11.01.2007 - Genel Başkanımız Devlet Bahçeli'nin Basın Toplantısı Konuşma Metni
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin

Yapmış Oldukları Basın Toplantısı Metni

11 Ocak 2007

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

2007 yılının bu ilk basın toplantısına katılan basınımızın değerli temsilcilerini en samimi duygularla selamlıyor, yeni yılın hepinize sağlık, mutluluk ve başarılar getirmesi temennisiyle sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Türkiye, iç ve dış politika alanlarında belirsizlik ve risklerle dolu yeni bir yıla girmiştir.

2007 yılı Türkiye’nin geleceği açısından hayati önem taşıyan bir kader yılı olacaktır.

AKP iktidarının ağır tahribatı altında ezilen Türkiye, bugün tarihi bir dönemecin eşiğindedir.

Seçim yılı olan 2007’de Türkiye’nin önünde iki kritik kilometre taşı bulunmaktadır.

  • Bu yıl içinde yapılacak genel seçimler, Türk Milletinin AKP zihniyeti ile sandık başında nihai hesaplaşmasına sahne olacaktır.

AKP’nin demokratik yollarla tasfiyesi sonrası Türkiye için bir kurtuluş süreci başlayacaktır.

  • Cumhurbaşkanlığı seçimi de Türk demokrasisi için çok önemli bir sınav olacaktır.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçimler, ilk kez bu ölçüde iç içe geçmiş ve birbirlerini doğrudan etkileyen bir organik mahiyet kazanmıştır.

Türkiye’de çok partili siyasi hayata geçilmesinden bu yana Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde zaman zaman sancılı süreçler yaşanmıştır.

Ancak, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi, geçmiş örneklerden farklı olarak, çok ciddi bir krize dönüşme potansiyeli taşımaktadır.

Nitekim bu konunun aylar öncesinden siyasi gündemin merkezine oturması ve yapılmakta olan siyasi ve hukuki meşruiyet tartışmaları bunun somut bir göstergesidir.

Önümüzdeki seçim süreçlerinde yaşanacak gelişmeler sadece genç demokrasimiz için bir olgunluk ve hayatiyet sınavı olmakla kalmayacak, bundan daha da önemlisi, bu gelişmeler Türkiye’nin gelecek çizgisine ve temel yönelimine hangi siyasi anlayışın yön vereceğini tayin edecektir.

Mevcut eğilimler ve göstergeler, 2007’nin tehlikeli sonuçları olacak zorlamaların ve gerginliklerin yaşanacağı çalkantılı bir dönem olacağına işaret etmektedir.

Bugünkü basın toplantımızda siyasi gündemi değerlendirmek ve önümüzdeki bu zor ve sancılı dönem hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi sizlerin aracılığıyla aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye’nin ağırlaşan sorunları, derinleşen kriz ortamı ve maruz kaldığı iç ve dış tehditler, Türk Milletinin hakemliğine gidilmesini zaruri kılmaktadır.

Türkiye’nin çıkarları bunu emretmektedir.

Ancak, seçimlerden kaçmak için her yolu deneyen AKP, buna karşı bir direnç cephesi oluşturmuştur.

Bu amaçla akıl ve mantık dışı bahanelerin arkasına saklanmaya çalışan Başbakan Erdoğan, erken seçim istemenin vatana ihanet olacağı hezeyanını bile piyasaya sürmüştür.

Türkiye’nin içinde bulunduğu çok vahim şartlar karşısında, egemenliğin yegâne kaynağı ve sahibi olan milli iradeye gidilmesi talebini vatana ihanet sayacak kadar kendini kaybetmiş olan Başbakan’a, ilerde kendisi için hayati önem kazanacak vatana ihanet kavramını çok iyi incelemesi gerektiğini şimdiden hatırlatmak isteriz.

Türkiye’nin dört yılını heba eden AKP’nin, siyasi ihtirasları ve hesapları uğruna Türkiye’nin geleceğini de ateşe atmaya kararlı olduğu anlaşılmaktadır.

Hesap verme korkusuyla Türkiye’nin geleceğini karartma yolunu seçen AKP, bunun davet edeceği çok ağır bunalım ve kaos ortamının bütün sonuçlarına katlanmayı da kabul etmiş olmaktadır.

Bu konuda AKP’ye koltuk değneği olmayı kendilerine yakıştıran bazı sermaye ve basın çevreleri de, bu ağır sorumluluktan paylarını mutlaka alacaklardır.

