21.08.2010 - Gündemdeki AKP-PKK ilişkileri" hakkında yaptığı yazılı basın açıklaması.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
"gündemdeki AKP-PKK ilişkileri" hakkında yaptığı yazılı basın açıklaması.
21 Ağustos 2010

 

Türkiye’nin geleceğinde, Türk milletinin bekasında çok önemli sonuçlar doğuracak olan referandum sürecinin devam ettiği kritik bir dönemde, AKP ile PKK arasındaki kirli pazarlıklar bütün iğrençliği ile ortaya çıkmaya başlamıştır.

Önce Kandil kadrolarının hükümetin teşrifatıyla Habur’dan törenle giriş yapmaları, ardından artan şehadetler üzerinden sürdürülmek istenen alçakça istismarlar ve sonra İmralı canisi ile hükümet arasındaki kanlı, barutlu, mayınlı, taşlı-sopalı pazarlıklar Başbakan Erdoğan ve hükümetinin maskelerini tamamen düşürmüştür.

Etnik bölücülük konusundaki siyasi sicili ve eğilimleri çok iyi bilinen AKP zihniyeti Türkiye’yi ayrıştırma ve bölme projelerini İmralı, Kandil ve Barzani’nin ortaklığıyla hayata geçirmek için çıktığı yıkım yolculuğunda suçüstü yakalanmış, gerçek niyetler aktörlerin ağızlarından duyulmaya başlamıştır.

Nitekim AKP’nin “Yıkım Projesi”nin neden olduğu puslu ortamda; demokratik özerklik, federalizm gibi üniter yapıyı çökertecek söylemler hayâsızca dile getirilmiştir.

Bu gelişmelerle birlikte, hükümetin yıllardır devreye soktuğu arabulucu, koordinatör, eşzamanlı istihbarat, el sıkışma, pazarlık yapma, masaya çağırma, örtülü af çıkarma, kimlikleri okşama, teröristi kucaklama, bölücü taleplere sempatik görünme gibi denediği bütün teslimiyet yolları tamamıyla iflas etmiş ve çok daha vahim bir eşiğe gelinmiştir.

Bugün Türkiye;

  • Kanlı terörün şehir uzantılarının sokaklarda ayaklanma provalarını yaparak devletin ve kamuoyunun tepkilerini sınamaya başladığı,
  • Milli birliğimizi ve üniter devlet yapımızı yıkmayı amaçlayan ihanet senaryolarının açıkça ve hiçbir çekinme göstermeden fütursuzca sahnelendiği,
  • AKP’den destek ve “Açılım”dan cesaret alan bölücülerin devlete meydan okuyan eylemlerini rahatça yürüttüğü,
  • İmralı canisinin serbest kalması yönündeki çabaların arttığı,
  • Bunların gerçekleşmemesi karşısında ise ayrılma, isyan, ayaklanma, bölünme ve dış güçlere müracaat niyetlerinin alenen dillendirildiği korumasız ve sahipsiz bir ülke haline getirilmiştir.

Eli kanlı teröristlerin diledikleri tavizi istedikleri zaman Başbakan Erdoğan’dan alabildikleri bu karanlık ortamda, Türkiye’nin güvenliği ve terörle mücadele inisiyatifi hükümetin kontrolünden bütünüyle çıkmıştır.

Özellikle açılım denen “Yıkım Projesi” PKK terör örgütüne ve hapisteki İmralı canisine hayallerinin bile ötesinde itibar, zemin ve imkân kazandırmış; AKP ile PKK arasında vatan evlatlarının şehadeti üzerinden kıyasıya ve alçakça bir pazarlık başlamıştır.

AKP hükümeti terörle mücadeleyi tümüyle terk etmiş, aşamalı olarak geri adım atarak geldiği teröristle müzakere ve ardından mütareke ilişkilerinin de gerisine düşerek PKK terörüne ve siyasal uzantılarına tam teslim olmuştur.

İyi şeyler olacak denilerek başlatılan ‘Yıkım Projesi’nin bir yılı aşan seyri ile umut verici gelişmeler olarak tanımlanan Habur terörist törenlerinin ardından yaşananlar maalesef kan, gözyaşı, eylem, ihanet ve şehadet olarak geri dönmüştür.

