı ve ahlaki meşruiyetinden, dış politikaya,
  • İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluğun yayılmasından, ekonomiye kadar uzanan her cephede yaşanan çürüme, çözülme, çöküş ve çaresizlik tablosudur.

Artık varlığı, birliği ve bekası noktasında ateşle imtihandan geçtiği daha iyi anlaşılan Türkiye’yi bu noktaya getiren;

  • Terörle mücadelede aciz ve hareketsiz,
  • Etnik bölücülük konusunda kışkırtıcı ve tavizkar,
  • Ekonomi yönetiminde pusulasız ve beceriksiz,
  • Dış politikada teslimiyetçi ve omurgasız,
  • Siyasi kirlenme, ahlaki yozlaşma ve yolsuzlukta ise rakipsiz Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri olmuştur.

Son dönemde bölücü terör, bütün kirli ve kanlı yüzüyle yeniden sahneye çıkmış, Türkiye’nin milli birliğini ve bütünlüğünü hedef alan hain saldırılar artmıştır.

Kanla beslenen PKK terörünün insanlık dışı eylemleri sonucu, Anadolu’nun her yerine kahraman asker, polis ve korucularımızdan oluşan şehit cenazeleri yeniden taşınmaya başlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekâsını, Türk milletinin birliğini ve kardeşliğini hedef alan hainler, ülke sathında toplumsal çatışma ortamı hazırlamak için bütün güçleriyle aynı hat üzerinde yer almışlardır.

Yaşanan gelişmelerin şiddeti, merkezinde terör örgütünün siyasallaşmasının bulunduğu küresel senaryonun dayatılmasında artık son aşamaya gelindiğinin işaretlerini vermektedir.

Türkiye üzerinde sahnelenmek istenen bu oyunun nihai hedefi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk milletinin yeniden tanımlanması, çok kimlikli, çok milletli, parçalanmış bir devlet ve toplum yapısının kabul edilmesidir.

Hükümetin nezaretinde, ayrılıkçı emeller peşinde koşan bölücülerin faaliyetleri de bu yönüyle yeni boyutlar kazanmıştır.

Ülkemizi etnik tuzakların içine çekmeye çalışan terör maşaları, işbirlikçi aydınlar, yandaş ve yoldaş medya mensupları kesin sonuç almak için safları sıklaştırmışlardır.

Milli devlet niteliğimizin ve üniter yapımızın yeniden düzenlenmesi, bölücülüğe uygun siyaset ortamının yapılanması ve milletin ayrışması “fırsat" ve "çözüm" adıyla propaganda edilmeye başlanmıştır.

Bölücülüğün hukuki zemin kazanması için tepkilerin azaltılması ve hazmettirme denilen altyapının hazırlanması çalışmaları; teröristi sözde dağdan indirme ve sözde barışı sağlama çağrıları adıyla artık iyice netleşmiştir.

Ve en tehlikeli olanı, bin yılın köklü ve derin kardeşliğine dayanan sosyal, siyasal ve kültürel mutabakatın yerine, öfke ve kuşkuların yer aldığı tehlikeli bir çatışma sürecinin milletimizin önüne konulmuş olmasıdır.

Türkiye’nin karşısına çıkan bu kanlı karanlık tablo elbette ki aniden oluşmamıştır.

Gerilim ve kriz ortamının şartları, sinsi ve planlı bir biçimde hazırlanmış ve Türkiye bu noktaya adım adım getirilmiştir.

Bugün yaşanan ağır bunalımın, bölücülük ve terörün vahim seviyeye gelmesinin en büyük sorumlusu hiç şüphesiz siyasi iktidarı elinde bulunduran AKP zihniyetidir.

Ve özellikle, terörle mücadelenin gerektirdiği iradeye ve niyete sahip olmadığı anlaşılan ve bölücülüğe şirin görünerek ucuz siyasi hesaplar peşinde koşan Başbakan Erdoğan’dır.