Yangın yerine dönen ve her cepheden hain saldırıların hedefi haline gelen Türkiye’nin bir beka sorunuyla karşı karşıya bulunduğu bir ortamda, bu vahim durumu dönemsel bir sorun olarak görüp, erken seçime karşı fetva veren bu çevrelerin Türkiye’den tamamıyla koptuğu ortadadır.

Ancak zaman geçecek, devran dönecek ve şahsi çıkarları dışında hiçbir mukaddes tanımayan bu odaklar, çok yakında geçmiş günahlarının kefaretiyle baş başa kalacaklardır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’ye, ne pahasına olursa olsun, er ya da geç, AKP kamburundan mutlaka kurtulacaktır.

AKP’nin bu nihai hesaplaşmayı geciktirebilmek ümidiyle çırpınması beyhudedir.

Bu nafile çabaların tek sonucu, AKP’nin siyasi tasfiye sürecinin Türkiye’ye maliyetini arttırmak olacaktır.

AKP’nin siyasi ecele karşı direnmesi, Türkiye’ye yapacağı son kötülük olarak kalacak ve hesabını vermekten kaçamayacağı günah dosyasını kabartmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Bugün Türkiye, herkesin çok dikkatli olması gereken çok riskli bir döneme girmiştir.

Hak, hukuk, meşruiyet ve siyasi ahlak konularındaki geçmiş sicili bilinen AKP’nin hesap verme kabusunun etkisiyle, demokratik rekabetin icaplarıyla bağdaşmayan yöntemlerden medet umması ihtimal dışı sayılamayacaktır.

Ancak, hiç kimse kuşku duymamalıdır ki, önümüzdeki bu hassas süreçte, hukuk ve ahlak dışı yol ve yöntemlere başvuranlar, hak edecekleri cevabı en ağır biçimde alacaklardır.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu süreçte izleyeceği stratejinin unsurları büyük ölçüde ortaya çıkmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın son dönemde giriştiği manevralar, sergilediği tavır ve beyanları, bunun somut ipuçlarını ve işaretlerini vermektedir.

AKP’nin kriz ve mazeret üretmek ve makyaj değiştirmek amacı güden bu stratejisinin üç saç ayağa dayandırılacağı anlaşılmaktadır.

  • Bu stratejinin en önemli ayağı, toplumsal çatışma alanlarını genişleterek, bunun yaratacağı cepheleşme ortamından sahte mağdur yaratmak siyasetidir.

AKP, siyasi cemaat anlayışının hakim olduğu, fikirleri ve kadroları devşirme, uçların ve tezatların partisidir.

Yalan, riya ve aldatmacadan ibaret olan siyasi sermayesi tükenen bu zihniyet, şimdi ümidini gerginlik ve cepheleşmelere bağlamıştır.

Çatışma stratejisinin kendisini mağdur ve mazlum gösterebileceği hesabıyla, Türk toplumunun acıma duygularına sığınmaktadır.

Bu amaçla, kışkırtıcılık yaparak kontrollü bir gerginlik ve istikrarsızlık ortamının şartlarını hazırlamak, AKP’nin birinci hedefi olarak belirlenmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın;

  • Devletin temel kurumlarını AKP’nin icraatını engellemekle suçlaması,
  • Muhalefete giderek seviye kaybeden bir üslupla saldırması,
  • Başörtüsü konusunu acımasız bir istismar aracı olarak yeniden siyaset borsasına taşıması ve eşinin kıyafetini Cumhurbaşkanı seçimi sürecinin malzemesi olarak kullanmaya çalışması,
  • Din ve laiklik eksenindeki tartışmaları körüklemesi,

Bu mağduriyet imajı yaratma ve acındırma stratejinin tezahürleridir.

Türk Milletini her konuda aldatan Başbakan, şimdi bunlara sahte gerekçe, bahane ve kılıf bulma telaşına düşmüş ve merhamet avcılığına yönelmiştir.

  • AKP’nin geliştirdiği stratejisinin ikinci ayağı, temsilcisi olduğu takiye kültürünün yeni örneklerini imaj mühendisliği amacıyla uygulamaya koymaktır.

Başbakan Erdoğan, lekeli ve özürlü siyasi sicilini ve icraat bilançosunu unutturabilmek için makyaj değiştirmektedir.

