26.10.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
26 Ekim 2010

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Bu haftaki grup konuşmama başlarken, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Geçtiğimiz günlerde bilim ve fikir hayatının eşsiz bir insanını daha kaybettik.

Marmara Üniversitesi öğretim üyesi olan ve milliyetçilikle ilgili yorum ve değerlendirmelerle temayüz etmiş dava arkadaşımız Durmuş Hocaoğlu’nun ani ve zamansız vefatı hepimizi derinden üzmüştür.

Yaptığı çalışmalarla ve felsefi alandaki gayretleriyle, Türk düşünce hayatına çok büyük katkılar sağlayan Sayın Hocaoğlu’nun gönlümüzdeki yeri her zaman ayrıcalıklı olacaktır.

Bizi üzen bir başka hadise ise, partimizin Denizli’nin Buldan ilçesi Yenicekent Beldesi Belediye Başkanı Nail Sancak’ın hunharca bir saldırıyla hayatını kaybetmesidir.

Şimdilik bizi teselli eden tek olumlu gelişme ise bu saldırıyı gerçekleştiren şahısların yakalanarak adalete teslim edilmiş olmasıdır.

Bu vesileyle camiamızın bu iki değerli ismine Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine, sevenlerine ve milletimize başsağlığı dileklerimi iletirim.

Değerli Milletvekilleri,

Millet olarak çok önemli tarihi bir olayın yıl dönümünü önümüzdeki Cuma günü gururla kutlayacağız.

Böylelikle Cumhuriyetimizin 87. yıldönümünü idrak edip, derin manası üzerinde bir kez daha düşünme fırsatı bulacağız.

Bugünün optiğinden geçmişe baktığımızda, milli mücadele kahramanlarının, Cumhuriyeti kurmakla ne denli önemli ve büyük bir hamle yaptığını söylememiz mümkündür.

Dünyanın siyasi dengelerinin yeniden tesis edildiği bir dönemde, gücünü ve ilhamını mensup olduğu Türk milletinden alan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları, millet egemenliğinin kurumsallaşması için 29 Ekim 1923’de iftihar edeceğimiz bir girişimde bulunmuşlardır.

 

Elbette dönemin şartlarını ve sıkıntılarını dikkate aldığımızda bu hiç de kolay olmamıştır.

Cumhuriyet’in ilanına gelesiye kadar; bağımsızlık mücadelesi uğruna dökülen şehit kanları, çekilen çileler, katlanılan acılar, akan gözyaşları her vatan sevdalısının bildiği ve gönlünde taşıdığı tarihi hakikatlerdir.

Asırlarca üst üste yığdıkları kinlerini, demir ve çeliğin namlusuyla birleştirip üzerimize çeviren yedi düvele karşı yapılan kurtuluş mücadelesi, Cumhuriyet’in ilanıyla taçlanmış ve çok şükür ki milletimizin hürriyetine uzanan eller kırılıp atılmıştır.

Samsun’dan başlayan milli mücadele süresince;

  • Uyanıklığın sabırla takviyesi,
  • Kahramanlığın akılla tahkimi,
  • Şuurun imanla örtüşmesi,
  • Gayretin heyecanla bütünleşmesi,
  • Umutların fedakârlıklarla canlanması, Cumhuriyet’in zihinlerde önce olgunlaşmasına, sonra da tüm dünyaya bildirilmesine zemin hazırlamıştır.

Bu stratejik ve olağanüstü önemdeki dönüşüm, yüzyıllarca edilgen bir durumda olan beşeri varlığı belirleyici bir konuma ulaştırmış ve siyasal anlamda sorumlu bir mertebeye yükseltmiştir.

Tebaa ya da kul anlayışından, vatandaş olmaya uzanan aydınlıklı ve onurlu yol Cumhuriyet’in ilanıyla vasat bulmuş ve bugünlere gelmiştir.

Bu haliyle Cumhuriyetle demokrasinin yoğun ve çok yönlü bir irtibatının ve bağının olduğunu söyleyebiliriz.

Nitekim Cumhuriyet’i demokrasiden, demokrasiyi de Cumhuriyetten ayrı düşünmek ve yorumlamak neredeyse imkânsızdır.

Biliyoruz ki, Cumhuriyet’i kurarak bizlere emanet eden milli mücadele zihniyeti, egemenliğin kaynağı olarak her zaman milleti görmüş ve bu meşruiyetçi karakterinden de asla ödün vermemiştir.

Milletin tek belirleyici olduğu ve tüm kudreti kendisinde topladığı bir yönetim biçimiyle köhnemiş ve küflenmiş yaklaşımlar, alışkanlıklar, anlayışlar ve bekleyişler doğal olarak büyük bir darbe yemiş ve kendilerine korunaklı yer bulmanın çabasına girmişlerdir.