Yedi buçuk yılı aşan süredir ülke yönetiminde olan Başbakan ve partisi; bugüne kadar “terörle mücadele” ile “terörle müzakere” arasında sürekli gidip gelmiştir.

Bu süre içinde şartlara ve esen rüzgâra göre yer değiştirmiş ve bu hayati konuda nerede duracağını bir türlü netleştirememiştir.

Geride kalan yıllar içerisindeki teslimiyetçi siyasetiyle hükümet, bölücü terör sorununu, masum bir hak talebi ve özgürlük arayışı olarak tanımlayarak en büyük hatayı yapmıştır.

Bölücülük ve terörü, demokrasi arayışı ve kimlilik talebi olarak yorumlayan Başbakan, bu yaklaşımıyla yıllardan beri PKK terörüyle kahramanca mücadele eden yöre insanını ve korucu kardeşlerimizi de dışlamış ve aşağılamıştır.

Bu çıkmaza sürüklenişi ise onu ayrılıkçı terörün siyasi hedeflerini haklı ve meşru gösteren yeni bir yanlışın içine de düşürmüştür.

Başbakan, bir tarafında devletin, diğer tarafında Kandil kadrolarının yer aldığı siyasi bir denklem ve terazi kurmuş, geldiğimiz bu aşamada ise bütünüyle sıkışıp kalmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın bu tarihi sapması ve affedilmez tercihi sonucunda PKK, devletle pazarlık yapmak ve İmralı canisi ise muhatap kabul edilmek için hiç beklemediği bir fırsat yakalamış ve bunu özellikle son bir yılda acımasızca kullanmıştır.

Başbakan’ın devamlı olarak sözünü ettiği sözde fırsat, işte PKK’nın kullandığı bu tarihi fırsattır, kanlı eylemlerle de kullanmaya devam etmektedir.

Yapılan yanlış hesaplarla, terör yandaşlarında şiddet ve sokak hareketiyle sonuç alınabileceği ümidi yeşermiştir.

Türkiye’nin milli birliğini hedef alan kanlı teröre göz kırpan Başbakan, bölünmeye zemin hazırlayacak silahlı ve kanlı çatışma dinamiklerini kendi söylemleriyle bizzat harekete geçirmiştir.

Hükümetten cüret bulan hainler bu yanlıştan yararlanmak üzere ayaklanma provalarına, gövde gösterilerine ve şehadetle neticelenen kanlı saldırılarına hız vermişlerdir.

Başbakan Erdoğan’ın öteden beri söyleyerek geldiği ayrımcı beyanatlarıyla siyasi kimlik ve meşruiyet kazanma imkânına kavuşan terör örgütünün maşaları ve işbirlikçi çevreler ise tahriklerini giderek tırmandırmışlardır.

Ve herkesin bildiği gibi 2002 de sıfır noktasından bugün maalesef AKP’nin aczi ve tükenişi ile Türkiye’nin gündemini ve geleceğini belirleyecek güce kavuşmuşlardır.

 

Artık önlenmesinde büyük zorlukların olduğu anlaşılan terör eylemleri ve bölücülük karşısında, zamanında gerekli tavırları gösteremeyen AKP iktidarı, bugün içerden ve dışarıdan dayatılan bölücü talepleri sineye çekmek zorunda kalmakta ve tehditlere boyun eğmektedir.

Türk milletinde uyanan haklı infiali görmezden gelen ve hatta şehitlerimizi, onların toprağa veriliş törenlerini bile sorgulatan AKP zihniyeti, demokratikleşme kisvesi altında yürütülen bölücü-yıkıcı faaliyetleri ise şaşırtıcı bir hoşgörüyle karşılamaktadır.

İktidar artık dönüşü olmayan bir yola girmiş, siyasi çözüm konusunda ümit verdiği bölücü çevrelerin ve bu işin ısrarlı takipçisi olan ABD’nin baskıları karşısında anayasaya yedirilecek sözde demokratik çözüm reçetesi hazırlığına başlamıştır.

