Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ'nin,
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım, Kıymetli Basın Mensupları, Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Geçtiğimiz pazar günü, İstanbul Taksim’de meydana gelen terör eylemi milletimizi derinden sarsmış ve endişelendirmiştir. Bu menfur saldırıda, 15 polisimiz ve 17 vatandaşımız yaralanmıştır. Hain saldırıda can kaybının olmaması ise üzüntümüzü bir nebze de olsa hafifleten tek teselli kaynağı olmuştur. Bu hunhar girişimin, kimler tarafından planlandığı ve gerçekleştirildiğinin yanı sıra, arkasındaki güçlerin biran önce ortaya çıkartılması, AKP iktidarının önündeki en acil görev ve sorumluluktur. Konuyla ilgili hükümet yetkililerinin milletimizi bilgilendirirken şifreli ifadeler kullanması ve açıkça bir tespit yapmaktan kaçınmaları; farklı ve maksatlı yorumlara zemin ve imkân hazırlamakta, PKK’yı aklamak için hazır bekleyen odaklara istismar alanı yaratmaktadır. Bu bakımdan sorumlular eğer biliniyorsa, biran önce açıklanmalı ve puslu ortam bekleyen hainlere fırsat verilmemelidir. Kanlı terörün ölüm saçan yüzü, masum insanımızı hedef alan bu saldırısıyla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Taksim’deki vahşetin, PKK terör örgütünün eylemsizlik kararının biteceği son güne rastlaması da son derece dikkat çekici olmuştur. Terör örgütünün yeni bir eylemsizlik haberine kendilerini ve milletimizi hazırlayanlar canlı bomba rezilliğiyle sarsılmışlardır. Dün itibariyle ilan edilen ve 2011 yılı genel seçimlerine kadar uzatılan sözde eylemsizlik kararının da milletimiz açısından bu haliyle hiçbir anlam ve önemi bulunmamaktadır. Türkiye Cumhuriyet’ini ateşkes yapmaya çağıracak kadar haddini aşan kanlı terör, AKP’ye beş şarttan oluşan dayatma listesini iletmiştir. Bunlar arasında; √ Askeri ve siyasi alanlara dönük operasyonların durdurulması, √ KCK operasyonunda tutuklanan kişilerin serbest bırakılması, √ İmralı canisinin sürece aktif olarak katılmasının önünün açılması ve yürütülen kirli diyalogun müzakere düzeyine çıkarılması, √ Sürecin ilerlemesi için anayasa ve hakikatleri araştırma komisyonlarının kurulması, √ Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması yer almıştır. Terör örgütünün bu konularda AKP hükümetine somut adım atma çağrısında bulunması, Türkiye’nin nereye sürüklendiğini açıkça ortaya koymuştur. Terörle pazarlık çıkmaz bir sokaktır. Kendisine saygısı olan hiçbir devletin ve hükümetin başvurmayacağı bir zillettir. Geldiğimiz bu aşamada Taksim’deki canlı bomba ne ise, Başbakan’ın PKK açılımı da aynısıdır. Bunun yanında PKK terör şebekesi, İstanbul’da gerçekleştirilen saldırıyı kabul etmeyerek, kafaları bulandırmaya ve kendisini aklamaya çalışmıştır. Ne var ki, PKK terör örgütünün karanlık geçmişinde benzer hunhar vakıalara çok defa şahit olunmuş, bunların en başında da 1999 yılında, İstanbul Kadıköy’deki Mavi Çarşı faciası gelmiştir. Hatırlayacağınız üzere, 12 Eylül Referandumunda hemen sonra, Hakkâri’nin Durankaya Beldesi Geçitli Köyü yakınlarında, uzaktan kumandalı bir mayının teröristlerce patlatılması sonucunda, dokuz vatandaşımızın hayatını kaybetmesi terör örgütünün bir başka kanlı hadisesidir. Ne acıdır ki bu kalleşçe saldırıda, ölenler arasında küçük çocuklar da yer almış ve katillerin nasıl acımasız olabilecekleri açıklıkla görülmüştür. Kundaktaki bebeklerin, henüz yeni yürümeye başlayan yavruların canlarına kast edecek kadar insanlıktan, hayâdan ve Allah korkusundan mahrum hainlerin işte gerçek yüzü budur. İşin düşündürücü tarafına bakın ki, bu ağızlardan, gerçek anlamından uzaklaştırılmış barış talepleri çıkmakta, insan hakları yalanları