Bunda da bir nebze başarılı olduklarını bugün daha iyi görmemiz mümkündür ve her şey tüm berraklığıyla zaten ortadadır.

Cumhuriyet’i içine sindiremeyenlerin, nesiller boyunca aktardıkları öfke ve garaz, her fırsatta kendisine yeni ittifaklar bulmuş ve sürekli olarak mutasyona uğrayarak kılıktan kılığa girmekte bir sakınca görmemiştir.

  • Geleneklere saygı altında maskelenmiş ikiyüzlülükler,
  • İnançlara bağlılık ekseninde üzeri örtülmüş tahammülsüzlükler,
  • Geçmişin yüceltilmesi etrafında gizlenmiş derin nefretler,
  • Ve demokrasinin geniş perspektifine tutunmuş kötü emeller Cumhuriyet’in karşısındaki odaklar olarak varlığını her geçen güçlendirmektedir.

Kurulduğundan bugüne kadar, Cumhuriyet’e karşı oluşan ve yıllar içinde de devamlı çoğalan hazımsızlığın nefesi hiç kesilmemiş ve fitne merkezleri hiç boş durmamıştır.

Her şey bir tarafa, milletimizin yıllar içinde biriken sorunlarına alaka göstermeyen samimiyet ve ahlak fukarası çevreler, ne gariptir ki mesele Cumhuriyet karşıtlığı olunca anında bir araya gelebilmişlerdir.

Bunda esasen şaşılacak bir taraf yoktur. Böylesi tavır ve eğilim ihanetin doğasına ve haysiyetsizliğin yol haritasına uygundur.

İşte iktidar partisi AKP bunlara çanak tutmaktadır ve açıktan açığa da destek vermektedir.

Bugün Cumhuriyet’imizi tartışanların, başına numara vermeye çalışanların, üniter yapıyı parçalamayı arzulayanların, ayrılmaya ve dağılmaya rumuzlu mesajlarla davetiye çıkaranların, önceki nesilleri de bugünkünden farksızdır ve özellikle milli mücadele yıllarında melanet taraftarlarının zehirli eylemlerine fazlasıyla tanık olunmuştur.

Açıklıkla söylemek lazımdır ki;

  • Samsun’da doğan bağımsızlık sevdasını yüreğinde taşıyanların arasında bunları gören yoktur.
  • Sakarya Meydan Muharebesindeki fedakârlıkları yapan vatan evlatları arasında yer aldıklarına şahit olan da bulunmamaktadır.
  • Dumlupınar’da, Türk’ün yumruğu esaretin kafasına inerken, bunların milli şahlanışa destek olduklarına dair en ufak bir emare görülmemiştir.

Milletimizin acısını paylaşmayanlar, sevincine ortak olmayanlar şimdi kalkıp, hiçbir katkıda bulunmadıkları Cumhuriyet’i yıkmak için tertipler içine girebilmektedirler.

Böylesi alçaklığı da, demokrasi ve özgürlük kisvesi altına saklamaktan hicap duymamaktadırlar.

Ve buna da AKP hükümeti sessiz kalmayı yeğlemektedir.

Bakınız, Ankara’da bölücü menşeli bir siyasi partinin kongresinde, Türkçe dışındaki bir başka dilde marş okunmuş ve burada konuk olarak bulunan iktidar partisine mensup milletvekilleri bu marşı ayakta dinleyecek kadar alçalmışlardır.

Şanlı bayrağımızın dahi salona asılmadığı bir kongrede, ayakta kimlere saygı gösterilmiştir?

Bu neyin marşıdır ve kime aittir?

Hayatlarında bir kez olsun gözleri yaşararak, ruhları kabararak kutlu İstiklal Marşımızı dinlememiş bu zevatların, bölücü taleplerin dillendirildiği yerlerde huşuyla saygı duruşuna geçmeleri, Cumhuriyetimizin yıl dönümünde rezalet ve küstahlık olarak her daim hatırlardan çıkmayacaktır.

Türk milletinin bir tane marşı vardır ve o da şehitlerin aziz hatıralarından feyz alarak yazılmış İstiklal Marşımızdır.

Anlaşıldığı kadarıyla, bu şafaklarda yüzen alsancağın sönmeyeceğini malum mihraklar bir türlü kabul etmemektedir.

Milletimizin yıldızına kem gözle bakanlar, uydurma marşlarla kendi ihanetlerine mazeretler arayanlar, ‘ey rakip’ diyerek Türk’e kinlerini kusanlar AKP’nin yanında saf tutmuşlardır.

