23.11.1999 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sn. Devlet Bahçeli'nin

TBMM Grup Toplantısı Konuşma
23 Kasım 1999

 

 

Muhterem Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Konuşmama başlarken hepinizi saygı ve sevgiyle selâmlıyorum.

Gündemi değerlendirmeye geçmeden önce elim bir trafik kazasında genç yaşta hayatını kaybeden Meclisimizin değerli üyesi Mehmet Bedri İncetahtacı’ya Cenab-ı Allah’tan rahmet, kederli ailesine, Fazilet Partisi camiasına, tüm milletvekillerimize ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz hafta boyunca çok önemli uluslararası toplantılara ev sahipliği yaptık. Amerika Birleşik Devletleri’nden Kazakistan’a kadar geniş bir coğrafyada yer alan 54 ülkenin devlet ya da hükümet başkanlarını misafir ettik. Sayın Clinton’ın ziyareti ile başlayan yoğun trafik, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın beynini oluşturan tarihi zirveyle noktalandı.

Bütün bu gelişmelerin, hem ülkemizin hem de dünyanın bugünü ve yarını açısından çok hayati bir nitelik arzettiğine şüphe yoktur. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için Zirve’nin yapısı ve sonuçlarıyla birlikte tarihi ve siyasi arka planı üzerinde de durmak gerekir.

Bilindiği  gibi, insanoğlu, sona ermesine çok az bir zaman kalan 20. Yüzyıl boyunca iki büyük dünya savaşına ve irili ufaklı birçok yerel ve bölgesel çatışmaya şahit olmuştur. İlk kıvılcım ne olursa olsun, bütün bu savaşlar son tahlilde bir egemenlik kurmayı ve paylaşımda üstünlük sağlamayı, ifade etmişlerdir.

Bunun yanında, uluslararası camianın kendi hukukunu ve kurumlarını oluşturma çabaları da hiç eksik olmamıştır. Bu alanda tam bir uzlaşma ve işbirliğine ulaşılabildiğini söylemek ise mümkün değildir. Temel sebep, milli ya da bölgesel çıkarların çatışması, devletler arasında karşılıklı anlayış ve işbirliğine dayalı sağlıklı ve kalıcı bir uluslararası ilişkiler ağının oluşturulamamış bulunmasıdır.

Bu çerçevedeki en kapsamlı çabayı II. Dünya Savaşı’nın hemen akabinde şekillenen Birleşmiş Milletler Teşkilatı oluşturmaktadır. Ancak, bu teşkilat, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan uluslararası sorunları çözmekte yetersiz kalmış; özellikle de 20. Yüzyılın ikinci yarısına damgasını vuran soğuk savaş sürecine gidişi engelleyememiştir. Soğuk Savaş Dönemi şartları, başta NATO ve Varşova Paktı olmak üzere kendine özgü siyasi ve ekonomik mücadele yapılarını ve geleneğini yaratmıştır.

Özellikle son on yıldır Avrasya’nın kaderini de etkileyen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı bu dönemde ortaya çıkmış ve zamanla ciddi bir yapısal dönüşüm geçirmiştir. Başlangıçta iki blok arasında bir diyalog ve yumuşama platformu olan AGİT, Komünist Blokun çöküşünden sonra, Avrasya’nın yeni güvenlik mimarisinin resmi baş aktörlerinden biri olmaya  başlamıştır. AGİT, son on yıldır yoğunluk kazanan küreselleşme sürecinin de en önemli ve popüler uluslararası örgütlerinden biri olarak, yeni normlar oluşturmakta ve bunların uygulanmasını kontrol etmeye çalışmaktadır.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Siyasi, ekonomik ve teknolojik boyutlarıyla çok yönlü, karmaşık bir ilişkiler ağını ifade eden küreselleşme süreci, yeni bir evrensel olgu olarak 21. Yüzyıla da damgasını vuracaktır. Demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi ve karşılıklı bağımlılık gibi ilke ve değerler de küreselleşme sürecinin hakim söylemi olmaya devam edecektir.