Hükümet ile teröristler arasındaki bu müzakere sürecinde etnik bölücülük meşru bir siyasi amaç sayılmaya başlanmış, terör örgütü zemin kazanarak bölünme dinamikleri harekete geçirilmiş, etnik temelde siyaset yolu ardına kadar açılmış, kanlı terör kimlik sorunu olarak tanımlanarak PKK’nın siyasi hedeflerini meşru gören tam bir taviz, çaresizlik ve alçalma sarmalına düşülmüştür.

Artık inkâr edilemeyecek kadar aydınlanan PKK ve AKP arasındaki işbirliği ve yakınlaşma sürecindeki hedef ve taleplerin beş ana noktada örtüştüğü anlaşılmaktadır.

Bunlar;

  • Türk milli kimliğinin yeniden tanımlanarak değiştirilmesi, Türkiyelilik zırvasının üst kimlik olarak benimsenmesi,
  • Türkçe dışındaki dillerin kademeli olarak eğitim sistemi içine alınması ve kamu hizmetlerinde kullanılmasının sağlanması,
  • Millet kavramının çözülerek bir vatanda çok milletli bir yapı içinde etnik kimlikle siyaset ve örgütlenme hakkının tanınması,
  • Başta İmralı canisi olmak üzere teröristlere af çıkartılarak yalnızca toplumsal hayata değil, aynı zamanda siyasal sisteme katılmalarının da sağlanması,
  • Üniter yapının yıkılarak “yerinden yönetim” adı altında önce demokratik özerklik, ardından artık her ortamda bahsedilen eyaletler sistemine geçişin sağlanmasıdır.

Gelişmelerden referandumda yıkım için aradığı “Evet” desteğini almak adına Başbakan Erdoğan’ın PKK taleplerinin ikinci anayasa paketinde yer alması için muhataplarına vade, işaret ve umut verdiği anlaşılmaktadır.

Etnik bölücülüğe anayasal zemin kazanmasını amaçlayan İmralı ve hükümet işbirliğinin yol haritasındaki uzlaşmaya göre, girişilecek yıkımın aşamaları da artık bölücü mihraklar tarafından yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır.

Adına utanmadan “demokratikleşme ve anayasal süreç” denilen bu kirli yol haritasının bir sonraki aşamasında PKK'nın bütün istekleri siyasallaşacak, İmralı canisi ile hükümetin rol paylaşımıyla çıktıkları yolda ve geliştirdikleri ortak ağızla parçalanmış bir devlet yapısına ulaşılacaktır.

PKK’nın ve siyasi uzantılarının küstahça yaptığı ikinci bayrak talebi, Türk ifadesinin anayasadan çıkarılması ve bağımsızlığa giden aşamanın ilk durağı olan özerklik taleplerinin Başbakan Erdoğan tarafından sessizce izlenmesi buna işaret etmektedir.

AKP Hükümetinin, alacağı ‘Evet’ oyları karşılığında; Cumhuriyetin yıkıma götürülmesi ve milletimizin ayrışmasına tepkisiz kalmasının yanı sıra, bu sürece ivme vermekten çekinmediği de görülmektedir.

Sözde darbe anayasasından kurtulmak adına kafaların karıştırılmaya çalışıldığı bu tehlikeli oyunda AKP-PKK yıkım ortaklığınca yapılmak istenen;

  • Millet kavramını tartışmaya açmak ve mensubiyet üzerinde kuşku uyandırmak,
  • Alt kimlikleri dirilterek etnisite temeline dayalı, ayrışmış bir toplum oluşturmak,
  • Millete ait değerleri eleştirerek, milli tarih ve ecdadımız üzerinde tereddüt meydana getirmek,
  • Bu yolla millet varlığından, milli kimliği zayıflamış, toplumsal bütünlüğü aşınmış şaşkın yığınlar yaratmak,
  • Devlete ve kurumlarına yönelik güvensizliği körüklemek,
  • Ve bütün bu rezaletleri “demokratikleşme”, ‘özgürlük’ maskeleri arkasına saklayarak gözleri boyamaktır.