Başbakan’ın acemice yapmaya çalıştığı sahte ve geçici seçim makyajıdır.

  • Türkiye’nin milli değerleri ve tarihiyle derin sorunlar yaşadığı bilinen Başbakan Erdoğan’ın, son dönemde bu değerleri slogan olarak kullanması ve milliyetçilik takiyesi yapması,
  • Terörle mücadele, Irak’taki gelişmeler ve AB ile ilişkiler konularında içi boş ve sözde kalan kozmetik çıkışlarda bulunması ve arkasında duramayacağı sahte gövde gösterilerinden medet umması,
  • 2005 yılında Diyarbakır’da “Kürt meselesini” bir kimlik sorunu olarak kabul ettiğini söylemişken, şimdi “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” diyerek ağız değiştirmesi,

Başbakan’ın emanet seçim imajının makyaj malzemeleri olmuştur.

Milliyetçilik ülküsünün değerler sistemine yabancı olan, Türkiye’yi etnik kimlikler topluluğu olarak gören ve kurucu milli kimliği inkâr eden Başbakan’ın seçimler yaklaşınca söylem değiştirmesi, olsa olsa mevsimlik milliyetçilik özentisi olarak görülebilecektir.

Türkiye’nin karşısındaki etnik bölücülük ve terör sorununu bir etnik kimlik talebi olarak algılayan, zaman zaman İmralı canisinin ağzı ile konuşan ve bölücülüğe siyasi cesaret kazandıran Başbakan’ın, şimdi ay yıldızlı bayrağın önünde resim çektirmesi ve bunu propaganda afişi olarak kullanması, ancak pankart ve pano milliyetçiliği olarak değerlendirilebilecektir.

Başbakan Erdoğan’ın siyasi geçmişi, fikir yapısı ve bugüne kadarki icraatı, milliyetçilik kavramı ile özde, ruhta ve manada bir araya gelmesine manidir.

Bu bakımdan, Başbakan’ın bu ulvi kavramlarla ancak şeklen bir araya gelebileceği yerler duvar afişleri ve tören kürsüleridir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Başbakan Erdoğan’ın Iraktaki gelişmelerin Türkiye için AB sürecinden daha önemli hale geldiğini, Kuzey Irak’tan kaynaklanan PKK terörüyle mücadelede özel temsilci mekanizmasının sonuç vermediği ve Türkiye’nin bu konuda daha fazla hareketsiz kalamayacağı konusundaki son beyanları da samimiyet ve ciddiyetten uzaktır.

Başbakan’ın bu beyanları ve ABD’yi hedef alan söylemleri, seçimler öncesi yaratmaya çalıştığı sahte imajın makyaj malzemesi olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.

Türk milletinin hafızasını hafife alan Başbakan’a, hükümetinin iflas eden Irak politikası ve PKK ile mücadelede sergilediği affedilmez gaflet çizgisi hakkındaki şu gerçekleri bir kere daha hatırlatmak yerinde olacaktır.

  • AKP hükümetinin, stratejik hedefleri doğru konulmuş ve siyasi irade ile desteklenen bir Irak politikası bulunmamaktadır.
  • Güçlü bir bölge ülkesi olan Türkiye, AKP sayesinde Irak’taki siyasi süreçlerden tamamıyla dışlanmış, gelişmeleri uzaktan izleyen pasif bir seyirci konumuna itilmiştir.
  • AKP hükümetinin bu gaflet siyaseti sonucu Kuzey Irak’ta bağımsız devlet yapılanmasını adım adım hayata geçirme yönünde çok önemli mesafeler alınmıştır.
  • Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek kadar cüret kazanan Barzani ve Talabani, Kerkük’ü zorla ele geçirmek için seferber olmuştur.
  • AKP’nin yalnız bıraktığı Türkmenler bugün, etnik temizlik tehdidi altında varolma mücadelesi vermektedir. Kerkük, patlamaya hazır bir saatli bombadır.

Bugün Kerkük konusunda çok gecikmiş bir şekilde yarım ağız uyarılarda bulunan Başbakan unutmuş görünse bile, Türk milleti AKP hükümetinin Türkmen kardeşlerimizi Kürt grupların zulmüne terk ettiğini ve bu tutumuyla bu gruplara Kerkük’ü zaptetme yolunda cesaret kazandırdığı gerçeğini unutmayacaktır.