Bunun yanında, uluslararası ilişkilerin temel dinamiğini oluşturan çıkar çatışmaları ve ittifakları da önemini korumaktadır. Bu yapının ortadan kalkacağına dair ciddi bir veri bulunmamaktadır.

Küreselleşme süreci, işte bu olguyu, bu mücadeleyi daha rafine ve çok yönlü hale getirmiş; iki kutuplu dünyanın belirlediği kamplaşma geride kalmıştır. 1980’li yıllara kadar dünyada siyaset yapmak ile, tek kutuplu ama birçok uluslararası aktörün kontrol etmeye ve güç odağı olmaya çalıştığı bugünkü şartlarda siyaset yapmak arasında çok fark vardır. Günümüzde siyaset üretmek ve icra etmek çok daha zorlaşmış durumdadır. Çünkü ülkelerin önündeki fırsatlar da riskler de aynı ölçüde artmış bulunmaktadır.

Bir başka gerçeklik ise, teknolojinin ulaştığı başdöndürücü boyutlar ile ekonomik ilişkilerin geldiği noktada bütün devletlerin ve toplumların birbiriyle daha fazla ilişki içine girmelerinin zorunlu olmasıdır. Küreselleşme sürecinin hem bir sebebi hem de sonucu olan bu durumun yanında, uluslararası ilişkilerin değişmeyen dinamikleri de önemini korumaya devam etmektedir. Bunlar arasında, tarihin bıraktığı miras, doğal kaynaklara duyulan ihtiyaç ve sahip olunan coğrafya, en başta gelmektedir.

Türkiye’mizin jeopolitik konumu, millet olarak devraldığımız tarihi sorunlar ve sorumluluklar, ülkemizi dünyanın çok özel ülkelerinden biri yapmaktadır. Bazı çevreler bunun farkında olsalar da olmasalar da, isteseler de istemeseler de bu bir vakıadır.

Uluslararası reel politiğin yanında, 18-19 Kasım tarihlerinde  İstanbul’da toplanan AGİT Zirvesi de bu gerçekliği teyit etmiştir. İstanbul Zirvesi, 21. Yüzyılda giderek daha çok  stratejik odak haline gelecek olan Avrasya’nın belkemiği durumundaki Türkiye’de vuku bulan çok önemli ve tarihi bir buluşmayı ifade etmektedir.

Dünya nüfusunun yaklaşık % 75’ini, dünya Gayri Safi Milli Hasılasının % 60’ını, yine dünya enerji kaynaklarının % 75’ini bünyesinde taşıyan bir özelliğe sahip olan Avrasya’nın ilgi odağı, cazibe merkezi olması kaçınılmazdır. Diğer bir deyişle, yeryüzünün en büyük üretim ve tüketim potansiyeline sahip bulunan bu coğrafya adeta yeniden keşfedilmektedir.

İstanbul Zirvesi işte böyle bir coğrafyanın müşterek normlarını ve kurumlarını belirlemeye yönelik çok önemli bir adımdır. Dünyanın sayılı 54 ülkesinden devlet ya da hükümet başkanının iştirak ettiği İstanbul Zirvesi, herşeyden önce ülkemizin çok başarılı bir ev sahipliği yaptığı ortamda gerçekleşmiştir. Zirvenin, Türkiye’nin hem tanıtımı ve saygınlığı, hem de bir dünya devleti olarak kabulü bakımından ciddi katkılar sağladığına şüphe yoktur.

20. yüzyılın son büyük uluslararası buluşması olan İstanbul Zirvesi, Avrasya’nın, hatta Dünyanın geleceğine ilişkin işaretler vermesi açısından da önem arzetmektedir. Zirvede yapılan görüşmeler sonucunda son şekli verilen İstanbul Deklarasyonu, Avrupa Güvenlik Şartı ve Güncelleştirilmiş Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Anlaşması bu açıdan temel belgeler olarak dikkat çekmektedir. Bu belgeler, AGİT’in daha önce karara bağlanmış olan temel ilke ve hedeflerinin günün şartlarına uyarlanması ve yeni enstrümanların ortaya çıkması anlamına gelmektedir.