Bu gelişmeler, çare adı altında PKK ve İmralı canisi ile gizli yapılan pazarlıkların artık açık hale geleceğini de göstermektedir.

Nitekim Başbakan’ın PKK’ya yönelik “sen silahı bırak, biz de bırakalım” anlamına gelecek “mütareke” çağrısı içeren “PKK silahı bırakırsa operasyonlar minimize olur” açıklamaları dehşet vericidir.

Asla bir yöneticiye yakışmayacak, hezimete uğramış bir devlet adamının çaresizliğidir, tarihimizde görülmeyen tam bir bozgun ve ricat halidir.

Bütün bu olumsuz aşamadan sonra, önümüzdeki dönemin gelişmelerini, Başbakan Erdoğan’ın geçmişte kendisine doğrudan tesir eden üç mihrakla kuracağı ilişkilerin şekli, yönü ve dozu belirleyecektir.

  • Bunlardan birincisi ABD ile olan ilişkileri ve teslimiyetin seviyesidir.
  • İkincisi Irak yönetimi ve Kuzey Irak’taki aşiret reisleriyle münasebeti ve duruşudur.
  • Üçüncüsü ile İmralı Canisi ve PKK ile yürüttüğü temaslar ve gizli ittifakın alacağı şekildir.

Bunlara ilave olarak, açılım adı verilen yıkımından hangi hızla döneceği, pişman olup olmayacağına dair açıklamaları da kuşkusuz ki süreci belirleyecektir.

Bu itibarla, Milliyetçi Hareket Partisi ile görüşmek isteyen bir Başbakan, önce bu odaklarla ilişkilerini netleştirmek durumundadır.

Bu mihraklardan gelen dayatma ve teslimiyete artık sınır çizmesi, yanlışlarından bir an önce dönmesi, açılımı terk etmesi, bunları samimiyetle itiraf etmesi ve pişmanlık göstermesi şarttır.

Beklentilerimiz bunlardır. Zira gün, ucuz siyasi hesapların peşinde koşulacak gün değildir, milletin varlığı söz konusudur.

Unutmayalım ki, husumet ve cepheleşme tohumlarının yeşermesine ve kök salmasına müsait bu iklimin doğmasına, hükümetin bugüne kadarki kasıtlı politikaları neden olmuştur.

Türk milletinin inançlarını ve Cumhuriyetin değerlerini sürekli kavga, gerginlik ve çekişme konusu yapan zihniyetler, bugün içine saplandığımız çıkmazın başlıca mihraklarıdır.

Milliyetçi Hareket’in iç huzur ve istikrar ortamının zarar görmesi ve milli bütünlüğümüzün bozulması riski taşıyan gelişmelere karşı gösterdiği yüksek hassasiyet de öncelikle bundan kaynaklanmaktadır.

Zira bu olumsuz iklim, Türk milletinin kardeşliğini ve birlikte yaşama iradesini yıkmak için milli varlığımızı ifade eden ve bin yıldır paylaştığımız bütün değerler ve kavramlara saldırıyı da artırmıştır.

Türk toplumu kışkırtmalara açık, tehditlere karşı korumasız halde güvensizliğin karanlığına itilmiş, sorunlu ve yaralı bir toplum haline getirilmesi için tezgâhlanan sinsi oyunlar netice almaya başlamıştır.

Bugün içinden geçtiğimiz sancılı süreçte, Türkiye’nin nereye sürüklendiği konusunda herkes elini vicdanına koymak, ön yargıların esiri olmadan bir akıl ve ahlak muhasebesi yapmak durumundadır.

Etnik ve mezhep ayrımcılığına zemin oluşturacak ve bölücülüğe hizmet edecek anayasal düzenlemelerin, sosyal dokumuzu derinden sarsacağını, ortak değerleri yok edeceğini ve iç huzuru tehlikeye düşüreceğini herkes kabul etmelidir.

