Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet
Bahçeli'nin Türkiye’de hüküm süren gerginlik ortamının giderek ağırlaştığı ve çok ciddi endişeleri davet edecek boyutlara ulaşmakta olduğu görülmektedir. Milli birliğimizin ve iç huzurumuzun temellerini yıkmak amacıyla sürdürülen tahrik kampanyaları son dönemde yeni bir hız kazanmıştır. Türkiye’de etnik temelde bir ayrışma ve çatışma ortamı yaratmak için kanlı terör örgütü ve siyasi maşalarının izlediği stratejinin yeni ve ileri bir aşamasına gelindiğini gösteren işaretler her geçen gün artmaktadır. PKK cephesinin yeni stratejisi, silahlı terörün yanı sıra, bölücülüğün kök salması için müsait bir zemin hazırlanması amacıyla siyasi yöntemlerin daha yoğun olarak kullanılmasını öngörmektedir. Bahar dönemine girilmesiyle birlikte bu yeni aşamaya geçilmesi beklenmektedir. Yaklaşan Nevruz’un, yapılacak yeni tahriklerle bir kaos ortamı hazırlaması için önemli bir başlangıç noktası olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. İç ve dış dinamiklerin Türkiye’yi getirdiği bugünkü ortamda, bölücü tahrikler yeni bir cüret kazanmış ve hain emellerini gerçekleştirme ümit ve beklentileri artmıştır. Türkiye’yi adım adım bir kardeş kavgasına sürüklemeyi amaçlayan hain tahriklerin pervasızca sürdürülmesinde en büyük amil bu olmuştur. AKP hükümetinin bu konudaki aczi ve siyasi hesaplarla izlediği gaflet sınırlarını aşan yaklaşımı, kanlı terörü yeniden hortlatmış ve bölücü heveslerin iştahını kabartmıştır. Türk kimliğini tartışmaya açan ve hedefi Türkiye’nin varlığına kastetmek olan terör ve siyasi bölücülüğü etnik bir sorun olarak haklı göstermeye çalışan Başbakan ve AKP hükümeti, bu tahriklerin zeminini hazırlamıştır. Sorunun tanımı ve çözüm yönetimi konusunda İmralı’daki cani ile söylem birliği içine giren Başbakan’ın bu tutumu, terör örgütü güdümündeki ihanet odaklarına yeni ufuklar açmıştır. Bölücülüğe bu şekilde moral veren AKP hükümeti, diğer taraftan devlet güçlerinin terörle mücadelesinin önüne engeller çıkararak, Anayasal görev ve sorumluluklarının gereğini yerine getirmekten de kaçınmıştır. Devlet görevlilerinin sürekli uyarılarına rağmen terörle mücadelede ortaya çıkan ihtiyaçları karşılayacak yasal ve idari düzenlemelerin hala hayata geçirilmemesi, bunun çok çarpıcı bir örneğidir. AKP hükümetinin bu hayati konuyu sürüncemede bırakması sonucu terörden beslenen bölücülüğün önü daha da açılmış ve etnik tahrikler için kendilerinin bile beklemedikleri yeni bir hareket alanı kazanmaları sağlanmıştır. Bu konuda gösterilen ataletin yanı sıra, güvenlik güçlerimizin terörle mücadele azmini kırmak için yürütülen yıpratma ve karalama kampanyalarına imkân ve zemin hazırlayan da yine AKP hükümeti olmuştur. Şemdinli’de sahnelenen çirkin oyuna Türk adaletinin de alet edilmesi ve AKP’nin bu tezgahta suçüstü yakalanması, bu konuda gösterdiği gafletin şahikasını oluşturmuştur. Bu olay, AKP hükümetinin sabıkalarla dolu siyasi sicilinde silinmeyecek bir leke olarak kalacaktır. PKK terör örgütünün Şemdinli halkının en büyük demokrasi eylemi olarak tanımladığı bu tezgâhın içinde yer alanlar ve bunu destekleyenler, adli yargı süreci sonuçlanınca daha iyi anlaşılacaktır. Şemdinli’de başlayan tahrikler sonrası Nevruz’a gidilen süreçte, son dönemde Türk kamuoyunda başlatılan