Tarih elbet hükmünü çok yakın bir zamanda verecek ve yurdumuzu alçaklara uğratanlar gövdelerini siper etseler bile milletimizin azametli şamarından asla muaf olamayacaklardır.

Muhterem Milletvekilleri,

Cumhuriyet’in tahrip olması için zaman ve fırsat kollayanlar, AKP’nin sağladığı imkânlardan istifade etmişler, inşa ettiği duble puslu yollardan emin adımlarla yürümeye başlamışlardır.

AKP’nin, PKK ile yaptığı mutabakat tüm iğrençliğiyle medyaya yansımıştır.

Biz, Referandum öncesinde AKP ile PKK arasındaki ilişkiye ve müzakereye dikkat çekerken, Başbakan kendisinden geçercesine bunu reddetmiş ve bu iddiayı şerefsizlikle suçlamıştı.

Görüldüğü kadarıyla,  PKK terör şebekesinin aldığı eylemsizlik kararı, AKP hükümetiyle karşılıklı mutabakat çerçevesinde olgunlaşmıştır.

Tarafların uymak ve uygulamak üzere, birbirlerine taahhüt ettikleri hususlar olduğu açıklamalarla ortaya çıkmış ve altı konu hakkında anlaşmaya varıldığı belirginleşmiştir.

Bu demektir ki, PKK, AKP’yle masaya oturmuş ve kan üzerinden pazarlık yapmıştır.

AKP hükümeti de buna çanak tutmuş ve zillete boyun eğmiştir.

Şimdi sıra kimin şereften mahrum olup olmadığı konusuna gelmiştir.

Başbakan Erdoğan bize şerefi ve haysiyeti öğretecek kadar sicili ve niyeti berrak biri değildir ve kötü sözlerini aynısıyla kabullenmek durumundadır.

Bundan sonra, görüşmelerin devlet tarafından yapıldığını söyleyerek işin içinden sıyrılması da mümkün değildir ve bu işin peşini bırakmayacağımızı iyi bilmelidir.

Milletimize verilen yardımlar söz konusu olduğunda her şeyi AKP yaptı olacak, ancak sıra PKK’yla müzakereye gelince top devlete atılacak.

Sayın Başbakan yüreğin yetiyorsa, cesaretin varsa buna da sahip çıkarsın ve mertçe ortaya atılarak PKK’yla yapılan görüşmeleri milletimize anlatırsın.

Eğer PKK’ya verilen tavizlerle ve tam teslimiyetle terörle mücadele edileceği sanılıyorsa, bilinsin ki şehitlerimizin ve yakınlarının kahır ve bedduaları her zaman AKP’nin üzerinde olacaktır.

Şu tesadüfe bakın ki, Büyük Taarruzla birlikte Akdeniz’e koşan kahramanların o anda saflarında bulunmayarak ihanet tohumlarını saçan zihniyet bugün tekrar işbaşındadır.

Ve bunlar Cumhuriyet idealini kalbinde ve gönlünde taşıyanlara yıllardır tuzaklar kurmaktan, iftiralar atmaktan yorulmamışlardır.

Bugün itibariyle hem Türk milletinin birliğine hem de devletin bütünlüğüne karşı güçlenen ve mesafe alan tehlikeleri hepimiz net olarak artık görüyoruz. Ve bundan da son derece rahatsızız ve kaygılıyız.

Milletimize de yorulmadan, bıkmadan, usanmadan anlatacağız.

Ancak bu olumsuzlukların mücadele azmimize zarar vermesini ve inandığımız yoldan geri çevirmesini kimse beklemesin, aklından dahi geçirmesin.

Bizim için Cumhuriyetle ilgili son ve kesin karar verilmiştir ve bunun üzerinden de 87 yıl geçmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle ifade edecek olursak, “Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.”

Egemenliğin milletimize ait olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisine vatandaşlık bağıyla bağlı olan eşit ve özgür fertlerden oluşur ve bunlar da Türk milletinin şerefli birer mensubudur.

Bu milli bilinç ve sarsılmaz kabulle, huzur ve refahımızı artıracağız, zorlukları aşacağız, kardeşlik bağlarımızı güçlendireceğiz ve sonsuza kadar var olacağız.

Kim buna mani olmaya çalışır ve kim bu yüksek hedefi bozmaya ve birliğimizi zedelemeye çabalarsa, bedeli neyle ödenirse ödensin, Milliyetçi Hareket Partisi olarak ayağa kalkar ve hepsine haddini bildiririz.

İhanetle kol kola girerek Cumhuriyet’in korunmayacağının ve milletimizin hakkının savunulmayacağının farkındayız.