  • AKP hükümeti, PKK ile mücadele konusunda da gerekli tedbirleri alma cesaretini gösterememiştir, bu alandaki Anayasal görevlerini ihmal ve ihlal etmiştir.
  • Kuzey Irak’ta kaynaklanan PKK tehdidi ciddiyetini bugün de aynen korumaktadır. Bölge’de yuvalanan 3000 civarındaki silahlı militan Barzani ve Talabani’nin siyasi ve fiziki himayesi altındadır. PKK teröristlerinin lojistik desteği bu gruplarca sağlanmaktadır.
  • AKP hükümeti, PKK tehdidiyle mücadeleyi, PKK’ya her desteği sağlayan Barzani ve Talabani’ye ihale etmiş ve terör koordinatörleri mekanizmasıyla göz boyamaya çalışmıştır.
  • Bunun sonucu, bu konuda somut hiçbir gelişme olmamış, sözde ateşkes ilan eden PKK, kış şartları nedeniyle inine çekilmiş ve güç toplamak için çok değerli bir süre kazanmıştır.

Bütün bu gerçekler ortadayken, bu vahim tablonun mimarı olan Başbakan’ın, şimdi PKK’ya karşı Türkiye’nin hareketsiz kalamayacağı konusunda beyanlarda bulunması, Türkiye’nin güvenliği konusunu sadece seçim zamanında hatırladığını göstermesi bakımından ibret ve utanç vericidir.

Bugüne kadar Kuzey Irak’tan kaynaklanan PKK terörüyle mücadelede hareketsiz kalan ve Türkiye’nin uluslararası hukuk açısından mutlak hakkı olan sınırötesi askeri harekatı bilinçli olarak gündemden çıkaran Başbakan çok iyi bilmelidir ki, bu sahte nümayişler Türk milletinin kendi hakkında verdiği hükmü değiştirmeyecektir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

  • Seçimlere gidilen süreçte AKP’nin stratejisinin üçüncü ayağı, Türk milletini sanal hedefler ve sahte başarı hikayeleriyle aldatmak ve hayal pazarlaması ve ümit işportacılığı yapmak olarak belirlenmiştir.

Ancak, Türk milleti AKP’nin icraatlarını yaşayarak görmüş ve bu zihniyetin içerde ve dışarıda hangi çıkar odaklarının emrinde olduğunu acı tecrübelerle öğrenmiştir.

Piyasa simsarlarının yönlendirdiği ve küçük bir kesim için ucuz kazanç kapısı haline gelen borsa rakamları, siyasi istikrar ve ekonomik güven ortamı safsataları, bu bakımdan Türk milleti için hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Dayanma gücünün sonuna gelen Türk milleti, AKP ile sandık başında yapılacak hesaplaşma gününü sabırsızlıkla beklemektedir.

Seçim kaçağı olan AKP’nin bu siyasi mahşer gününden daha fazla kaçabileceği bir manevra alanı artık kalmamıştır.

Seçim sandığı en geç dokuz aylık bir süre içinde Türk milletinin önüne gelecektir.

Bu noktada, hayali dış politika başarısı hikayeleri anlatan Başbakan’ın son olarak Türkiye’yi Kıbrıs’ta içine düşürdüğü duruma kısaca temas etmek yerinde olacaktır.

Bildiğiniz gibi Lefkoşe’de tampon bölgenin Türk tarafındaki bir üst geçidin kaldırılması konusu, AKP hükümetinin aczi sonucunda büyük bir sorun haline dönüştürülmüştür.

AKP hükümeti, bu konuda Türk askeri makamları ile KKTC makamlarını karşı karşıya getirmek gibi çok tehlikeli bir yola girmiştir.

Rum tarafının dayatmalarına boyun eğilerek Lokmacı barikatındaki üst geçidin kaldırılmasından sonra, Papadopulos’un müzakere masasına dahi oturmadan Türk tarafını teslim almayı amaçlayan diğer taleplerine sıra gelecektir.

Bu çerçevede, önümüze koyulacak ilk dayatma Lefkoşe’nin askerden arındırılması ve yeşil hattın bu bölümündeki Türk askerlerinin geri çekilmesi olacaktır.

Kıbrıs’ta “bir adım önde olmak” gibi bir teslimiyet politikasıyla Kıbrıs’ı elden çıkarmaya hazır olan AKP hükümeti, kendi içinde tutarlılık adına her halde bu talepleri de karşılamak için uygun zaman ve zemin kollayacaktır.