duyulmaktadır. Adalet, eşitlik ve insan onuru gibi saygıdeğer değerler bu çürümüşlüğün sloganı haline gelmiştir. Nerede bir ihanete uşaklık etmeye yeltenen varsa, demokrasi kahramanı kesilmiş, özgürlük savaşçısı olarak kendisini takdim etmeye çabalamıştır. Geçitli’de, üç yaşındaki çocuğu öldürenler ve onların siyasi uzantıları sevgiden, hoşgörüden, karşılıklı anlayıştan bahsedecek kadar münafıkça bir tavra sahip olduklarını sürekli ortaya koymuşlardır. Üstelik bu tip alçakça eylemlerin provokasyon ya da devlet tertibi olduğunu ileri sürebilecek denli de müfteri ve çürümüş bir görüntü çizebilmişlerdir. Nitekim Kandil çetesi elebaşlarının, yakın bir zaman içinde, bir gazeteye verdikleri demeçlerinde, vatandaşlarımıza yönelik saldırılarından pişmanlık duyduklarına dönük bir izlenim vermeye çalıştıklarını da hepimiz gördük ve okuduk. Bölücü terör örgütünün söz konusu beyanatıyla, yapacağı hain eylemlerin odak noktası olmaktan kurtulabilmek için hükümet ve kamuoyu üzerinde psikolojik bir harekât yürütmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Terör artık herkesi doğrudan doğruya tehdit etmektedir. Bu işin şakaya gelir tarafı, hafife alınacak yanı kalmamıştır. Kaynağı ne olursa olsun, teröre karşı mutlaka milli bir duruş gösterilmelidir. İktidar partisi aklını başına almalı, ayrılıkçı emellere ümit vermekten tamamen uzaklaşmalıdır. Ve özellikle bölücülerle yaptığı görüşmeleri bitirmeli, terörün kökünü kurutmak ve son mensubuna kadar etkisiz hale getirmek için milletimizin kendisine verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanmalıdır. Başbakan Erdoğan’ın en son yaptığı açıklamalarından meseleyi hala tam ve sağlıklı bir şekilde idrak edemediği anlaşılmaktadır. AKP hükümetinin terörün hayat alanlarını beslediği ve genişlettiği bir süreçte, meydana gelen eylemlere esasen şaşırmamak da lazımdır. Bir taraftan sözde milli birlik ve kardeşlik projesi adı altında canilere umut vereceksiniz, verdikçe de daha fazla azan bölücü taleplere boyun eğeceksiniz, diğer taraftan da saldırıları kınayacaksınız. Elbette bu sahte ve riya yüklü siyasi duruşa kimsenin inanması beklenmemelidir. Başbakan Erdoğan, terörün asıl hedefinin hoşgörü zeminini ve ortak yaşam kültürünü yok etmek olduğunu söylemesi, ifadeye çalıştığımız bu marazi zihniyetin son örneğini teşkil etmiştir. Dışarıda medeniyetleri buluşturmak için ülke ülke gezerek küresel projelere taşeronluk yapan, sıfır sorundan bahseden bu kafa yapısının; kendi ülkesindeki çalkantıları ve hızla artan bölücü menşeli sorunları teşhis ve tedavi edememesi tam bir acizliktir ve tam bir başarısızlık örneğidir. Buradan milletimiz adına sormak isterim: Hani nerede, iktidarın sözde dost ülkelerle dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma kararlılıkları? AKP’nin küresel yol arkadaşları terör konusunda nereye sindiler ve hangi tezgâhlarla meşguller? Başbakan Erdoğan’ın terör karşısında, dost olarak gördüğü ülkelerden aman dilenmesi ve yardım beklemesi de çaresizliğin ve ezikliğin geldiği noktayı göstermesi bakımından ibretliktir. Terörü destekleyen, etnik bölücülüğü körükleyen ve PKK’ya himaye sağlayan ülkeler ve odaklar tüm çıplaklığıyla bilinmektedir. Bunların bir kısmı Başbakan’ın hayali AB yolculuğunda yol arkadaşlarıdır. Kardeşi Silviyo ve Yorgo’dur, arkadaşı Sarkozi’dir, dostu Merkel’dir. Irak’ın kuzeyinde PKK’nın en büyük destekçisi de Dışişleri Bakanı’nın “ağabey” olarak hitap ettiği, Başbakan’ın ayaklarının altına kırmızı halı serdiği peşmerge reisi Barzani’dir. Başbakan Erdoğan kimi kime şikâyet etmektedir? Türk milletinin Başbakan’dan beklentisi; ağlamayı, sızlanmayı, şikâyeti bir kenara bırakıp, Türkiye’nin milli varlığına