Federasyon özlemi çekenleri, ikinci cumhuriyet rüyası görenleri ve hayalleri uygulanmayan Sevr paçavrasının yapraklarında kalanları çok yakından takip ettiğimizi ve bizim de Cumhuriyet’in ayakta kalması için her şeyi göze aldığımızı herkese bildirmek isterim.

Bu vesileyle, milletimizin Cumhuriyet Bayramını içtenlikle kutluyor; ‘Mutlu Millet, Güçlü Devlet, Huzurlu Fert’ amacına ulaşmayı içtenlikle Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Türkiye maalesef sorunları üretmede ve kronikleştirmede maharet sahibi bir siyasi iktidar tarafından yönetilmektedir.

AKP iktidarının klasik bir siyasi yaklaşımı haline gelen istismarcı anlayışı, toplumsal dirliğimize ve düzenimize üst düzeyde zarar vermektedir.

Sorun alanlarını önce tartıştıran, sonra da bunun üzerinden cepheleştirici dinamikleri harekete geçiren bu kafa yapısının aslında çözüm odaklı bir yaklaşım tarzına sahip olduğunu ileri sürmek gerçekten de mümkün değildir.

Yetersiz ve ağır aksak olsa da, demokrasiyle yönetilen hangi ülkede, mazisi otuz yılı bulan bir sorun çözülememiştir.

Ne büyük bir çelişkidir ki, birçok konuda meydana gelen kamusal tartışma ve müzakereyi bir türlü müşterek akıl yörüngesine sokamıyoruz.

Bunda elbette iktidar-muhalefet arasındaki gerilimin ve enerjisi şişmiş toplumsal fay hatlarının etkileri de vardır.

Başörtüsü konusundaki son gelişmelere bakarak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

AKP’nin yanında yer almak için içten içe heveslenen ana muhalefet partisi CHP’nin de, başörtüsü yasağının kalkması konusunda gerekli istek ve samimiyete sahip olmadığı bugüne kadar ki gelişmelerden belli olmuştur.

Her meselede, başı ve sonu belli olmayan bir siyasi yaklaşımla, ‘önce ben yaparım’ diyerek öne çıkan ana muhalefetin, şimdiye kadar temel sorun alanlarına yönelik olarak hiçbir değerli fikir beyan ettiğine şahit olunmamıştır.

Ne yazık ki CHP, AKP’yle birlikte milletimizi hayal kırıklığına uğratmakta ve anlayışındaki bulanıklıkları özellikle başörtüsü konusunda fazlasıyla açığa çıkarmaktadır.

Öyle ki çarşaf giymiş hanımefendilere parti rozeti takarak, samimiyet ve siyasi dürüstlük ispat edilemeyecektir.

Veya Referandum öncesinde sırf siyasi kaygılar gözetilerek ‘Başörtüsü sorununu biz çözeriz’ diyerek ortalığa atılmak ve arkasından bu meselenin akıbetini, mesela, seçim barajının düşürülmesine ya da YÖK meselesine bağlamak esasında başörtüsü sorununu çözmemek için oluşturulan şark kurnazlığından başka bir anlam ifade etmeyecektir.

İçi boş ‘çözeriz’ sözlerini takip eden bilim kurulları çalışmalarının da, şu ana kadar ana muhalefet partisinin başörtüsü meselesine yönelik bakışını değiştirdiğine ve ortaya herkesin ilgisini çekecek bir yöntem koyduğuna tanık olan da görülmemiştir.

İnançlarından dolayı başını örten kızlarımızın, eğitim ve öğretim haklarının önündeki engellerin kaldırılması içinden geçtiğimiz zaman diliminde bizim en öncelikli konumuz olmalıdır.

Kabul edemeyeceğimiz bir boyuta ulaşmaya başlayan başörtüsü sorununu, fırsatı ganimet gören bir anlayışla pazarlık malzemesi yapmak ana muhalefet partisinin düştüğü çukurun derinliğini göstermesi bakımından ibretliktir.

Bir tarafta kızlarımız üniversiteye giremiyorlar, kılık kıyafetlerinden dolayı bu en temel insan hakkından mahrum kalıyorlar.

Öbür tarafta da ana muhalefet partisi ve AKP, çözüm karşısında direnç olmak için ellerinden gelen her türlü engeli çıkarıyor.

Başörtüsü sorununun odaklandığı alanın üniversiteler olduğu malumdur.

Bu kapsamda sorunun merkezi de burasıdır. İşin içine, kafa karışıklığı yaratacak ve şüpheleri tetikleyecek başka hususları sokmak, başörtüsü sorunu üzerinden korkuları depreştirmek, en başta çözümsüzlüğe lojistik destek sağlayacaktır.