Türkiye’nin milli birliğini yıkmak için harekete geçen hükümet, İmralı canisi ve Kandil’deki alçaklarla yaptığı görüşmelerin ipliğinin ortaya çıkmasıyla “PKK açılımında” artık dönüşü olmayan bir yola girmiştir.

Bir tarafta milliyetçileri istismar ederek siyasi tezgâh içinde olan, öbür tarafta da katillerle görüşmeler yapan bu zihniyet, siyasi alçalmanın nerelere kadar ulaşabileceğini de açıkça göstermiştir.

Bütün bu gelişmeler AKP ile İmralı ve Kandil arasındaki ihanet görüşmelerinin “yıkım ortaklığı” ilişkisi olduğunu; bu süreçte taraflar arasında yaşanan çekişme ve tartışmaların özü ve esasının rol paylaşımı, statü rekabeti ile sürecin hızı ve dozu kavgasından ibaret olduğunu da ortaya çıkarmıştır.

AKP zihniyeti; demokratik açılım denen dış kaynaklı ‘Yıkım Projesi’ne göbeğinden bağlanmış olup, kendisine dayatılanları Türk milletine hazmettirmek için ahlaki ve vicdani hiçbir sınır tanımayacağını bu zamana kadarki icraatlarıyla kanıtlamıştır.

İmralı canisinden hükümete destek mesajları almak için giden kuryelere Adalet Bakanlığı tarafından aceleyle ve heyecanla tekne kiralanması ve Bebek katili tarafından sözde şartlı “ateşkes” denen bir tehdidin AKP tarafından sevinçle karşılanması, Başbakan Erdoğan ile eli kanlı katil arasındaki ilişkileri ve açılım denen yıkımın foyasını ortaya dökmüştür.

Bu kapsamda kanlı yıkım projesinin fotoğraf karesinde yer alanlar netleşmiş; AKP, PKK hainleri, İmralı canisi, AKP’nin eşkıya abisi ve küresel Müslüman katilinin el ele verdikleri şer cephesi berraklaşmıştır.

Açılım denen yıkımın müjdecisi Cumhurbaşkanı Gül’ün bu sefer de yine bir uçak yolculuğu esnasında; “devlet teröre karşı her yolu dener” açıklamasıyla beliren, sorumluluğu “devlet”e yüklemeye çalışan kurnazlığı, hükümetin gafletten ihanete varan suçunu örtmeye yetmeyecektir.

Başbakan'ın sutre gerisine çekilerek kamuoyunun psikolojik olarak hazırlanması sürecini izlediği bugünkü ortamda, Sayın Cumhurbaşkanı'nın ön safta yer alarak Türk toplumuna şifreli mesajlar vermesi, bu konuda bir yetki paylaşımının yapıldığını akla getirmektedir.

AKP hükümetlerinde Başbakan, Dışişleri Bakanı olarak siyasal sorumluluk üstlenmiş, üç yıldır Cumhurbaşkanı mevkiinde bulunan bir şahsın terörle mücadelede PKK ile müzakerelere kapı aralayan ve hoş gören üslubu hükümetin teröre teslim olduğunun tam bir kanıtıdır.

Şimdi Türk milleti PKK’nın eli kanlı teröristleri ile hangi konularda pazarlık yapıldığını, neyin karşılığında nelerin vaat edildiğini haklı olarak öğrenmek istemektedir.

İçinde bulunduğumuz bu ağır şartlar, milletimizin hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak kararlı bir duruş sergilemesini, hükümetin de pazarlıkla terörün önlenemeyeceğini hiçbir gerekçe ve mazerete sığınmadan anlamasını bir zorunluluk haline getirmiştir.

AKP-PKK arasındaki derin işbirliği ve ortaklığın gün ışığına çıkmış olmasının, aziz milletimizin 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumdaki tercihlerini bir kez daha düşünmeleri için tarihi bir fırsat olacağı ortadadır.

İnancımız o dur ki, büyük Türk milleti bölünmeye, ayrılmaya, ihanete, yıkıma, PKK ile işbirliğine “Hayır” diyecektir. Ve 12 Eylül’de vatana ihanet edenlere ve buna yeltenenlere asla unutamayacakları tarihi bir ders verecektir.