Önümüzdeki yüzyılın dünyasına, büyük ölçüde Zirve’de alınan bu kararlar yön verecek, muhtemel sorunlara bu toplantılarda oluşan mutabakatlar çerçevesinde çözümler aranacaktır.

Yine bu zirve ile birlikte, komşumuz Rusya’nın Çeçenistan’da sivil yerleşim merkezlerine ve sivillere yönelik saldırılarına karşı dünyanın refleksi net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Çeçenistan’da artık vahşet ve zulüm boyutuna ulaşan Rus saldırılarının sona erdirilmesi gerekmektedir. Hiçbir gerekçe, sivil ve masum insanlara karşı böylesine bir saldırıyı ve bir toplumu yoketme politikasını haklı gösteremez.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bütün bunların dışında, unutulmaması gereken başka ciddi hususlar da bulunmaktadır. Yani küresel madalyonun, bu görünen yüzü yanında, gözden uzak olan bir ikinci yüzü daha vardır.

21. Yüzyılın dünyasına ilişkin yeni evrensel normların geliştirilip hayata geçirilmesine ilişkin çabalar, çıkar çatışmalarını ortadan kaldırmaya yetmemektedir. Çünkü bütün bu belgelerin hayata geçirilmesi, ülkelerin uluslararası manevra kabiliyetlerine, ekonomik ve askeri güç dengelerine bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir.

Ülkelerin küresel güç kapasiteleri, gerçek niyetler ile bölgesel ve ikili ittifaklar, yarının dünyasının şekillendirilmesinde de belirleyici olmaya devam edecektir.  Bunun için bütün uluslararası gelişmeleri çok yönlü analiz etmek, gerçekçi bir gözle değerlendirmek önem taşımaktadır.

Çok yönlü uluslararası ve bölgesel işbirliği çabalarının yanında, bizler açısından esas olan ülkemizin her açıdan güçlenmesi ve zenginleşmesidir. Milli birliğimizden demokrasiye, ekonomiden adalete her alanda gelişmesini tamamlamış bir Türkiye, daha güçlü bir Türkiye’dir.

Karşılıklı saygı, anlayış ve işbirliğini ikili ve çok taraflı ilişkilerine hakim kılabilen bir Türkiye, güçlü bir Türkiye’dir. Stratejik hedefleri bulunan ve bu hedeflere ulaşabilecek maddi ve manevi kapasiteye sahip bir Türkiye, güçlü bir Türkiye’dir. İşte böyle bir Türkiye, lider ülke Türkiye’dir.

Unutulmaması gereken bir diğer nokta da, dünyaya gerçek manada bir barışın, huzurun ve istikrarın hakim olabilmesinin, insan hakları ihlalleriyle birlikte küresel yoksulluğun, etnik kavgaların ve ahlaki yozlaşmanın da önüne geçilebilmesine bağlı olduğu gerçeğidir. Bu çerçevede ciddi bir uluslararası işbirliği ve dayanışma ağının varlığına duyulan ihtiyacın  kavranması gerekmektedir.

Bugün bütün insanlığın önünde, böyle bir küresel sorumluluk bilincinin ve ahlakının yer etmesi meselesi bulunmaktadır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

İkinci olarak, İstanbul Zirvesi’nde ülkemizi ve bölgemizi çok yakından ilgilendiren “tarihi imza töreni” üzerinde durmak istiyorum.

1993 yılından bu yana ülke olarak büyük hedeflerimizden biri haline gelen Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi ile Trans Hazar-Türkmenistan-Türkiye ve Avrupa Doğalgaz Boru Hattı’yla ilgili anlaşmalar, ilgili ülkelerin devlet başkanlarının katılımıyla imzalanmış bulunmaktadır. Bu anlaşmaların imzalanmasıyla, tabii ki herşey bitmiş değildir. Ancak büyük projelerin canlanması için tarihi adım atılmış, önemli bir başlangıç yapılmıştır.

