05.10.1999 - Gazi Üniversitesi'nin Eğitim Öğretim Yılının Açılış Töreninde Yaptığı Konuşma.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sn. Devlet Bahçeli'nin

Gazi Üniversitesi'nin Eğitim Öğretim Yılının Açılış Töreninde Yaptığı Konuşma
5 Ekim 1999

 

Değerli Misafirler,

Muhterem Hocalarım,

Kıymetli Öğretim Üyesi Arkadaşlarım,

Sevgili öğrenciler,

Sözlerime başlarken yeni bir eğitim öğretim yılının açılışında sizlerle birlikte olmaktan büyük bir mutluluk duyduğumu ifade ediyor, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, dünya sadece yeni bir yüzyıla değil, yeni bir bin yıla adım atmaktadır. Bu, sıradan bir takvim değişikliği değildir. Bu, sadece bazı milletlerin ve bölgelerin kaderini yakından ilgilendiren bir değişim de değildir. Bu aynı zamanda bütün insanoğlunu, onların ortak yaşama alanı olan gezegenimizi yakından ilgilendiren tarihi bir dönüm noktasıdır. Yeni dönem, sorunların da refahın da aynı hızla geliştiği, kıtalar ve bölgeler arası uçurumların keskinleştiği bir dönemi ifade etmektedir.

Bir tarafta baş döndürücü hızla gelişen teknoloji ve ekonomik zenginleşme, diğer tarafta ise artan sefalet, kargaşa ve etnik kavgalar gerçeği önümüzde bütün çıplaklığıyla durmaktadır. Bunların yanında, demokratik istikrarın toplumsal garantörü olan orta sınıflar Dünyanın her tarafında küçülmekte, eşitsizlikler biraz daha belirginleşmekte, ekolojik felaketler sınır tanımaz boyutlara ulaşmaktadır. Yani, dünyamız refah ve mutluluğun yaygınlaşmasına sahne olmaktan daha çok çatışmalardan ve karşıtlıklardan oluşan sorunlu bir küreye dönüşmektedir.

Dünyanın bir bölgesi, teknoloji, kültür, değer üreten ve pazarlayan, dolayısıyla yöneten, diğer büyük kısmı ise sürekli olarak alan ve yönetilen bir konuma mahkum olmaktadır.

İşte insanoğlunun önündeki küresel tablonun kısa ama gerçekçi tasviri budur. Bu manzara, bazı insanlar ve çevreler tarafından çok olumlu, çok iyimser bir şekilde görülüp yorumlanabilir.

Ve hatta yeni yüzyıl, yeni bir altın çağ olarak tanımlanabilir. Bu bakış, bizleri sadece ve sadece gereksiz yere umutlandırır, ama gerçekleri değiştirmez. Kısacası, iki binli yılların başı insanoğlunun cennetin merdivenlerini hızla tırmandığı yıllar değildir.

Ancak sürekli kara bulutların dolaşacağı, cehennemî bir yüzyıl da değildir. O zaman nedir? 19. ve 20. Yüzyıldaki milletlerarası mücadele geleneğinin şeklinin ve yöntemlerinin değiştiği bir yüzyıldır. Bilgi ve teknoloji üretimiyle kullanımının en az emek ve sermaye kadar önem kazandığı bir yüzyıldır.

Yeni uluslararası gerçekler hakkındaki bu tespitimiz, aynı zamanda, bilimsel araştırma-geliştirme faaliyetlerinin, eğitim-öğretim sisteminin ve iyi yetişmiş insan gücünün sahip olduğu önemi de ortaya koymaktadır.

Çağdaş toplumlarda, bilimsel kurumlar ve özellikle üniversiteler, halkı, sanayii ve bilimi buluşturan kurumlar olarak toplumsal kalkınma sürecinde çok önemli bir rol oynamıştır. Tam bir fırsat eşitliği içerisinde, yani her vatandaşın arzu ettiği dalda, serbestçe öğrenim görebilmesi için gerekli altyapının güçlü olduğu çağdaş sistemlerde, bireyler yetenekleri ve talepleri doğrultusunda kendilerini geliştirip topluma yararlı olabilmektedirler.