Ancak, bunu yapmaya siyasi ömrü yetmeyecektir. Yaklaşan seçimler sonrası Türk milletiyle birlikte Kıbrıs’lı Türk kardeşlerimiz de AKP’nin tasallutundan kurtulacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Önümüzdeki süreç, her bakımdan çok zor ve kritik bir süreç olacaktır.

Kriz dinamiklerinin harekete geçtiği bugünkü ortamda, Cumhurbaşkanlığı seçimi normal boyutları ötesinde özel bir önem ve anlam kazanmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu nazik konudaki görüşlerini çeşitli vesilelerle kamuoyumuzun bilgisine ve değerlendirmesine getirmiş bulunmaktadır.

Bugünkü basın toplantımız vesilesiyle, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine ilişkin düşüncelerimizi toplu olarak ortaya koymak istiyorum.

  • Cumhurbaşkanlığı seçiminin ciddi bir krize dönüşme potansiyeli karşısında, bu konunun ortak akıl, sağduyu ve basiret yoluyla ve milli bir mutabakatla ele alınması Türkiye’nin hayrınadır.
  • Cumhurbaşkanlığı, siyasi iddia ve inat meselesi haline getirilmemeli, herkes siyasi hesaplarını ve ihtiraslarını aşma basiretini ve erdemini gösterebilmelidir.
  • Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanacak zorlamalar ve gerginlikler Türkiye’ye büyük zarar verecektir.

Tehlikeli bir kumar oynamaya hazırlandığı görülen AKP’nin bunun davet edeceği tepkileri ve doğuracağı sonuçları idrak etmesi, her şeyden önce kendi hayrına olacaktır.

  • Erken seçimleri zorlamak için sine-i millete dönülmesi tartışmaları yersiz ve gereksizdir. Aynı şekilde, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin Anayasa hükümlerine zorlama hukuki yorum arayışları da itibar görmemelidir.

Bütün bunlar, AKP’nin gerginlik stratejisine hizmet edecek ve meşruiyet açığını kapatmak sonucunu doğurabilecektir.

Bu bakımdan, Meclis’te temsil edilen muhalefet partilerinin bu konuda çelişkilerden uzak, açık ve tutarlı bir yaklaşım benimsemeleri ve AKP’nin değirmenine su taşıyacak hareketlerden kaçınmaları önem arzetmektedir.

  • Bu konu etrafında şekillenen siyasi ve hukuki meşruiyet tartışmalarını bertaraf etmek için, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce genel seçimler yapılmalıdır. Bunun için en uygun tarih 11 Mart 2007’dir. Cumhurbaşkanını yeni Meclisin seçmesi en makul ve demokratik çıkış yolu olacaktır.

MHP, parlamento seçimlerinin Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi yapılması konusunda bugüne kadar açık ve tutarlı bir çizgi benimsemiştir.

Ancak, Meclisteki muhalefet partileri bu konuda kararlı bir tavır ortaya koyamamışlardır. Bu kapsamda, Meclis zemininde somut bir girişimde bulunmamışlar ve bu konuyu Meclis gündemine taşımamışlardır.

Seçimleri mümkün olabildiğince ileriye atmak için çırpınan AKP’nin tutumu ile Meclis’teki muhalefetin bu zafiyetinin birleşmesi sonucu bu konudaki tartışmalar kağıt üzerinde kalmıştır.

Türk milletinin beklediği erken seçim tarihi, somut ve etkili bir girişim konusu haline getirilememiştir.

Yaşanan son gelişmeler, Başbakan Erdoğan’ın bu konuda zorlama yapma imkanlarını elde tutmak amacıyla, kontrollü bir gerginlik sürecine bel bağladığını ve Cumhurbaşkanlığı makamını siyasi ve ideolojik misyon yeri olarak gördüğünü ortaya koymuştur.

Bu durum karşısında, seçtiği bu yolun çıkmaz yol olduğu hususunda Başbakan Erdoğan’ı bir kere daha uyarmak ve şu gerçekleri kendisine hatırlatmak istiyoruz:

  • Cumhurbaşkanı, devletin başı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmektedir.

Bu bakımdan, bu yüce makama seçilecek şahsiyetin geçmişi, siyasi hüviyeti ve temsil ettiği zihniyet hayati önem taşımaktadır.