yönelen bu suikastı boşa çıkaracak inandırıcı adımlar atmasıdır. Başkalarından somut hamleler bekleyen Başbakan; öncelikle kendisi bölücü mihraklar karşısında gerçekçi, milli ve şahsiyetli duruş sergilemelidir. Şayet bunu yapabilirse, kimseden yardım talep etmesine gerek olmayacaktır ve zaten milletimiz ihtiyacı olan himmeti kendisine ziyadesiyle gösterecektir. AKP hükümeti bilmelidir ki, Türk milleti artık terörün cepheden ve doğrudan doğruya hedefindedir. Birliğimiz ve bekamız bozulmak istenmektedir. Bunlara ilave olarak, Kandil’e gidip, terör maşalarının sözlerini milletimize taşıyanlar da, terörün sözcülüğünü yaptıklarını artık fark etmelidirler. Milletimizin bölücü katillerin ne düşündüğü ve meselelere nasıl baktığıyla ilgili bir kaygısı yoktur. Böyle bir beklentisi de bulunmamaktadır. PKK elebaşlarının yaptıkları en son açıklamalarında; geçmişte sivillere yönelik eylemlerinden dolayı açıkça özür dilemedikleri halde, özür dilemiş gibi sunulması, bir anlamda teröre ortak olmak ve saldırılarını meşrulaştırmak anlamına gelecektir. Herkes aklını başına toplamalıdır. Metroda, alışveriş merkezlerinde, kalabalık meydanlarda, sokak aralarında sinsi ve karanlık niyetli caniler ölüm kusmak için uygun ortam gözlemektedir. Nitekim İstanbul’un en işlek ve kalabalık semtlerinden birisi olan Taksim’in hedef seçilmesi, teröristlerin bundan sonra eylemlerini büyük şehirlere taşıyacağına da işaret etmiştir. Gelişmeler, pis bedenlerine bombaları sararak ve ellerindeki uzaktan kumandalarla ölüm saçmaya niyetlenenlerin; şimdi metropollerde, şehirlerde uygun ortamı beklemeye koyulduğunu göstermektedir. Milletimizin üzüntüsü tazeyken ve faillerin ele geçirilmesi henüz sağlanamamışken Taksim’deki saldırıyı etraflıca değerlendirmemiz elbette çok kolay değildir. Ancak bir gerçek vardır ve o da, terör artık milletimizin her bir ferdini hedef almaktadır ve kan akıtmak için adeta fırsat kollamaktadır. AKP hükümetinin ise artık yıkım projesinden tamamıyla vazgeçmesinin ve İmralı’dan örgütünü yönetmeye devam eden canavarın ağzını kapatmasının vakti gelmiş ve hatta geçmektedir. İnanın değerli arkadaşlarım, ülkemizin bu şekilde terörü sineye çeke çeke ilerlemesi mümkün değildir. Milletimizin teröre ve sözcülerinin yalanlarına ve alçaklıklarına daha fazla dayanması ihtimal dâhilinde olmayacaktır. İleri demokrasi vaatleriyle Türkiye’nin geldiği aşama burasıdır. Başbakan Erdoğan’ın terörün zemininin çürüdüğünü, bataklığının kuruduğunu iddia etmesinin hiçbir faydası bulunmamaktadır. Gerçekler ortadır. Ve katiller işbaşındadır. Ortada Başbakan’ın deyimiyle kuruyan, kökü kazınan bir şey de yoktur. Aksine azan, hızla yayılan ve her tarafı sarmak üzere olan etnik bölücülük vardır. Müsebbipler belidir. Suçlular rahat içindedir. İşbirlikçi suratlar hepimizin gözünün içine baka baka ayrılıkçılığı körüklemeye devam etmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak; √ Cumhuriyet’in kuruluş ilke ve esaslarını sakatlamaya çalışanlarla, √ Aziz millet fertleri arasına fitne tohumları saçmaya çabalayanlarla, √ Vatan topraklarını parsellemeyi aklından geçirenlerle, √ Devletin varlığına tahammülsüzlük gösterenlerle, √ Türk milletini bölmeyi amaçlayanlarla ve bunlara çanak tutanlarla, √ Elbette etnik tahrike zemin ve ortam hazırlayan AKP zihniyetiyle amansız bir hesabımız vardır ve bu hesabı da mutlaka göreceğiz. Terörle yapılacak mücadelenin bundan sonra bütün yönleriyle gözden geçirilmesi; millet ve devlet dayanışmasının tam olarak sağlanabilmesi için AKP hükümeti bir an önce harekete geçmelidir. Devlet birimleri arasında tam bir mutabakat ve güven duygusu yaratılmalı, her türlü ihbarın mutlaka değerlendirilmesi