Yoksa CHP’nin ve AKP’nin istediği bu mudur?

Elbette başörtüsüyle ilgili yapılacak düzenlemenin yeri ve adresi ortadadır.

Özellikle bazı illerimizde, ilköğretim çağındaki çocukların okula başörtüsüyle girmeye çalışmaları ve ailelerinin de bunu körüklemesi, meselenin bu safhasında endişeleri haklı olarak artıracak ve çözüme yönelik umutları zedeleyecektir.

Böylesi hassas bir zamanda kaygıyı tetikleyen, ayrışmayı derinleştiren, toplumsal barışı zedeleyen niyet sahiplerine karşı azami ölçüde hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Bu tip provokasyon niteliğindeki girişimlerin, önlenmesi ve gerekli tedbirlerin alınması kuşkusuz hükümetin işidir ve sorumluluğu altındadır.

Ancak AKP’nin, çözüme yaklaşıldıkça, önemli bir istismar konusunun elinden kaçacağı zehabına kapılması, kontrolünü yitirmesine neden olmaktadır.

Eğer hükümet, başörtüsü serbestîsinin sınırlarını kesin çizgilerle ortaya koymaz ve yapılacak düzenlemenin yalnızca üniversitelerle sınırlı kalacağını kamuoyuna taahhüt etmezse, tabiidir ki toplumsal tansiyon yükselecektir ve konuyu kaşımak isteyen çevreler harekete geçecektir.

Artık başörtüsü sorununun beklemeye ve gecikmeye tahammülü kalmamıştır.

Bu çağda, kılık kıyafetlerinden dolayı kızlarımızın üniversite eğitiminden mahrum edilmeleri son derece ilkel ve geri bir yaklaşımdır.

Ve bundan dolayı laikliğin tehlikeye düştüğünü kim iddia ediyorsa ve bunun üzerinden milletin temsilcilerini açıkça kim tehdide yelteniyorsa unutulmasın ki çözümsüzlüğün devam etmesini en başta onlar istiyordur.

Bizim tehditlere ve yüksek perdeden söylenen sözlere teslim olmamız ve buna göz yummamız mümkün değildir.

Laikliğin en önemli teminatı; vicdan, inanç, din ve din dışı her türlü inanış konusundaki özgürlüğü sağlaması ve güvenceye almasıdır.

Buradan hareketle, başörtüsü sorununun çözümüne yönelik girişimlerin laikliğe aykırı olduğunu iddia etmek ölçüsü kaçmış ve insafla bağdaşmayan bir yaklaşım olacaktır.

Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamayı kabul etmemiz mümkün değildir.

21 Ekim 2010 tarihinde yaptığımız basın açıklamasında vurguladığımız gibi, TBMM üzerinde “yargı kayyumluğu” tesisi anlamına gelecek bu tip açıklamaların TBMM’nin görev ve yetkilerine kabul edilemez müdahaleler olacağı da açıktır.

Israrla, milletimizin kahir ekseriyeti tarafından çözülmesi istenilen başörtüsü sorununun artık bir an önce gündemden çıkarılması öncelikli beklentimiz haline gelmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın kendi sorumluluğunu unutmuşçasına; başı açık hanımefendileri zan altında bırakan; ‘Başını örtmeyen hanım kardeşim, kalkıp başı örtülü olan için 'Senin için bu mücadeleyi vereceğim' diyemiyor'' sözlerini tam bir kendini bilmezlik olarak gördüğümüzü de ifade etmeliyim.

Bu seviyesiz ve başkalarına görev hatırlatan değerlendirme sahibinin, bu ülkede Başbakanlık makamını işgal ediyor olması inanın bana büyük bir talihsizliktir.

Sayın Başbakan, bu sorunun çözüm yeri nettir. Vatandaşlarımızı itham etmekten, özellikle başı açık hanımefendileri suçlamaktan bir an önce vazgeçmek senin ve partinin hayrına olacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın kendisinde ve çevresinde olmayan hoşgörüsüzlüğü ve samimiyetsizliği başkalarına yıkmaya ve ihale etmeye çabalaması da mutlaka geri tepecek ve bu zihniyete Türk kadını en güzel cevabı mutlaka verecektir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Başörtüsü konusunda, CHP ve AKP çözümsüzlüğün iki ucundan tutan tükenmiş ve istismarcı siyaset anlayışları olarak karşımızda durmaktadır.

Bizim bu meselenin çözümü konusundaki görüşlerimiz kamuoyunca bilinmektedir.

Tekraren ifade etmem lazım gelirse; biz, iktidar partisi AKP’yle 2008 yılında yaptığımız mutabakatın tüm unsurlarına bağlıyız.