Bizler de ilköğretimden lisansüstü eğitime kadar, eğitim öğretim sistemimizin her aşamasında, geçmişten bugüne kadar oluşan bilgi birikimi ve tecrübeleri, 21. Yüzyılın Lider Türkiyesi için arzuladığımız atılımlarda kullanmak zorundayız.

Türkiye, hızlı bir nüfus artışına sahip, genç ve dinamik bir ülke olmanın yanı sıra nüfus hareketliliği de fazla olan bir ülkedir. Bütün bu özellikleri dolayısıyladır ki, sınırlı kaynaklarını kullanırken, maddi ve manevi imkanları gelecekte daha iyi bir boyuta ulaştırmanın planlamasını, stratejilerini tayin etmek durumundadır. Genç nüfusun baskılarıyla nicelik itibarıyla genişletilen eğitim kapasitesini ve yükseköğrenim kontenjanlarını, mutlaka nitelik itibariyle de geliştirmek ve bunu tam bir fırsat eşitliği içerisinde gerçekleştirmek gerekmektedir. Şayet, eğitim-öğretim sistemimizde arz ve talep arasında uyumlu bir denge kuramaz isek, bilginin her dört-beş yılda, teknolojinin her sekiz-on yılda bir ulaştığı boyutu katladığı, hatta her geçen zamanda bu süreçlerin daha da kısaldığı gerçeklerini de kavrayamayız.

21. Yüzyılda bilimde ve teknolojide rekabet edebilir ülkeler arasında yer almak için hem şu ana kadar bizden önde olan ülkelerin gelişme dinamiklerini, hem de bilimin ve teknolojinin ulaştığı noktayı hesap etmemiz gerekmektedir.

Ne yazık ki, şu anda bilimsel ve teknolojik araştırma-geliştirme faaliyetlerinde ülkemizi olması gereken yere getirebilmiş değiliz. Bugün hâlâ araştırma-geliştirme faaliyetlerine milli gelirden ayrılan pay yüzde yarım civarında seyretmektedir. Birçok üniversitemiz akademik personel açısından sıkıntılar yaşamakta, beyin göçünün önü alınamamaktadır. Ayrıca akademik personel, kadro ve ilerleme açısından ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır.

Araştırma geliştirme faaliyetlerine kaynak tahsisi elbette ki hükümetlerin bakış açılarıyla yakından alakalıdır. İleri teknoloji ve bilgi üreten ülkelerde araştırma geliştirme yatırımlarının büyük bir bölümünü o ülkelerin sanayi ve ticaret sektörleri üstlenmiş olsalar da, bir geçiş süreci olarak gördüğümüz bu atılım döneminde hem üniversite ve sektör işbirliklerini tesis etmek, hem de kamusal kaynakları tahsis etmek üzere bu görevi Hükümet olarak üstlenmeye hazırız. Hükümetimizin, sosyal ve ekonomik dengeleri yerli yerine oturttuğu ölçüde araştırma-geliştirme faaliyetlerine ve üniversitelerimize daha çok kaynak aktaracağından emin olabilirsiniz.

Ülke nüfusumuzun genç ve dinamik karakteri, ister istemez üniversite kapılarında bir yığılmayı beraberinde getirmektedir. Bunun yanında, bazı yükseköğrenim dallarından mezun olan gençlerimizin istihdamı noktasında ciddi sorunlar yaşanırken, bazı alanlarda da yetişmiş insan gücüne ihtiyaç duyulmaktadır. Bu problemlerin halledilmesi için, başta YÖK olmak üzere ilgili bütün kuruluşların yeniden yapılanması ve çok yönlü bir insan gücü planlamasının hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Gençlerimizi, üniversite kapılarında bekletmenin, asıl öğrenmek istedikleri alanın ya da yeteneklerinin dışında tercihlere zorlamanın yol açtığı sorunlar bellidir. Bunlara bir de, üniversite giriş sınav sonuçlarının açıklanması ile yerleştirme işlemlerinde yaşanan olumsuzlukların eklenmesi, artık bu sistemi mutlak suretle gözden geçirip ıslah etmenin gerekliliğini ortaya koymuştur.