Milli değerleri aşağılayarak farklılıkların kaşınması ve bunun sonucu etnik, kültürel ve mezhep temelinde siyaset yapılmasında ısrar edilmesinin Türkiye'yi kaosa sürükleyeceğini görmemek için ancak hain olmak gerekmektedir. Bunun başka tanımı yoktur.

Bu tehlikeli gelişmeler ve bu tehditler karşısında, geleceğimizi ve varlığımızı doğrudan etkileyecek bir kavşak noktasına ve karar anına gelinmiştir.

Türkiye’nin AKP ile sürdürülen “terör-taviz-terör” döngüsünü aşmak zorunda olduğunu herkes kabul etmelidir.

Türkiye’de hiçbir güç, bugüne kadar gösterilen zafiyete bakarak, yanılıp da,

  • Teröre prim verilmesinin,
  • Devletin terör tehdidine boyun eğmesinin,
  • Teröristin törenle karşılanmasının,
  • Eşkıyaya teslim olunmasının,
  • Kanlı teröristlerin siyasi muhatap alınmasının devam edeceğini beklememelidir.

Bu yalnızca bu hükümete münhasır bir acziyettir, zafiyettir, ve küçülme halidir.

Bu zillete, bu rezalete, bu ihanete dur demenin zamanı çoktan gelmiştir.

Ya bu ihanet cephesi Türk milletinin yaşama azim ve iradesini kırarak ülkeyi kanlı bir bölünme ve çatışma sürecine sokacaktır; ya da Türkiye Cumhuriyeti, uyanan milletimizin desteği ile bu saldırılara gereken cevabı vererek ihanetin belini kıracak ve kökünü kazıyacaktır.

Bizim, kardeş kavgasına sürüklenmesini amaçlayan hain tahrikleri, büyük Türk Milletinin engin sağduyusu, milli birlik ve dayanışma ruhu ve ortak geleceğine sahip çıkma azmiyle bozacağına olan inancımız tamdır.

Türkiye’yi bir kaos ortamına sürüklemek isteyenlerin hesaplarını boşa çıkarmak hepimizin ortak sorumluluğundadır.

Büyük bir aile olan Türk milletinin kardeşliğini bu saldırılardan korumak herkes için vazgeçilmez bir milli görevdir. Milliyetçi Hareket bunun farkında ve şuurundadır.

Bu hain oyunun, bu tuzağın bozulması ve bölücü heveslerin hüsrana uğratılması önümüzdeki en önemli hedef olmalıdır.

Türk milletinin en büyük zenginliği ve güç kaynağı, tarihin her döneminde koruduğu ve yücelttiği milli birliği ve kardeşliğidir.

Bugün de, şartlar ne kadar ağır olursa olsun üzerinde titrememiz gereken en büyük milli değerimiz ve hazinemiz budur.

Gün, milli birlik ve dayanışma ruhuyla bir gönül seferberliği başlatmak günüdür.

Türk Milleti ortak akıl ve sağduyu ile bu badireyi de mutlaka atlatacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesine, milli birliğimizin tahrip edilmesine elbette hiç kimsenin gücü yetmeyecektir.

Türkiye’nin kudretini küçümseyenlerin, Türk Milletinin sabrını denemek isteyenlerin ve Türk milletinin birliğini ve bütünlüğünü yıkmak için meydanı boş bulanların ve işbirlikçilerinin sonu mutlaka hüsran olacaktır.

Milletimizin aziz varlığını kutlu sayan, kökeni, siyasi eğilimi ve tercihi ne olursa olsun, Türkiye’yi ve Türk milletini seven gerçek vatanseverlerin hamiyeti ve gayretleriyle her zorluk aşılacaktır.

Hiçbir güç, bu milli birlik ve beraberlik bağını zedeleyemeyecek, bu dayanışma ruhu bütün tahriklere rağmen geçmişte olduğu gibi, bugün ve gelecekte de dimdik ayakta kalacaktır.