Bu çevrede, bu şahsın her türlü şaibeden uzak temiz bir sicile sahip olması vazgeçilmez bir ön şarttır.

  • Bu bakımdan hakkında çok ciddi iddia ve dosyalar bulunanların, geçmişlerinin hesabını vermeden ve aklanmadan bu göreve talip olmaları düşünülemeyecektir.
  • Cumhurbaşkanlığı makamı, bu hesaptan kurtulmak için bir sığınma limanı olarak görülemeyecektir.

Bu vasıfları taşımadan ve Meclis aritmetiğine dayanarak bu amaçla bu göreve talip olacak her şahsın, önümüzdeki genel seçimlerden sonra hiçbir şey olmamış gibi orada oturabileceği beklenmemelidir.

  • Türk milletinin sandık başında tecelli edecek iradesiyle gerekli şartlar oluştuğunda, bu zat Meclis Kararıyla oradan indirilecektir.
  • Bunun esas ve usulleri Anayasamızda vaz edilmiştir.

Cumhurbaşkanının sorumlu ve sorumsuz sayılacağı haller Anayasa’nın 105. maddesinde düzenlenmiş ve bunun genel çerçevesi çizilmiştir.

Vatana ihanetten suçlandırma konusu da bu kapsamda düzenlenmiştir. TBMM iç tüzüğü’nün 114. maddesi de bunun usullerini belirlemiştir.

  • Anayasaların ceza kanunları olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle Anayasa’nın 105. maddesi Cumhurbaşkanı’nın sorumlu olacağı durumlar için genel bir çerçeve çizmiş ve şahsına bağlı suç ve sorumluluk hallerine ilişkin her ihtimal hakkında ayrı ceza hükümleri getirmemiştir.

Bu durumda, bu ihmallerin varit olması halinde, bu konu genel hükümlere göre yasama ve yargı organları tarafından değerlendirilecek ve bir sonuca kavuşturulacaktır.

  • Bu çerçevede, vatana ihanet kavramının içeriği ve bundan ne anlaşılması gerektiğinin somutlaştırılması önem taşımaktadır.

Bunu yapacak olan da, yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Anayasal düzeni, Türkiye’nin milli birliğini ve güvenliğini korumak Başbakan’ın ve hükümetin temel Anayasal görevidir. Bu konudaki Anayasal görev ve sorumlulukların ihlal edilmesinin 105. madde kapsamında nasıl değerlendirilmesi gerektiğini TBMM belirleyecektir.

Terörle mücadelenin zaafa uğratılması da aynı çerçevede ele alınabilecektir.

  • Bu ve diğer ihtimaller ışığında yapılacak değerlendirme sonucunu Anayasa’nın 105. maddesinin işletilmesi gerektiği sonucuna varılırsa, TBMM kararı ile Anayasal süreçler harekete geçirilecektir.

Bu konuda içtihat oluşturacak ve karar verecek Anayasal organ ise Anayasa Mahkemesidir.

  • Bu noktada son olarak hatırlatılması gereken diğer bir husus da, Türkiye’nin milli birliği ve güvenliğini ilgilendiren konularda gaflet, delalet ve hıyaneti ayıran çizginin, çok ince bir çizgi olduğu gerçeğidir.

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisinin bu konudaki görüş ve değerlendirmelerine yön veren mülahazalar bunlardır.

Bu görüşlerin bugün de arkasında durduğumuzu bu vesileyle bir kere daha belirtmek istiyorum.

Başbakan Erdoğan’ın bu konudaki ifadelerimiz karşısında gösterdiği tepki ve bunları ancak “demokrasiyi içine sindiremeyenlerin ağzından çıkabilecek laflar” olarak nitelendirilmesi, aslında demokrasi ve hukuk kavramlarının ruhuna, anlamına ve icaplarına ne kadar yabancı olduğunu göstermiştir.

Demokrasi, Meclisteki sandalye sayısına dayanan basit bir aritmetik meselesi değildir.

Demokrasi, temiz ve dürüst siyaset anlayışına dayanan bir ahlak ve fazilet rejimidir.

Devlet yönetiminde bulunanların her yönüyle hesap verecek durumda olmaları, kendileri için asgari ahlakın bir gereği olduğu gibi, demokratik rejimin de sigortasıdır.