Yine son yıllarda üniversiteler açılırken toplumsal tansiyonun yükseldiğine şahit olmaktayız. Oysa ki, üniversitelerin açılışı, şu an bizlerin yaşadığı gibi bir umut, bir kıvanç kaynağı olmalı, gençlerimiz, bu bilim yuvalarında karşılıklı sevgi ve saygı atmosferi içerisinde ülkenin geleceğinde sorumluluk üstlenecek bir bilinç ve motivasyona kavuşabilmelidir.

Bilimin ve aydınlanmanın ocağı olan üniversitelerimizin bu özelliklerini gölgeleyecek tutum ve davranışları, kaynağı ve nedeni ne olursa olsun Türkiye’nin milli hedefleri ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Topyekün kalkınma sürecinde, ekonomik ve toplumsal gelişmenin gereğine ve yararına inanan, büyük hedeflere ve ülkülere sahip, ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ nesiller yetiştirmek vazgeçilmez gayemiz olmalıdır. Bu nesilleri yetiştirecek kurumların da, bizatihi kendilerinin fikir, vicdan ve irfan hürriyetinin kısıtlayıcısı değil, teminatı olmaları, demokratik, sorumlu araştırmacı insanı ön planda tutan davranışları sergilemeleri gerekmektedir. Üniversitelerimiz, sorun ve gerilim yerine, sürekli çözüm ve fikir üreten, kaliteli insan gücü yetiştiren kurumlar olarak var olmalıdır.

Türk gençliği aziz milletimizin en dinamik gücüdür. Geçmişine yabancı ve kavgalı, bugününe dargın ve gelecekten ümidi olmayan bir gençlik, Atalarımızın bizlere gelecek kuşaklara ulaştırılmak üzere bıraktığı emanetlerin kıymetini kavramaktan, onları geliştirip güçlendirme arzu ve heyecanından yoksun bırakılmış demektir.

Cennet bir ülkenin, büyük bir milletin ve güçlü bir devletin istikbali olan Türk gençliğinin gönlündeki sevgiyi husumete, ümidi ümitsizliğe, kafasındaki ilmi cehalete çevirmeye heves edenler varsa, amaçlarına asla ulaşamayacaklardır.

Muhterem Hocalarım,

Kıymetli Misafirler;

Yarınlarımızın genç mimarları sevgili öğrenciler;

Ülkemizi ve insanlarımızı gelecekte daha ileri bir seviyede görmek arzumuzun en önemli destekçisi olan gençliğimizi hep bilime, araştırmaya, öğrenmeye ve üretmeye sevk etmemiz lazımdır. Bunun için de üniversitelerimizin geliştirilmesi, dünya üniversiteleriyle rekabet eder bir niteliğe kavuşturulması şarttır. Üniversitelerimizin bir taraftan akademik yapı itibariyle güçlendirilmeleri, diğer yandan da maddi ve fiziki imkanlar itibarıyla desteklenmeleri zaruridir. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, Hükümetimiz bu noktada üzerine düşen her görevi yerine getirmeye hazırdır. Huzurlu ve güvenli bir eğitim ortamının sağlanması yanında, gençlerimizin, barınma, burs ve kredi imkanlarının arttırılması için de ne gerekiyorsa yapılacaktır.

Biz, atalarımızdan güçlü ve zengin bir tarih, kültür ve medeniyet mirası devraldık. Gençlerimizin bu mirası koruyup geliştirerek geleceğe devretmek gibi ulvi bir görevleri vardır. İnanıyorum ki, milletimizin yarınları çok daha aydınlık olacak, bunu da gençlerimiz sağlayacaktır.

Sözlerime son vermeden önce bir inancımı ve dileğimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Öğrenci ve öğretim üyesi olarak uzun yıllar çatısı altında bulunmaktan şeref duyduğum Gazi Üniversitemiz, inşallah önümüzdeki yüzyılın başlarında sadece bölgemizin değil, dünyanın sayılı üniversitelerinden biri olacaktır. Bu inancımı huzurlarınızda ifade etmekten büyük bir mutluluk ve gurur duyuyorum.

Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılının ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, öğrencilerimize ve hocalarımıza başarılar diliyorum.