Ve başörtüsü sorununun da bu kapsamda ele alınıp çözüleceğine inanmaktayız.

CHP’nin uzlaşma sürecine aktif katılımı olmadığı takdirde, AKP’nin daha önceden belirlediğimiz esaslar çerçevesinde TBMM çatısı altında başlatacağı girişimi her şart altında desteklemeye hazır olduğumuzu taraflarına duyurmak isterim.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu konuda hiçbir siyasi hedef ve çıkar gözetmeden, başörtülü kızlarımızın eğitim hakkının engellenmesine mutlaka dur demenin vaktinin çoktan geldiğini düşünüyoruz. Ve AKP’yi adım atmaya davet ediyoruz.

Bu mesele yeter ki çözülsün; siyasal anlamda kimin hanesine ne yazılacağı ve ne çıkar sağlayacağı samimi olarak söylemek isterim ki bizim konumuz ve merakımız değildir. Asla da olmayacaktır.

Muhterem Milletvekilleri,

Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz hafta Almanya Cumhurbaşkanı ülkemize resmi bir ziyarette bulunmuş ve Meclis Genel Kurulunda bir konuşma yapmıştır.

Benzer ziyaretler ve hitaplar daha önce de olmuş ve ülkeler arasındaki diplomatik ilişkilerin seyri ve gelişimi açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur.

Ancak, TBMM’nde konuşma imkânına kavuşan herhangi bir ülkenin devlet başkanı, mutlaka sözü milli konularımıza da getirmekte ve bize akıl vermeye çalışmaktan bir an olsun kaçınmamaktadır.

Doğaldır ki bu yolu açan öncelikle AKP hükümetidir ve onun teslimiyetçi ve aciz siyasi duruşudur.

Bu çerçevede Almanya Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında temas ettiği konu başlıklarıyla, 6 Nisan 2009 tarihindeki ABD Başkanı’nın yine TBMM’nde dile getirdiği hususların benzerlikler göstermesi haklı olarak dikkatimizi çekmiştir.

Başta Kıbrıs olmak üzere, Ermenistan sınırının açılması meselesine kadar konuk Cumhurbaşkanı görüşlerini dile getirmiş ve tespitlerini sıralamıştır.

Şunu söylemeliyim ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın düşünce ve yaklaşımlarına elbette saygılıyız.

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti başkalarının teşviki, cesaretlendirmesi ve yol göstericiliğiyle yürüyecek ve mesafe alacak kadar sonradan olma ve gevşek ilkeleri olan bir devlet değildir.

Aksini düşünenler elbette yanılmaya ve yanlışa düşmeye mahkûmdur.

Konuşmasında ne hikmetse, kültürel çoğulculuktan bahseden Almanya Cumhurbaşkanı; sıra Almancanın öğrenilmesi ve Alman yaşam biçiminin kabul edilmesiyle ilgili değerlendirmeye geldiğinde tavizsiz bir duruş sergilediği görülmüştür.

Bu bakış açısı tabii olarak kendi ülkesinin ve milletinin hak ve menfaatlerini savunan ve Almanlığı merkezine koyan bir devlet adamı için önemlidir ve bir aşamaya kadar saygıdeğerdir.

Ne var ki kendi devlet, millet gerçeklerinden ve ilkelerinden ödün vermeyen bu zihniyet sahibinin, Türk milleti için aynı hassasiyeti göstermiyor olması da çelişkili ve çifte standartlı bir Batılı yaklaşımı olarak hafızalarımıza kazınmıştır.

AKP’nin uluslararası alanda ‘geliştik, sözümüz dinlendi, bölgesel güç olduk’ sözleri, ne yazık ki milletimizin hak ve menfaatlerini savunmak konusunda hiçbir değerli imkân sunmamıştır.

İktidar partisinin bu yalanlarla kendisini kandırması doğal olabilir. Ancak, bizi ve milletimizi aldatması asla doğru ve adil değildir.

Üzerinde durduğumuz bir diğer konu da CHP liderinin Avrupa Birliği Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesiyle yaptığı görüşme ve sonrasında kamuoyuna yansıyan beyanatlarıdır.

Ana muhalefet lideri, bu görüşmede Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda yapılan seçimleri ve bu seçimlerden duydukları kaygıları iletmiştir.

İlave olarak medya üzerindeki baskıları ve bu baskılardan kaynaklanan sorunları dile getirmiştir. Ve AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesine bu konularda da birer rapor vermiştir.

Medyaya yansıyan bilgiler bu yöndedir.

Biz de Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na yapılan seçimleri eleştirdik ve AKP tarafından yargının kuşatıldığını dile getirdik.

