Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin "729. Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri" nde yapmış oldukları konuşma metni Aziz Vatandaşlarım, Muhterem Söğütlüler, Değerli Misafirler, Basınımızın Güzide Temsilcileri, 729’ncu ‘Ertuğrul Gazi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri’ münasebetsiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz. Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Söğüt’ten ayağa kalkan ve buradan kıtalara yayılan muazzam iradenin ve vizyonunun nesli olmaktan duyduğum kıvancı ve gururu sizlerle paylaşmaktan dolayı çok bahtiyarım. Bu çok anlamlı organizasyonda emeği geçen herkesi ayrı ayrı kutluyorum. Buraya kadar gelerek, kutlu ceddimizi anan ve muhteşem mazisini kafasında ve gönlünde taşıyan tüm vatandaşlarıma içtenlikle teşekkür ediyorum. Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz. Muhterem Vatandaşlarım, Değerli Söğütlü Kardeşlerim, 400 çadırlık bir Türkmen Beyliğinden, cihan imparatorluğuna gidilen süreçte, Söğüt’ün eşsiz bir yeri ve katkısı olduğu hepinizce bilinen tarihi bir gerçektir. Büyük ceddimiz Ertuğrul Gazi ile başlayan süreç, izleyen çağlarda yalnızca Türklerin değil, Dünya tarihinin de akışını değiştirecek birçok önemli gelişmenin de habercisi olmuştur. 624 yıllık dillere destan cihanşümul bir güce, Söğüt’ten atılan kararlı adımlarla ulaşılmış ve coğrafyalar Türk’lerin zaferleriyle yeniden biçim ve şekil almıştır. Bu muzafferiyet, ilhamını Oğuzlar’ın gücünden, duasını annesi Hayme anadan, desteğini babası Gündüz Alp’ten alan Ertuğrul Gazi’yle başlamıştır. Burayı yurt olarak belirleyen ve iddiasını fütuhat bilinciyle destekleyen aziz ceddimiz, mensup oldukları Türk milletinin hükümran olması konusunda çok gayret sarf etmişlerdir. Türklüğün tüm haşmetiyle Söğüt’te tutunmasını, burada yaşama konusunda ki ısrarını ve dışa dönük genişleme ve büyüme dinamiklerini tüm engellemelere rağmen harekete geçirmesini planlı bir stratejinin ana unsurları olarak görmek lazımdır. Zira bakış ve menzilini Avrupa’ya çeviren, Balkan coğrafyasının kilidini açarak Viyana kapılarına kadar ulaşan kudretin başarılarını başka türlü izah etmek çok zor olacaktır. Bu itibarla, bu kutlu topraklarda vücut bularak Ertuğrul neslinde somutlaşan ve çekim ve cazibe alanı oluşturan yüksek yönetim anlayışının cihanın kaderine hükmetmesi hiç de şaşırtıcı görülmemelidir. Ve elbette ki gurur duyduğumuz dünya imparatorluğunun doğması ve tempolu bir şekilde genişlemesi en başta inancın yol göstericiliğiyle; daha sonra da kılıç gücü, aklın rehberliği, insaniyete saygı ve ustaca diplomasiyle gerçekleşmiştir. Alperen ruhunun doğması ve kafileler halinde çevreye yayılması, fethedilen yerlerde üstün ve dillere destan bir idare yapısının yerleşmesine de vesile olmuştur. Ancak bunların yanı sıra ve belki de en önemlisi, yurt tutulan topraklarda kalıcı olabilmek için sabırla ve takdire şayan bir bilinçle yürütülen sosyal, ekonomik ve kültürel buluşma ve kucaklaşma çabalarıdır. 400 çadırlık bir Türkmen topluluğunun kurduğu beyliğin, 624 yıl hüküm sürecek kudretli bir imparatorluğa dönüşmesinin özünde yatan cevher de buradadır Ertuğrul Gazi ve onun yeşerttiği anlayış; önceki dönemlerin çapsız kavgalarından, kardeşler arasındaki derin ihtilaflardan çok önemli sonuçlar çıkarmış; didişerek, cepheleşerek, bölünerek, ayrışarak, farklılaşarak büyük ülkülere ulaşılamayacağının daha o günlerden farkına varmıştır. Osman Gazi’yle birlikte, Anadolu Türkmen boyları içine düştükleri kavga ve kargaşadan arınmaya başlamışlar, daha üst ve büyük hedeflerde birleşmenin çarelerini aramaya koyulmuşlardır. Nitekim Söğüt coğrafyasına kök salan küçük bir filizin, gövdesi ve dallarıyla her tarafa ulaşan koca bir cihan devletine ulaşmasındaki sır, kardeşliğin ve kaynaşmanın sağlanması ve azimle sürdürülmesinde saklıdır. Bugünde özlemini çektiğimiz bu bütünleştirici ruh; birliği ve dirliği bozulmuş, dağılmış ve birbirinden kopmuş olan Anadolu coğrafyasında vücut bulan bir uç beyliğinden, çağ açıp çağ kapatan bir güce ulaşılmasını sağlamıştır. Ertuğrul Gazi’yle birlikte başlayan asırları aşan yolculuk, Osman Beyle sınırlarını zorlamış, Orhan Beyle devletleşmiş ve Murat Hüdavendigar’la birlikte imparatorluk haline gelmiş, Kanuni ile zirveye taşınmıştır. Kosava’da yazılan destan, Niğbolu’da olgunlaşmış, Varna’da perçinlenmiş, İstanbul’un