Kürt sorununun demokratik çözümü konusundaki tartışmaların zamanlaması ve hedefi üzerinde çok dikkatli bir şekilde durulmalıdır. Bu konuda bilimsel toplantı etiketi altında yapılan tartışmalar ve bunların gazete sütunlarında tefrika edilmesinin hangi amaca hizmet edeceği çok iyi değerlendirilmelidir. Şemdinli olayları sonrası Türk devletini ve meşru güvenlik güçlerini peşinen suçlama kampanyasına öncülük edenlerle, şimdi siyasi çözüm dayatmaları için kamuoyu oluşturmak amacıyla bu tartışmaları yeniden gündemin merkezine oturtanların aynı çevreler olmasının taşıdığı anlam, fikri namus sahibi herkes tarafından sorgulanmalıdır. Hangi kaynaktan ışık aldığı bilinmeyen ve “aydın” sıfatı taşıma iddiasında bulunan bu çevrelerin basında tefrika halinde yayınlanan görüş ve önerilerine bakıldığında, bunların PKK terör örgütünün talepleriyle tam anlamıyla örtüştüğü görülecektir. Şablon tüm unsurlarıyla aynıdır. Etnik kimliklerin tanınarak bunlara siyasi statü verilmesi, bunun Anayasal güvenceye kavuşturulması, PKK teröristleri için genel af çıkartılması ve etnik kimliklere siyaset ve Meclis’te temsil yolunun açılmasının PKK’nın talepleri olduğu bilinen bir gerçektir. İmralı’nın talimatıyla kurulan ve teröre desteğini saklamayan bir siyasi kuruluş da, son açıkladığı ve barış ve demokrasi programı adına verdiği üç aşamalı planda bu hususları tekrarlamış ve Kürtçe’nin Türkçe’yle birlikte resmi dil olarak kabul edilmesini de istemiştir. Bu gerçekler ortadayken bu sözde aydınların dile getirdiği görüşlerin Avrupa Birliği normlarını yakalama mecburiyeti olarak savunulması ise ayrı bir garabet örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çevrelere göre Türkiye kanlı bir kardeş kavgasına sürüklenerek demokratikleşecek, bölünerek Avrupa’lı kimliğini ispat edecek ve devlet yapısını değiştirerek Batılı değerlere uyum sağlayacaktır. Bunun sonucu da Türk insanının yaşam kalitesi yükselecek ve Türkiye gelişmiş Batılı demokratik toplumlar arasındaki yerini alacaktır. Karşımızda duran ve toplumumuzun bazı kesimlerinde yaşanan çürüme ve çöküntünün boyutlarını gösteren hazin tablo maalesef budur. Bu konuda söylenecek fazla bir şey bulunmamaktadır. Ancak, Türk milletinin aydınlanması bakımından yine de bu çevrelere şunların sorulması, yararlı olacaktır: Türkiye’nin karşısına çıkarılan kanlı terör ve siyasi bölücülük sorununun çözümü için öne sürülen bu görüşler demokrasin bir icabı olarak doğru ve geçerli sayılacaksa, bu durumda siyasi eylem planı aynı görüşler üzerine oturtulan PKK terör örgütünün de demokratikleşmekte olduğu sonucu mu çıkacaktır? PKK mı demokratik çizgiye gelmektedir, yoksa onun sözcülüğünü yapan bu çevreler mi PKK’nın çizgisine yanaşmaktadır? Bunlardan hangisi doğru ve geçerlidir? Bu sorulara verilecek cevaplar, kimin nerede durduğunun, hangi düşüncelerin esiri olarak hangi amaçlara hizmet ettiğinin aynası olacaktır. Bu soruların cevabını, PKK terör örgütünün şu açıklamaları acı bir biçimde ortaya koymaktadır. Kanlı terör örgütü, yaptıkları son strateji değişikliğinin ve İmralı canisinin siyasi çözüm önerilerinin, Türk toplumu içindeki çözüm güçlerinin ortaya çıkarılmasını hedeflediğini ve bunda da başarı sağlandığını, amaca ulaşıldığını söylemektedir. PKK’nın sözde yürütme konseyi de yaptığı