temin edilmelidir. Başbakan’a çağrımız ve kendisinden beklentimiz; √ Terörün iç ve dış unsurlarını, √ Siyasi destek ve finans kaynaklarını ve, √ Sorunun ekonomik ve sosyal boyutlarını bir bütünlük içinde ve kapsamlı bir şekilde kavrayan bir stratejiyi biran önce ortaya koyması ve terörle topyekûn mücadele dönemi başlatmasıdır. Bu kapsamda; √ ABD’nin Irak’ın Kuzeyi’ndeki terör tehdidinin tasfiyesi için müttefikliğin gereği olan adımları biran önce atması, √ Terör yöneticilerinin siyasi sığınak bulduğu ve terör finansmanının merkezi konumuna gelen Avrupa Birliği ülkelerinin, terörle gerçek anlamda mücadele için harekete geçmesi amacıyla gerekli girişimlerin kararlılıkla başlatılması, √ Ve terörün her bakımdan hamisi ve destekçisi olan Barzani’nin yola getirilmesi için ciddi bir caydırıcılık stratejisinin uygulamaya konulması artık kaçınılmazdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin son olarak 17 Ekim 2010 tarihinden itibaren bir yıl süreyle uzattığı askeri harekât izninin kâğıt üstünde kalmaması için gereğinin yapılması da bir zorunluluk haline gelmiştir. Milliyetçi Hareket Partisi, AKP hükümetinin terörle yapacağı mücadele için alacağı etkili tedbirleri ve atacağı adımları desteklemeye ve bu sürece olumlu katkıda bulunmaya hazırdır. Bu vesileyle İstanbul Taksim’deki terör saldırısını nefretle lanetleniyor; yaralanan tüm vatandaşlarımıza ve güvenlik görevlilerimize geçmiş olsun dileklerimi iletiyor ve kendilerine acil şifalar diliyorum.
Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım, Takdir edersiniz ki, ülkemizin içinde bulunduğu vahim gidişat, her Türkiye sevdalısını tedirgin etmekte, her vatanseveri kaygılandırmaktadır. Bunun için parti olarak sorumluluğumuz büyüktür, görevimiz çok fazladır. Devletimiz ve milletimiz ölümcül tehdit ve tehlikelerle karşı karşıyadır. Şüphesiz buna duyarsız kalmamız ve her şeyi kendi haline bırakmamız mümkün değildir. Özellikle etnik bölücülüğün, bin yıllık kardeşliğimizin ışıklı yoluna döşediği mayınlar teker teker infilak ederken, bizi yolumuzdan alıkoyacak bir boş vermezliğe asla tevessül etmeyiz. Milletimizin geleceğini karartan, ufkunu perdeleyen ve devletimizin temelinden sarsılmasına yol açan süreç var gücüyle ilerlemektedir. Doğaldır ki bundan sonra, akıbetimizi ve kaderimizi belirleyecek dramatik ve trajik gelişmelerle karşılaşmamız içten bile olmayacaktır. Zaten bunun birçok belirtisi şimdiden görülmeye ve ortaya çıkmaya başlamıştır. Böylesi alacakaranlık ve müşkülatlarla dolu bir süreçte, milletimizin ve devletimizin boğuştuğu badireleri aşmak için ihtiyacı olan en önemli güç kaynakları; √ Milli tarih ve kültür bilinci, √ Ortak milli ve manevi değerleri ve, √ Bunlar etrafında kenetlenerek milli bir şahlanışla ülkenin kaderine sahip çıkma iradesi olacaktır. Eğer devlet ve millet olarak, karşımıza çıkan talihsizlikleri ve hıyanetleri aşmak niyetindeysek, ki başka türlüsünü de düşünmek asla mümkün değildir, o zaman; milli birlik ve beraberlik ruhumuzu ve bunu her şart altında gösterme azim ve kararlığımızı ortaya koymamamız gerekmektedir. Bu takdirde, milletler mücadelesinde; iddialı, itibarlı ve güçlü bir yerimiz olur ve küresel alanda gerçekten de belirleyici lider bir ülke haline gelebiliriz. Parti olarak inancımız ve beklentimiz bu yöndedir. Mazideki övündüğümüz ihtişamı, gelecek vizyonumuzla bütünleştirip ve bir noktadan sonra da aşamazsak; tabiidir ki, dayatmalara sessiz kalıp, baskılar karşısında sinen bir yenilmişlik psikolojisine ortam hazırlamış oluruz. Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi’nin gerçekte durumu aynen böyledir ve politikalarının ortaya çıkardığı manzaranın özeti budur.