Evet, doğrudur, medya üzerinde de baskılar vardır ve demokrasiyi ağzından düşürmeyen AKP hükümetinin bu bir ayıbıdır.

Ancak bizim aklımızdan hiçbir zaman ülkemizde ki bir konunun, sorunun ya da iç politika alanına giren bir meselenin yabancı ülkelerin temsilcilerine iletilmesi gelmemiştir.

Gelse bile, bunu asla yapmayız ve böylesi bir kendini bilmezliğe tevessül etmeyiz. İşte CHP ile AKP’yi ortak kılan ve bir araya getiren hususlardan birisi de burada ortaya çıkmıştır.

Biz AKP hükümetinin yanlışlarını ve hıyanete uzanan politikalarını yüzüne vururuz ve arkasından da yalnızca büyük Türk milletine anlatırız ve şikâyetimizi ona yaparız.

Yabancı muhataplar yerine, destek ve ilgiyi milletimizden bekleriz.

Ve Milliyetçi Hareket olarak, kendi jeopolitiğimizin merceğinden başkent Ankara’yı merkezimize alarak dünyaya bakar ve Türk milletini insanlığın öznesi yapmak için olağanüstü bir gayret gösteririz.

Değerli Milletvekilleri,

Konuşmamın bu bölümünde kısaca Türkiye ekonomisindeki son gelişmeleri de değerlendirmek istiyorum.

Vatandaşlarımız AKP’nin çarpık, bozuk ve yanlış ekonomi politikalarından dolayı hayatın tüm zorluklarına maruz kalmışlardır.

Son zamanlarda artan fiyat artışları sofraların bereketini kaçırmış ve pahalanan yiyecek ürünleri mutfaklara pimi çekilmiş bomba gibi düşmüştür.

Artık insanımızın domates almaya bile gücü yetmemektedir.

Salatalar, yemekler renksizleşmiş; ekmeklere katık yapılan domates evlere girmez olmuştur.

Etin zamlı satışı devam etmekte; kıyma, kuşbaşı gramla alınmaktadır.

İnsanımız yeterli ve olması gerektiği gibi beslenmekten şimdilik çok uzaktadır.

Çocukların kursaklarından, sağlıklı olabilmeleri ve iyi yetişebilmeleri için gerekli ve zorunlu gıdalar geçmemektedir.

Anneler perişan, babalar çaresiz, dedeler ümitsizdir.

Bu kara tablo AKP’nin eseridir ve hala ekonomideki gelişmeden, büyümeden bahsetmekten geri durmamaktadır.

Bir tarafta pembe tablolarla milletimizi kandırmayı sürdürmeye çalışan, diğer tarafta da varlıklarımızı satarak ekonomiye moral vermeye çalışan AKP’nin saklayacağı ve gizleyeceği hiçbir şey kalmamıştır.

Her şeyi satıp savan hükümet, şimdi de gözü köprü ve otoyollara dikmiş ve buradan sağlanacak paralarla açıklarını kapatmaya niyetlenmiştir.

Vatandaşlarımızın her gün işine, evine ve gezmesine gitmek için kullandığı yolların satılması için hazırlıklar tüm hızıyla yapılmış ve bu karar Resmi Gazete’de ilan edilerek düğmeye basılmıştır.

2010 yılında başta enerji dağıtım şirketlerinin satışı olmak üzere, yaklaşık 11 milyar dolarlık bir özelleştirme yapan hükümet, iki bin kilometrelik otoyolu ve iki boğaz köprüsünü yandaşlarına peşkeş çekmek için gerekli şartları sağlamak için harekete geçmiştir.

Ve sözü edilen alanlardaki ihale sürecinin bu yılsonunda yapılması kuvvetli bir ihtimaldir.

AKP hükümetinin milletimizin alın teriyle kazandıklarını elden çıkararak ekonomiyi ayakta tutmaya çalıştığı şimdi daha iyi anlaşılmıştır.

Elbette parti olarak özelleştirmeye karşı değiliz ve belirli ilkeler çerçevesinde yapılmasını da gerekli görürüz.

Nitekim parti programımızda, özelleştirme konusundaki amaçlarımız;

1- Devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin sınırlandırılması,

2- Verimliliğin artırılması,

3- Ekonomide rekabet ortamının tesisi,

4- Kamu maliyesi üzerindeki yükün hafifletilerek kaynakların etkin kullanılması,

5- Üretim ve istihdam artışının sağlanması,

6- Teknoloji transferiyle ihracat kapasitesinin geliştirilmesi,

7- Sermayenin tabana yayılması şeklinde yer ve ifade bulmuştur.