Ahlaki yozlaşmanın sembolü olan ve demokrasiyi sinsi emelleri ve gündemleri için bir araç olarak gören takiyeci siyasi zihniyetlerin temsilcilerinin, demokrasinin bu ruh ve manasını anlamaları esasen beklenemeyecektir.

Parlamenter demokrasilerde hiçbir makam, milli iradenin üstünde değildir. Milli iradenin tecelli ettiği yegâne yer de Türkiye Büyük Millet Meclisidir.

Anayasa’nın öngördüğü şartlar oluştuğunda, demokratik bir irade olan TBMM’nin kararıyla Cumhurbaşkanı hakkında işlem yapmak, demokratik rejimin bir gereğidir.

Milliyetçi Hareket namuslu, ilkeli ve temiz bir siyaset ve yönetim anlayışını devlet ve toplum hayatımızda hakim kılmaya kararlıdır.

Bu bakımdan, makam ve mevkii ne olursa olsun AKP döneminde merkezi ve yerel yönetimlerde vurgun, talan ve yolsuzluğa bulaşan herkesten Türk adaleti önünde hesap sorulacaktır.

AKP döneminin sorumluları geçmişin hesabını vermekten hiçbir şart altında kaçamayacaktır.

Milliyetçi Hareketin bunun sonuna kadar takipçisi olacağını herkes çok iyi bilmelidir.

Başbakan Erdoğan’ın içinde bulunduğu ruh hali, bu hesap gününün yaklaştığını anlamasından kaynaklanmaktadır.

Ancak, Sayın Başbakan’a hatırlatmak isteriz ki, şahsi ve siyasi ikbal hesabıyla Türkiye’yi ateşe atmaktan beis duymayanları bekleyen hazin akıbet tarihin şahadetiyle sabittir.

Bir taraftan kışkırtıcılık yaparken, öbür taraftan mağdur ve mazlum rolünü oynayarak Türk toplumunun acıma duygularına sığınmaya çalışması ve hesap vermekten kurtulmak amacıyla Cumhurbaşkanlığı makamına kaçması, kendisini bu akıbetten kurtaramayacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’de seçim süreci fiilen başlamıştır.

Milliyetçi Hareket, her geçen gün daha da güçlenerek tek başına iktidar hedefine yürümektedir. Bütün il, ilçe ve belde teşkilatlarımız ile yan kuruluşlarımız bu nihai hedefe kilitlenmiştir.

9 Ocak 2007 günü seçim faaliyet dönemini başlatan Milliyetçi Hareket, seçim gününe kadar bütün kadrolarıyla yurt sathında çok büyük çapta bir aydınlatma seferberliği içinde olacaktır.

Bu çerçevede, bu hafta sonu 16 ilde geniş katılımlı Bölge İstişare ve Koordinasyon Toplantıları yapılacak ve seçim hazırlıklarının ayrıntılı biçimde gözden geçirilmesi sonrası seçim kampanyası başlatılacaktır.

Kadın kollarımızda bu hafta sonundan itibaren ülke çapında seçim faaliyetlerine başlayacaktır.

Türkiye’nin temel sorunları hakkındaki somut çözüm önerilerimiz ile devlet ve toplum hayatını ilgilendiren her alandaki “Türkiye Vizyonumuz” da yakında aziz milletimizin değerlendirmesine sunulacaktır.

Bu kutlu iktidar yürüyüşünde Yüce Allah’ın hidayetini bizlerden esirgememesini ve Türkiye’nin onurlu geleceği için verilen bu mücadelede Türkiye Sevdalılarını muzaffer kılmasını niyaz ediyorum.

Sözlerime son verirken hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, basın toplantımıza katıldığınız için şükranlarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı

 

SORU VE CEVAPLAR

 

SORU: MİT Müsteşarı'nın açıklamasında Türkiye'nin uluslararası sistemde başrol oyuncuları ile birlikte hareket edilmesi gerektiğini belirtiyor. Bunun hakkındaki yorumunuzu alabilir miyim?

CEVAP: MİT Müsteşarının açıklaması bilinmeyen bir gerçek değildir. Geç kalınmış bir açıklamadır. Küreselleşme süreci ile ilgili yaratılmış olan yayınlar ve küreselleşmede tek dünya düzeni üzerinde ısrarlı olanların ortaya koyduğu belgeler üniter yapıyı ve ulus devleti yıkmaya yöneliktir. Bunu anlamamak için kafamızın kuma sokulu olması gerekmektedir. Ve Türk milletinin kafası da kumda değildir.