Değerli Arkadaşlarım, Millet ve devlet arasındaki kopmaz bağ ve bağlantının aşındırılması, incelmesi ve zayıflatılması birçok soruna davetiye çıkaracaktır. Özellikle milletimizin kutlu geçmişinde, millet ve devlet arasındaki bütünlüğün ve üst üste çakışmışlığın çok önemli ve vazgeçilmez bir yeri vardır. Bu bağın korunması ve güçlendirilmesi bizim hedeflerimiz arasındadır. Zira millet ve devlet bekasının muhafazası bunda çok etkili olacaktır. Hiçbir zaman milletimiz ve devletimiz arasında bir tercih yapmadık. İkisinin kaderini her zaman bir gördük. Bugün millet ve devlet bekamızın üst düzeyde sarsıldığı ve saldırılara maruz kaldığı ne yazık ki hepimizin yaşadığı acı gerçekler olarak karşımızdadır. Rıza göstermeyeceğimiz ve tüm vatanseverler olarak ayağa kalkıp tepki göstereceğimiz bu puslu sürecin karşısında durmak için Güç Birliği yapmak için yola koyulduk. Bu kapsamda, geçtiğimiz pazar günü, Türkiye için çarpan yürekler, vatan ve millet sevgisini bayrak yapan gönüller burada, başkentimiz Ankara’da “Millet ve Devlet Bekası İçin Güç Birliği” adı altında bir araya geldiler. Vatanımızın her yöresinden gelen muhterem dava arkadaşlarım coşkuyla toplandılar ve güç birliği yaptılar. Ve Türkiye sevdalıları Ankara’da tarih yazdılar. Bekamıza yönelen tehditleri alaşağı etmek için milli bir tavır gösterdiler. Vatanseverlerin, milliyetçi-Ülkücülerin gür sesini duyurdular. Hepsiyle övünüyorum ve huzurlarınızda vatan sevgisini yüreğinde taşıyan her bir kardeşime takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum. Bu kutlu toplantımızla, partimizin gücünü Türk milletinin milli ve manevi değerlerinden aldığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Milliyetçi Hareket’in, Türkiye’nin milli birliğinin temel harcı olduğunu bir kez daha gösterdik. Devletimizin kuruluş ilkelerinin teminatı olduğumuzu bir kez daha ispat ettik. Ortak milli ve manevi değerleri temsil ettiğimizi bir kez daha haykırdık. Ve elbette Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Türk milletinin yegâne ümidi, tek dayanak ve son kalesi olduğunu kararlılıkla ortaya koyduk. Bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da; geleceğini ay yıldızlı bayrağın altında gören herkesi kucaklamak için çok yoğun bir çaba göstereceğiz. Azimle yolumuzda yürüyeceğiz ve Türkiye’yi huzura erdireceğiz. Hangi etnik kökene, dine, inanca ve dile sahip olursa olsun Büyük Türk Milletini bir bütün olarak görerek; kapsayıcı ve kavrayıcı bir anlayışla milletimizin ve devletimizin bekasına her şart altında sahip çıkacağız. Farklılıklara dayalı ayrımcılığı ve dışlamayı reddeden; Türk milletinin tüm bireylerini eşit haklara sahip onurlu vatandaş olarak gören birleştirici bir millet anlayışımızla tam yol ilerleyeceğiz. Milliyetçi Hareket Diyarbakır’ın, Van’ın, Maraş’ın, Samsun’un, Sinop’un, İzmir’in, Isparta’nın, Edirne’nin, Mersin’in, Hatay’ın, Çorum’un, Kayseri’nin, Erzurum’un, Batman’ın, Türkiye’nin 81 ilinin, Doğu’su, Batı’sı, Kuzey’i ve Güneyiyle tüm Türkiye’nin partisidir. Sivas’ın ve Gavurdağı’nın doğusu da, batısı da bizimdir. Sünni’si de bizimdir, Alevi’si de bizimdir. Hangi etnik kökenden gelirse gelsin tüm Türk vatandaşları bizimdir. Biz onlarız. Başörtülü kardeşlerimiz de bizimdir, başı açık kardeşlerimiz de bizimdir. Gayri Müslim vatandaşlarımız da bizimdir. Biz biriz ve beraberiz. Biz Türkiye’yiz, Türk milletiyiz; ‘Millet ve Devlet Bekası İçin’ sonuna kadar güç birliği yapmaya da devam edeceğiz.