Milliyetçi Hareket, bu ülkede yaşayan 72 milyon insanımızı Cenab-ı Allah’ın kutsal bir emaneti olarak görmekte ve bin yılın muhteşem kaynaşmasıyla oluşmuş kardeşleri olarak bağrına basmaktadır.

Partimiz, kimsenin kökeniyle, dili, dini ve mezhebiyle ilgilenmeyen, bunları sorgulamayan, Türk milleti kimliğinde birleşmiş bütün vatandaşlarımızı büyük Türk Milleti ailesinin onurlu fertleri olarak gören ve hepsini kucaklayan bir anlayışın sahibidir.

Hangi dille şarkı söylerse söylesin, muhterem anasının dili ne olursa olsun büyük Türk milletini oluşturan her fert, şanlı tarihimizin mukaddes bir hatırasıdır ve bizim için vazgeçilmezdir.

Tarih şahittir ki, zulme uğrayan, dost arayan kardeşlerimizin en emin sığınağı, yüzyıllar boyunca milletimizin şefkat dolu yüreği olmuştur. Bu kaynaşma ve kucaklaşma devam etmektedir ve mutlaka sürecektir.

İnancımız ve mücadelemiz bunun içindir. Milliyetçi Hareket bunun için vardır, bunu sürdürmek ve geliştirmek için siyaset yapmakta, bu yüksek gaye için milletine gönül vermektedir.

Bu nedenle de, milletimizin geleceği, huzuru ve birliği için bulunacak bütün çözüm yolları, bu muazzam ailenin bağlarını güçlendirmeli; küçülme, zayıflama, yalnızlaşma, ayrışma ve farklılaşmanın kimseye yarar getirmeyeceği artık anlaşılmış olmalıdır.

Bugün çevre illerden de gelerek Malatya’da buluşmuş aziz yöneticilerimiz inanç ve kararlıklarını bir kez daha tekrar edeceklerdir ki, Milliyetçi Hareket;

  • Ülkemizin dağılma ve çözülme sürecine sürüklenmesine izin vermeyecektir.
  • Türkiye’nin bir avuç işbirlikçinin elinde ufalanıp yok olmasına göz yummayacaktır.
  • Ağır tahriklerle çözülme belirtileri gösteren kardeşliği onaracak, Türkiye’nin milli kimlik etrafında toplanılmasını sağlayacaktır.
  • Milli değerler etrafında kenetlenmeye davet edecek, ayrışmayacağımızı ve ayrılmayacağımızı, dosta ve düşmana gösterecektir.

Partimiz ve kadrolarımız, bu kutlu değerleri ve kutsal emanetleri muhafaza etmeye yeminlidir.

AKP’nin zaafına ve dış güçlerin baskı ve dayatmalarına güvenerek meydan okuyan bölücüler ve maşaları da şunu çok iyi bilmelidir ki;

  • Türk milleti ebedi vatanında kardeşliğini sonsuza kadar koruyarak yaşayacaktır.
  • Ay yıldızlı al bayrak hain ellerin uzanamayacağı zirvelerde ebediyen dalgalanacaktır.
  • Büyük Türk Milleti, bir bütün olarak bu temellerin sarsılmasına hiçbir şart altında izin vermeyecektir.
  • Asırlar boyu bölünmez bir ve bütün olarak yaşayan Türk milleti, karşısına çıkan güçlükleri tek vücut olarak aşma kudretini göstermiştir. Bugün de gösterecektir.

Bütün vatandaşlarımızın ve Türkiye'deki her kesimin bunun bilinciyle ve aklı selimin rehberliğinde hareket etmesi ve iş işten geçmeden toplumsal huzurun korunması için üzerine düşen görevi yerine getirmesi temennimizdir.

Bu inancı, Malatya’da buluşan dava arkadaşlarımda görmekten ve şahit olduğum bu yüksek bağlılığı ve heyecanı milletime duyurmaktan bahtiyarım.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.