Şayet yapılan özelleştirmelerde bu ilkeler takip ediliyorsa, diyebileceğimiz bir şey yoktur.

Ancak bu zamana kadar, kamuya ait kaynakların satışında bu hassasiyetlerin gözetilmediğini de etrafa yayılan pis kokulardan, şaibeli ilişkiler ağından ve yandaşların kayrıldığına dönük iddialardan net olarak anlamak mümkündür.

Beklentimiz ve dileğimiz özelleştirme uygulamalarında;

  • Kapsam ve öncelikler yeniden belirlenmeli,
  • Kamuoyunun desteği ile birlikte uzlaşma ve şeffaflık temin edilmeli,
  • Özelleştirme sonrası yeni yatırım ve istihdam imkânları yaratılmalı,
  • Ekonomi ve milli güvenlik açısından stratejik öneme sahip olan kuruluşlarda, kamunun gerektiğinde müdahale ve yönlendirme yapabilmesi mutlaka dikkate alınmalıdır.

Özelleştirme konusunda, şeffaflık ilkesi tam anlamıyla uygulanmalı ve kamu vicdanını rahatsız edecek hiçbir uygulamaya izin verilmemelidir.

Ne var ki AKP hükümetleri döneminde, bu görüşlerimizin karşılık bulduğunu söylemek bugünkü şartlarda ihtimal dahilinde değildir.

Başbakan Erdoğan miras yedi gibi, önüne geleni satmakta ve milletin kazandığını düşüncesizce harcamaktadır.

Hadi diyelim, enerji sektöründe ne varsa satıyorsunuz da, söyler misiniz otoyollardan, köprülerden ne istiyorsunuz?

Yoksa üzerinde gelinip geçilmesinden mi rahatsız oluyorsunuz?

Bu nasıl bir özelleştirme mantığıdır?

Yalnızca gelir yaratmak hedefiyle mi özelleştirme yapılır?

Artık milletimizin köprüsünden, yolundan, barajından elinizi çekin. Yoksa aziz milletimiz o eli çektirmesini iyi bilecektir.

Buradan Özelleştirme İdaresi’nin bürokratlarına da bir çağrıda bulunmak istiyorum.

AKP dönemi bir gün mutlaka bitecektir. Bu zamanda çok uzak değildir.

İktidara yaranmak ve göze girmek için olmayacak işleri proje diye sunmayın ve yapacağınız her ihalenin ve atacağınız her imzanın mutlaka hesabının sorulacağını aklınızdan bir an olsun çıkarmayın.

Muhterem Milletvekilleri

2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı 15 Ekim 2010 tarihi itibariyle kamuoyuna açıklanmıştır.

Bugün itibariyle de Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda sunumu yapılacaktır.

Bütçenin şimdiden milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Konuyla ilgili değerlendirme ve analizleri partimizin Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri komisyon toplantılarında ayrıntılı bir şekilde yapacaklardır.

Özellikle içinde bulunduğumuz bütçe yılıyla ilgili tam ve sağlıklı değerlendirmede bulunabilmek ve belirlenen hedeflere ne kadar ulaşıldığıyla ilgili yorum yapabilmek ileriki günlerde daha mümkün olacaktır.

Ancak 2010 yılının Ocak-Eylül döneminde gerçekleşen bütçe açığının 21,3 milyar TL olarak gerçekleştiğini de vurgulamanın şimdilik yerinde olacağı kanaatindeyim.

Bilindiği üzere, önümüzdeki yıl için hedeflenen bütçe açığı 33,5 milyar dolar olarak belirlenmiştir.

Bu miktara ulaşılmasında yaklaşık 14 milyar dolara ulaşan özelleştirme gelirinin etkili olacağı anlaşılmaktadır.

Hatırlanacağı üzere, 2010 yılı için öngörülen 50,1 milyar TL’lik açık, başta ithalattan alınan vergilerin artması nedeniyle ilk dokuz ayda 21,3 milyar TL düzeyinde oluşmuştur.

Ve Eylül ayı itibariyle, merkezi yönetim borç stoku 461 milyar TL’ye ulaşmıştır.

Geçen yıl bu rakamın 442 milyar TL olduğu göz önüne alındığında, hükümetin övündüğü kamu maliyesindeki görünürdeki iyileşme belirtilerinin, nominal borç miktarına sirayet etmediği bariz olarak anlaşılacaktır.

İşçimize, çiftçimize, memurumuza, esnafımıza ve emeklimize bir umut vaat etmeyen 2011 yılı bütçesinin AKP’nin hazırladığı son bütçe olmasını diliyor hepinizi saygılarımla selamlıyorum.