Muhterem Milletvekilleri, Üniversitelerde başörtüsü sorununun kanayan bir toplumsal yaramız olduğu artık herkesin malumudur. Başörtüsü konusunun, bugün hapsedildiği çıkmaz sokak bu konuyu farklı hesap ve niyetlerle istismar edenlerin kimler olduğunu açıkça göstermiştir. Sorunu, kangrene dönüştürerek çözümsüz kalmasına neden olanların sahte maskeleri düşmüştür. AKP ve CHP’nin başörtüsünü siyasi amaçlarla kullanan, “başörtüsü rantiyecileri” ve “istismar ikizleri” olduğunu aziz milletimiz şimdi daha iyi görmüştür. “Ulema ve moda tasarımcıları, vagon ve lokomotif” sözleriyle göstermelik kayıkçı kavgası yapan, bu konudaki siyasi, vicdani ve ahlaki sorumluluklarından kaçmak için çamur atma yarışına giren bu iki zihniyetin gerçek yüzleri net olarak belirginleşmiştir. İktidara geldiği 2002 yılından 2008’e kadar altı yıl seçim meydanlarında bunu çözmek namusumuzdur diye Başbakan Erdoğan’dır. Ancak başörtüsü konusunda hiçbir adım atmayan da yine aynı Başbakan’dır. Ne var ki, bu sorun karşısında hareketsiz kalan Başbakan Erdoğan, 2008’e gelindiğinde partimizin zoruyla kerhen bir adım atmış, ancak varılan mutabakatın iki unsurundan birisinden cayarak bizi yarı yolda bırakmış, çözüm sürecini de sakatlamıştır. 12 Eylül 2010 Anayasa halkoylamasında, CHP liderinin içi boş olduğu şimdi daha iyi anlaşılan sözde çıkışıyla, yeniden başörtüsüne sarılan Başbakan, yine bunun arkasını getirememiş ve kaçmıştır. 26 Ekim 2010 Meclis Grubunda yaptığı konuşma ile Başbakan Erdoğan’ın; √ Başörtüsü sorununu çözme niyeti olmadığı, √ Genç kızlarımızın başörtüsünü, AKP’nin su alan köhne teknesinin siyaset yolculuğunda, yelkenini dolduracak bir malzeme olarak gördüğü ve, √ 2011 seçimleri sonrasını adres göstererek önümüzdeki yıl yapılacak seçim sürecinde başörtüsü istismarını sürdüreceği bir kere daha anlaşılmış ve tescil edilmiştir. Artık başörtüsü mağdurlarının AKP ve CHP mağduru olduğu ortaya çıkmıştır. Maalesef üniversitelerde başörtüsü sorunu, bu iki siyasi zihniyetin istismar ve rant hesabına kurban edilmiştir. Başbakan Erdoğan’ın, “gelin çözelim, desteğe hazırız” çağrılarımız karşısında; arkasına bakmadan kaçması ve bir de bizimle samimiyet tartışmasına girmesi, sahip olduğu ikiyüzlülüğü ve siyasi ahlak düşüklüğünü bir kez daha gözler önüne sermesi bakımından anlamlı olmuştur. Parti olarak, 70 milletvekilimiz ile başörtüsü sorununun çözümü için sonuna kadar destek vereceğimiz ortada iken, AKP ve CHP tarafından adım atılmaması milletimizi kandırmaktan başka bir anlama gelmeyecektir. Ancak, bizim unuttuğumuz ya da ihmal ettiğimiz hakikat ise; AKP ve CHP’nin iyi niyet, samimiyet, dürüstlük, vicdandan mahrum oldukları gerçeğidir. İnancım odur ki, bunları da aziz milletimiz AKP ve CHP’ye mutlaka öğretecek ve hak ettikleri dersi önümüzdeki seçimlerde inşallah verecektir.
Muhterem Arkadaşlarım, Ekonomideki gelişmelere geçmeden önce, önemli gördüğüm bir konuyla ilgili hatırlatma yapmak istiyorum. Başbakan Erdoğan geçtiğimiz hafta yeni bir yalan ve kara propagandayla milletimizi aldatmayı ve gerçekleri saptırarak aktarmayı tercih etmiştir. Nitekim Gebze-Orhangazi-İzmir otoyolunun temel atma törenindeki konuşması bu çerçevede iyi bir misal olmuştur. 434 kilometre uzunluğundaki İstanbul-Bursa-Balıkesir-İzmir otoyol projesi 1993 yılında planlanmış ve uygulama projesi 1997 yılında bitirilmiştir. 2000 yılında, partimizin ortağı olduğu 57.Hükümet döneminde de ihalesi yapılmıştır. Söz konusu ihaleyi yapan yatırımcı bakanlık ise o tarihlerde partimizin sorumluluğundadır ve görev alanı içerisindedir. Uygulama sözleşmesi için belirlenen firmaların teklifleri incelenmiş, ancak o tarihlerde Fransa’nın Ermeni politikasındaki sorunlar nedeniyle ihale doğal olarak askıya alınmıştır. Bunlar devletin ve ilgili kurumların kayıtlarında mevcuttur. Eğer bu iş, AKP iktidara geldiğinde tekrar ihale edilebilmiş olsaydı; Başbakan’ın sahiplendiği ve sanki kendi dönemlerinin bir icraatıymış gibi sunduğu projenin Körfez Geçiş Köprüsü ayağı 2006 yılında, projenin tümü ise 2010 yılında tamamlanmış olacaktı. Her türlü alt yapısı hazır olan bu projenin, 2010 yılında ihale edilip 2017 yılında bitirilecek olması, devletin 10 yıl zarara uğratılmasına ve milletimizin de bu hizmetten mahrum olmasına neden olmuştur. Bu proje yeni değildir. Ancak Başbakan’ın, kendisinden önceki dönemlerde projeyi planlayıp belirli bir aşamaya getirenlere teşekkür etmek yerine, bütünüyle yeni bir şey gibi sahiplenmesi ve büyük bir proje olarak takdim etmesi tam bir şovdur ve kandırmacadır. Milletimiz esasen her şeyi hazır olan bir otoyol projesini kendisine mal etmeye çalışan bu siyasi kurnazlığın oyunlarına elbette gelmeyecek ve boş sözlerine asla inanmayacaktır.