 

SORU: Peki efendim uluslararası sistem başrol oyuncuları yani AB ve ABD ile birlikte hareket edilmesi hususunda ne diyorsunuz?

CEVAP: Bir tercih meselesi ise saygı duyulur. Bizim böyle bir tercihimiz yok.

 

SORU: Vatana ihanet çalışmanızdan yola çıkarak galiba Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasına kesin gözüyle bakıyorsunuz. Ve daha spesifik bir konu ama kadın Cumhurbaşkanlığı konusu da dile getirildi. Bu konuda MHP'nin görüşü nedir?

CEVAP: Cumhurbaşkanlığı'nda cinsiyet aramak ilkelliktir. Böyle bir şey olmaz. Türk toplumu kadın ve erkeklerden oluşmaktadır. Cenab-ı Allah kime nasip ederse o Cumhurbaşkanı olur. Sayın Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olacağı konusunda kesin bir inancımız yok. Olmaması gerektiğini şimdilik vurguluyoruz. Bugünkü meclis aracılığıyla Cumhurbaşkanı olur ise, 2007 yılında yapılacak seçimde büyük bir çoğunlukla iktidara geldiğimiz vakit onu oradan indirebileceğimizi ifade etmeye çalışıyorum. Bunu da TBMM'nin kararıyla yapacağımız inancını ortaya koyuyor, demokratik bir ilkeyle gerçekleştireceğimizi vurguluyoruz.

 

SORU: Daha önceki açıklamalarınızda yabancılara toprak satışını vatana olarak değerlendirmiştiniz. Ancak bugün Yeni Şafak gazetesinde bir haber geçti. 57. Hükümet döneminde de yabancılara yoğun olarak toprak satışının gerçekleştirildiğini yazdı. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

CEVAP: Gazetedeki açıklamayı okudum. Sahipleri ve yazarlarının iktidar yanlısı olan bir gazetenin her zaman daha sağlıklı bir bilgiye ulaşması gerektiği inancındayım. Bilgileri eksiktir. Bütün yönleriyle incelenip Yeni Şafak'ta yayınlanmasında da yarar görüyorum. Ancak 57. Hükümeti suçluyorlar ise, Sayın Başbakan hakkın rahmetine kavuşmuştur, ikinci ortak yüce divanda yargılanıp çıkmıştır. Kala kala ben kaldım. Büyük çoğunlukları var. 353 milletvekilleri var, dokunulmazlık hakkım ortadan kalkmıştır. Vatana ihanet suçundan ve toprak satışından beni yüce divana gönderebilirler. Bu imkân var. Göndermezlerse ben kendilerini kesin göndereceğim.

 

SORU: Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin CHP liderinin"Cumhurbaşkanı meclis adına TSK'nın başkomutanlığını temsil eder. Orduyla kavgalı bir kişi Cumhurbaşkanı olursa başkomutanlık görevini nasıl yürütecek" diye bir açıklaması oldu. Bu konudaki görüşünüz nedir?

CEVAP: Sayın Deniz Baykal'ın görüşlerine saygı duyuyorum. Fakat tartışmayı sondan başlatmanın bir anlamı yok. Cumhurbaşkanlığı seçiminin nasıl olması gerektiği konusunu önce bir açıklığa kavuştursunlar. Sonra Cumhurbaşkanı mı olur, Kuvvet Komutanı mı olur, Türk Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı mı olur. Bunlar ayrı konulardır. Yani olayı başka bir yöne saptırmak, mazlum ve mağdur oyununa sevkedilmiş olanları oyunda daha başarılı kılmaya yöneliktir.

 

SORU: AKP'nin bayram afişleriyle ilgili tartışma hala sürüyor. CHP Genel Başkanı bu afişlerin Güneydoğu ve Doğu illerinin çoğuna asılmadığını söylemişti. Sizin teşkilatlarınızdan da böyle bir bilgi geldi mi?

CEVAP: Biz AKP'nin afişini takip gibi bir arzu içerisinde değiliz. Türkiye'nin neresine ne yazıyorsa yazsın biz seçimde hesap soracağız. Böyle bir görevimiz yok bizim. Hangi ile hangi afişi astığına dair bir merakımızda yok. O afişleri ben yolda gelirken gördüm hiçte inandırıcı bulmadığım için ikinci kez de bakmadım.