Bu projelerin hem Türkiye hem de küresel açıdan anlamı ve değeri çok büyüktür. Herşeyden önce, projelerin tamamlanması durumunda, Avrasya coğrafyası Türkiye üzerinden birbirine kenetlenmiş, yeni ve zengin bir işbirliğinin temelleri atılmış olacaktır. Böyle bir gelişme, ülkemizin büyük bir enerji terminali ve pazarı olmasının daha ötesinde bir anlama sahiptir.

İkinci olarak, ülkemize çok yönlü ekonomik fayda sağlayacak, ekonomimizin canlanmasına büyük katkı yapacaktır. Son olarak da, petrol taşımacılığının boğazlar üzerinde yol açacağı  çevre riski en aza indirilmiş olunacaktır. Bu da tabiat ve tarih abidesi olan İstanbul’umuzun ve denizlerimizin muhtemel kirlilik ve felaket tehditlerine karşı korunması anlamına gelecektir.

Sonuç itibariyle, bu projelerden  sadece Türkiye değil, bütün Avrasya     bölgesi ve özellikle de kardeş Türk  Cumhuriyetleri kazançlı çıkacaktır. Bu vesileyle, emeği geçen herkesi, anlaşmalara imza koyan sayın Devlet Başkanlarını kutluyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.

İktidarıyla muhalefetiyle ülke yönetiminde söz sahibi olan bütün partilerimizin ve özel sektörümüzün bu projelere sahip çıkmaları, üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları layıkıyla yerine getirmeleri gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Bu başarı, sonuçta Türk Milleti’nin başarısı olacak, Türkiye’nin yüzakı olarak tarihe geçecektir.

Tabii bunu, politikayı öğrenmekle meşgul olduğunu söyleyip ülkemizi deneme tahtası olarak görenlerin, bu da yetmiyormuş gibi, partimize dil uzatmaya çalışarak politika yaptığını zannedenlerin anlayıp anlamayacağı belli değildir. Bizler, meseleye, tam dört yıl önce ülkemizi tek taraflı yükümlülük altına sokan Gümrük Birliği  Anlaşmasını zafer olarak sunan, Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nı “iş bitti” diye ilân ederek seçim malzemesi olarak kullanmaya çalışanlar gibi yaklaşamayız.

Projelerdeki gecikmenin ve aksamanın bir sebebi, uluslararası dinamiklerdeki değişkenlik ise, diğeri de kendi siyasi ve ekonomik sorunlarımızdır. Bunlar arasında hiç şüphesiz siyasi ve ekonomik istikrarsızlık önemli bir paya sahiptir. İkinci bir önemli sebep de, ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenenlerin bir kısmının takındığı gayri ciddi tavırlar ile dış dünyaya karşı çizdiği profildir.

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

İşte bizlerin siyasette seviye, tutarlılık, samimiyet ve ciddiyet aramamızın, siyasetin ahlakî boyutuna sürekli vurgu yapmamızın temel sebeplerinden biri budur. Siyaseti karalama ve laf üretme yarışı zannedenlerin, daha hâlâ 18 Nisan seçimlerinden gerekli dersleri almayanların  akibeti geçmişten farklı olmayacaktır.

Bizler, Türk Milliyetçileri olarak, milletimizin huzuru, ülkemizin geleceği ve demokrasimizin sağlığı için elimizden gelen duyarlılığı göstermeye devam edeceğiz. Doğru ve hak bildiğimiz yoldan ayrılmayacağız. Yine bizler, iktidar sorumluluğunu, hükümet ortağımızı çökertmek için değil, milletimize hizmet etmek için üstlenmeye devam edeceğiz.  Hangi zamanda neyi yapacağımıza da sadece ülke çıkarlarını düşünerek kendimiz karar vereceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygıyla selâmlıyorum.