Değerli Milletvekilleri, Önümüzdeki süreçte Meclisimizde, yoğun bir bütçe müzakeresi olacaktır. Geçtiğimiz hafta içinde, partimizin Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olan değerli arkadaşlarımız, 2011 bütçesi hakkında bir çalışma yapmışlar ve kamuoyuna açıklamışlardır. Bütçenin ciddi hedeflerden mahrum olması, önümüzdeki yıl için iktidar partisinin nasıl bir niyet ve amaç içinde olduğunu kuşkusuz ortaya koymuştur. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bütçenin güvenilirliği şimdiden tartışmaya açıktır. Gelecek yıl için hedeflenen yüzde 4,5’lik büyüme oranı hiçbir derde deva olmayacaktır. Bu büyüme seviyesiyle işsizliğin üstesinden gelmekte neredeyse imkânsızdır. Ayrıca değerlenen Türk lirasıyla da, 2011 yılı için hedeflenen yüzde 13,7’lik ihracat artışına AKP’li kadroların dahi inanmadıklarını düşünüyorum. Özellikle tehlike sinyallerini çoktandır veren cari açığa ve oransal bir gerileme içinde olsa da, gerçekte çok ciddi boyutlarda bulunan işsizliğe yönelik olarak bütçede ümit verici bir çare yoktur. Cari açığa dayalı olarak sürdürülen ekonomik büyümenin, sağladıklarından fazlasını geri alma riski önümüzdeki süreçte daha da belirginlik kazanacaktır. Bu yıl için öngörülen cari açığın yaklaşık 40 milyar dolara ulaşacağı ve milli gelirimizin de yüzde 5,4’üne tekabül edeceği bugünden belli olmuştur. Emin olun ki, başkasının tasarruflarını kullanarak, milletimizin istikrarlı ve sürdürülebilir bir refaha ulaşmasını temin etmek çok zordur. Kaldı ki bu cari açığın, orta ve uzun vadede çözümü için gerekli tedbirleri aldıklarını ifade eden AKP hükümetinin, nasıl bir yol ve yöntem izleyeceği iş olsun kabilinden ilan edilse de, bunların ne şekilde sonuç vereceği belirsizdir ve son derece de şüphelidir. Bunlardan birincisi olan; yüksek oranlı yenilenebilir enerji kaynağının harekete geçirilmesi düşüncesi önemlidir, ancak sekiz yılda bu alanda önemli hiçbir adım atmayan AKP hükümetinin, bundan sonra konuyla ilgili ciddi bir mesafe alması son derece zordur. Cari açığın azaltılması yolunda ikinci olarak planlanan ileri teknoloji üreten ve daha yüksek katma değer yaratan bir üretim yapısına kavuşma hedefi de boş bir hayalden ibarettir. Üçüncü olarak ise; teşvik sisteminin cari açığı azaltıcı olarak yeniden yapılandırılması iddiası temelsizdir ve eğer gerçekten de konuyla ilgili bir şeyler yapabiliyorlarsa ellerini tutan yoktur. Bir diğer problem odağı olan işsizlik konusunda, AKP iktidarının ne kadar başarısız ve aynı zaman da vurdumduymaz olduğu milletimiz tarafından çok iyi bilinmektedir. İşsizliğe çözüm bulamayacağını tam olarak idrak eden AKP hükümeti, bu soruna karşı gerekçeler oluşturma kolaylığıyla milletimizi oyalamayı bir kez daha tercih etmiştir. Eğer, ekonomi politikaları doğru ve basiretli bir şekilde belirlenmiş olsaydı, işsizlik bu kadar artmayacak ve vatandaşlarımızın canı bu kadar yanmayacaktı. Hala, Türkiye ekonomisinin krizden güçlenerek çıktığını iddia eden Başbakan Erdoğan ve arkadaşları, işsizliğin yol açtığı sosyal faciayı fark edemeyecek kadar milletimizin sorunlarından bihaberdiler. Yatırım ve sermaye arasındaki köprüyü bir türlü kuramamış olan AKP zihniyeti en başta bu nedenden dolayı yeni iş sahalarının oluşmasını sağlayamamıştır. Faizciler, rantiyeciler, Sorosçular AKP’nin ekonomi