fethiyle doruğa ulaşmış ve Mohaçla birlikte hâkimiyet havzasını alabildiğine genişletmiştir. Yalnızca Batıyla sınırlı kalmayan Türk’ün ilerleyişi, fırsat ve zemin buldukça Doğu’ya da yönelmiş ve egemenliğinin karşısındaki bariyerleri cenk meydanlarındaki kahramanlıklarla aşarak Afrika’ya kadar ulaşmayı başarmıştır. Bugün inatla ve sistematik bir şekilde alt etnik grup olarak tanımlanan ve tasvir edilen Türk’ün ve Türkmen şuurunun geride kalan yüzyıllarda neler yaptığının kısa özeti bu şekildedir. Dönemin jeopolitik şartlarının gereği olarak Söğüt’ü yurt tutan 400 çadırlık Türkmen ruhu; fırsat bulduğu ve iç çelişkilerini aştığı takdirde dünya üzerinde nasıl bir küresel güç olunacağını açıklıkla göstermiştir. Bugünde korkulan esasen budur ve Türkmen ruhunun güç verdiği büyük Türk milletinin böylesine tarihi atılımı bir daha yapamaması için tertipler bu yüzdendir. Değerli Misafirler, Aziz Vatandaşlarım, Kutlu ceddimiz yüzyıllar boyunca üç kıtayı kuşatan ve bütün dünyaya yayılan büyük bir medeniyetin ve güçlü bir milletin bütün özelliklerini göstermiştir. Ne yazık ki, bu büyük devletin hüküm sürdüğü coğrafya, bugün dünyanın en fazla barış ve huzur arayan bölgelerini ve ülkelerini barındırmaktadır. Osmanlı sonrasında, onun yarattığı uzlaşma, hoşgörü ve barış ortamı bir daha yakalanamamış; Balkanlar’dan Ortadoğu’ya kadar pek çok yerde savaşlar ve çatışmalar süregelmiştir. Biz, muhteşem Osmanlı medeniyeti ve barışının mirasçısı bir millet olarak, işte bu iklimi yeniden ihya etmeye ve yaşatmaya mecbur olduğumuzu görmek durumundayız. Bunun yolu da, hem kendi tarih ve medeniyetimizi iyi bilmekten; hem de bölgesel denge, hedef ve beklentileri çok iyi tahlil etmekten geçmektedir. Türk milleti, Ertuğrul Ocağı’nın bu kılavuzluğu ile birlikte, kültürlerin, inançların, ticaretin ve kıtaların kavşak noktasında bulunan bir dünya devletini yönetme imkânını bulmuştur. Bu itibarla milletimizin bir eseri olan Osmanlı İmparatorluğu ve akabinde Türkiye Cumhuriyeti, bu yüksek yönetim mirasının bir devamı, yüzyıllardır yüreklerde taşınan kutlu veraset ve vasiyetin de bir ifadesidir. Ancak son zamanlarda muhatap kaldığımız sıkıntılar, artan ve mesafe alan bölücü niyetler dünden devraldığımız mirasın birileri tarafından idrak edilmediğini ve sahiplenilmediğini göstermektedir. Buna, yüzyıllarca taşıdığımız ve 400 çadırlık Türkmen ruhuyla dünyaya meydan okuyan iftihar edilecek bilinçle sonuna kadar karşı duracağımız iyi bilinmelidir. Öncelikle yapmamız gereken, vatandaşlarımız arasında beliren ve boy atan ayrışma ve ihtilaf noktalarını tahrik etme yolunu tercih edenleri iyi tanımak, birleşme ve kavuşmaya yönelik değer ve ortak paydaları bir an önce harekete geçirmek olmalıdır. Tarihin şahitliğinde, Sultan Alparslan’la başlayan ve Ertuğrul Gazi’yle birlikte daha da sahiplendiğimiz Anadolu coğrafyası, uğruna verdiğimiz şehitlerimizle beraber vatanlaşmıştır. Bu tarihi karar, Türksüz bir Anadolu arayışındaki Haçlı zihniyetine yönelik verilmiş en keskin ve kati cevap olmuştur. Ne var ki, yüzyıllardır hapsoldukları karanlık mahzenden çıkmak için fırsat kollayanlar ve Türk’ün hayat hakkını gasp etmek için plan yapanlar şimdilerde tekrar doğrulmuşlar ve kendilerine sunulan imkânları kullanmaya başlamışlardır. Gaflet ve ihanet arasındaki hassas çizgide faaliyet yürüten mihrakların yoğun çabalarıyla, milli kimliğimizin zedelenmeye ve tahrip edilmeye uğraşıldığı bugünlerde, Ertuğrul Ocağı’nın bize verdiği hikmetli derslere çok ihtiyacımız olduğu kuşkusuzdur. Elbette dün içimize fitne sokmaya çalışan tekfurlara, Türk’ü yok etmeye kararlı güçlere nasıl cevap verilmişse, bugün de bu büyük milletin iradesinin yeniden şahlanarak hak edenlere Osmanlı’nın şamarını indireceği muhakkaktır. Bu itibarla, Türk milletinin yeniden küresel arenada güçlü ve sözü dinlenir bir hale gelmesi, muhterem ceddimizle başlayan tarihi mirasa sarılarak gerçekleşecektir. Bu duygu ve düşüncelerle, Söğüt’ten çıkıp, Anadolu Türk birliğini tesis eden, oradan büyük bir cihan devleti kuran Ertuğrul Gazi’yi, Osman Gazi’yi, Şeyh Edebali’yi ve yiğit, kahraman ecdadımızı bir kez daha minnet ve şükranla yad ediyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Cenab-ı Allah hepsinden razı olsun. Konuşmama son verirken hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Sağ olun, var olun, Yüce Allah’a emanet olun.
|