zihniyetine yön ve istikamet vermiş ve doğal olarak vatandaşımız sürekli olarak ihmal edilmiştir. Kim ne derse desin, hükümet ne yalan söylerse söylesin; milletimiz için işsizlik çok büyük bir sorundur. Bundan dolayı yuvalar dağılmakta, hizipler çoğalmakta, toplumsal tansiyon gün geçtikçe yükselmektedir. Buna karşılık, hükümet, Temmuz ayında yüzde 10,6’ya düşen işsizlik rakamına sevinmektedir. İşsizlik oranının gerilemesinde, elbette sırf mevsimlik nedenlerden dolayı iş bulan kardeşlerimizin büyük bir payı vardır. Başbakan Erdoğan buna başarı demektedir. Bunun üzerinden işsizlerimizi aldatmaktadır. Evlenmeyi bekleyen çocuklarımız işsizdir. Okullarından yeni mezun olmuş evlatlarımız yarınsızdır. Kazançları olmadığından, babalarından harçlık almayı gururuna yediremeyen gençlerimiz hüzün içerisindedir. Bir de işin içine KPSS sınavındaki yolsuzluklar girince, yalnızca bilgisi ve çalışkanlığıyla bir işe yerleşmeyi umut edenler hayal kırıklığına uğramışlardır. Babalar evlerine akşam ekmek götürememekten muzdariptir. Çocuklar üzgündür. Kiralar ödenememekte, eve giren ekmek sayısı gittikçe düşmektedir. Mutfaklarda kaynayan sıcak çorba, artık eski tadını vermemektedir. Başbakan Erdoğan ve abat ettiği yandaşları için ise hiçbir sorun görünmemektedir. Onların rahatlarına diyecek de yoktur. Zaten milletimizin malı onlar için birbirlerine ikram edilmeye hazırdır. Her şey normaldir, krizden daha da yoksullaşarak çıkan kardeşlerimizin cebindeki son liralar AKP’li hortumcuların banka hesaplarını kabartmıştır. Girmekte olduğumuz kış aylarıyla birlikte eller üşüyecek, haneler soğuyacaktır. Vatandaşlarımızın borçları birikmiş ve üst üste yığılmıştır. 2002 yılında 225 milyar dolar olan toplam iç ve dış borç stoku, 2009 sonu itibarıyla 500 milyar doları aşmıştır. Daha bu yıl tamamlanmadan toplam borç stoku 495 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. İthalatın hızla artmasından dolayı dış ticaret açığı Eylül ayında, son on iki aylık zaman diliminde 60 milyar dolara ulaşmıştır. Hacizler artmış, vatandaşlarımızın hayatı perişan olmuştur. Hayat pahalılığı sürekli mesafe kaydetmektedir. √ İşçimiz ve memurumuz çok zor bir durumdadır. √ Emeklimiz ekmek alamayacak duruma gerilemiştir. √ Esnafımız borç ve vergi yükü altında ezilmiştir. √ Çiftçimiz tükenmiş ve yılgındır. √ Sanayicimiz hükümet baskısından bunalmıştır. √ Dul ve yetimlerimiz uzanacak bir el beklemektedir. Ne büyük bir talihsizliktir ki; Başbakan ve arkadaşlarının mağdur ettikleri milyonların çığlıkları ve acıları karşısında gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri ve vicdanları mühürlüdür. Türk milleti kan ağlarken AKP hanedanlığı şahsi ve siyasi ikbal ve çıkar peşinde koşmakta, gününü gün etmektedir. AKP döneminde yolsuzluk, kanunsuzluk, vurgun, soygun ve talan korkutucu boyutlar kazanmış, yaygın bir yönetim anlayışı olarak kök salmış ve kurumsallaşmıştır. Ancak, artık bu kara düzene son vermenin zamanı gelmiştir. AKP yaptıklarının hesabını misliyle verecektir ve bunu yapacak olan Milliyetçi Hareket bu milli vazifeyi üstlenmek konusunda sabırsızlanmaktadır. Milletimizin fazlasıyla hak ettiği huzur, mutluluk ve esenlik inşallah bizimle birlikte gelecek; yolsuzluk ve yoksulluk kader olmaktan mutlaka çıkacaktır. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
|