açıklamada, demokratik çözüm sürecinin ilerletilmesi için Türkiye’deki aydın çevrelere girişim geliştirilmesi ve İmralı’nın öncülüğündeki barış ve demokrasi mücadelesinde seslerini daha da yükseltmeleri çağrısında bulunmuştur. Bu gerçekler karşısında bizim bu konuda söyleyeceğimiz başka bir söz kalmamıştır. Bugün gelinen noktada, Türkiye’de süregelen bu etnik tahrikler ve dayatmalar, Avrupa Birliği sürecinin doğal bir gereği olarak önümüze getirilmektedir. Bu bakımdan bu konuda gerçeklerin ışığında dürüst bir değerlendirme yapılması kaçınılmaz olacaktır. AKP hükümeti, her konuda olduğu gibi, bu konuda da Avrupa Birliği’ni bir sığınma kapısı olarak görmektedir. Türkiye’de yaptığı her tahribatın gerekçesi ve izlediği teslimiyetçi ve ezik politikaların tek izahı Avrupa Birliğidir. Ancak, AKP’nin siyasi zihniyeti ile Avrupa Birliği arasında daha derin bir ilişki bulunduğu, Başbakan Erdoğan’ın son beyanlarıyla bir kere daha anlaşılmıştır. Başbakan, son konuşmasında AKP’nin siyasi vizyonu ile Avrupa Birliği’nin gerekleri ve hedeflerinin örtüştüğünü söylemiştir. Bu fikri örtüşmenin hangi alanlarda ön plana çıktığına bakıldığında, AKP hükümetinin Avrupa Birliği’nin Türkiye’de zorla azınlık yaratma ve siyasi çözüm dayatmalarıyla da fikir birliği içinde olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa Birliği’nin bir konudaki sakat yaklaşımı resmi raporlarında somut ifadesini bulmuştur. Avrupa Birliği bu bakış açısıyla, PKK terör örgütünün siyasi hüviyet ve meşruiyet kazanmasının en büyük destekçisi konumuna gelmiştir. Bu konuda PKK terör örgütünü de Avrupa Birliğine bir kurtarıcı olarak baktığı düşünülürse, AKP hükümeti, Avrupa Birliği ve PKK’nın hedeflerinin aynı potada birleştiği ve örtüştüğü sonucu çıkacaktır. PKK’nın içinde yer aldığı bir cephenin Türkiye’nin hayrına olmayacağı gerçeği karşısında, Başbakan Erdoğan’nın bu cephe ile hangi vizyonu paylaştığını Türk Milletine anlatması kendisi için ahlaki ve siyasi bir mecburiyettir. Bunun yanı sıra siyasi vizyonunun Avrupa Birliği’nin hedefleriyle ve normlarıyla örtüştüğünü söyleyen Başbakan’a hangi Avrupa’ya ve hangi değerine özendiğini sormak gerekecektir. Türk milletini etnik sınıflara bölerek zorla azınlık yaratan ve bunlara ana dillerinde eğitim hakkını savunan Avrupa’dan mı bahsediyorsunuz, yoksa ülkesinde misafir olarak bulunan ve başka bir ülkenin taabiyetinde olan Türk çocuklarına okul ders saatleri dışında bile Türkçe konuşmayı yasaklayan Avrupa’yı mı kastediyorsunuz? AKP hükümeti hangi Avrupa ile fikri akrabalık ilişkisi içindedir? Aynı şekilde, AKP’nin siyasi vizyonun örtüştüğü Avrupa, Türkiye’de bölücü teröre cesaret veren ve İmralı canisinin yeniden yargılanma hakkını savunan Avrupa mıdır, yoksa PKK’nın Avrupa’daki yıkıcı faaliyetlerini hoşgörüyle karşılayan ve Türkiye’de değerli bir işadamımızı alçakça katlettiği sabit olan bir teröristi adaletten kaçırmak için bütün kurumlarıyla seferber olan Avrupa mıdır? Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı tarihi önyargılardan beslenen ayırımcı ve dışlayıcı bir muameleyi reva gördüğü, bu konuda iyi niyetli olmadığı artık anlaşılmıştır. Bu durumda Başbakan Erdoğan da, içi boş sloganlarla ve Avrupa Birliği hayal ticaretiyle Türk milletini daha fazla kandıramayacağını, bu konudaki yalan sermayesinin tükendiğini artık anlamak durumundadır. Türkiye, işte böyle ağır bir ortamda ve gergin bir bekleyiş içinde Nevruz vesilesiyle sahnelenecek tahrikleri beklemektedir. PKK örgütü, Nevruz’la başlatmayı planladığı ve yeni bir eylem dönemi olarak gördüğü önümüzdeki bahar aylarında izlenecek politikaları militanlarına ve sivil uzantılarına bildirmiş ve bunları kamuoyuna da yazılı olarak duyurmuştur. Buna göre, yoğun ve kapsamlı bir mücadelenin yürütüleceği bu dönemde siyasi çözüm dayatmalarına ivme kazandırılacak ve Nevruz kutlamaları İmralı canisini sahiplenmek için büyük kitlelerin alanlara ve sokaklara çıkacağı gösterilere sahne olacaktır. Nevruz organizasyonunun başında olan İmralı güdümündeki bir siyasi kuruluş ve bölge belediye başkanları da, Irak’taki peşmerge liderlerini de kutlamalara davet ettiklerini ve bu davetin Barzani ve Talabani’nin bulundukları konum ışığında yapıldığını açıklamışlardır. Türkiye’ye karşı sürekli düşmanlık sergileyen ve Kuzey Irak modelini Türkiye’de de uygulamak sevdasının peşinde koşan Barzani’nin Kürtçe davetiye ile tahrik törenlerine çağrıldığı da basında yer alan haberlerden anlaşılmaktadır. Bütün bunlar Nevruz kutlamalarının İmralı caninsin posterleri altında devlete karşı meydan okumayı amaçlayan güç gösterilerine ve ayaklanma provalarına dönüştürüleceğini göstermektedir. Son tahriklerin odağı olan Şemdinli’nin de bu sokak gösterilerinin merkezi olacağı anlaşılmaktadır. Sivil itaatsizlik olarak isimlendirilen bu kitlesel ayaklanma gösterilerinin büyük şehirlere de sıçrayarak yaygın bir sokak terörüne dönüşmesi çok muhtemeldir. Türkiye’nin böylesine büyük tehdit ve tehlikelere maruz bırakıldığı böyle gergin bir ortamda, AKP hükümetinin tam bir sessizlik ve ilgisizlik içinde gelişmeleri bir seyirci gibi kenardan izlemesi, en hafif tabiriyle ibret verici bir gaflettir. Türkiye’nin bir kaos ortamına sürüklenmesi için aleni hazırlıkların yapıldığı bir dönemde Hükümet, İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı sıradan asayiş genelgeleri dışında anlaşılmaz bir atalet sergilemektedir. Türkiye’yi bir enkaza çeviren Başbakan Erdoğan ve Hükümeti, hiç sıkılmadan hayali cennet tabloları çizmekle ve hayali başarı masallarıyla Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay etmekle meşguldür. Hükümetin bütün mesaisini ve dikkatini verdiği diğer bir alan ise, AKP kadrolarının boğazlarına kadar gömüldüğü yolsuzlukların üstünü örtmek ve bir yolsuzluk markası haline gelen yöneticilerini aklamak olmuştur. AKP milletvekilleri, surda delik açtırmayarak parti namusunu korumak adına, yolsuzluklara bulaşan AKP yöneticilerini otomatik olarak aklama mekanizması haline gelmişlerdir. Türkiye’nin kaderi üzerinde çok tehlikeli bir şekilde kumar oynayanların amacının, Türkiye’yi bir etnik ayrışma ve çatışma sürecine çekmek olduğu gün gibi ortadadır. Ancak, Türk milleti bu hain emelleri besleyenlere hiçbir şart altında geçit vermeyecektir. Bu kirli hesaplar boşa çıkarılacak ve Türkiye’nin birliğine, huzuruna ve kardeşliğine sonuna kadar sahip çıkılacaktır. Bu bakımdan kimse ham hayaller peşinde koşmamalı ve Türk milletinin gücü ve kararlılığı üzerinde yanlış hesap yapmamalıdır. Bu aziz vatanın sokakta bulunmadığı, sahipsiz olmadığı ve bölücü terörün maşalarına teslim edilmeyeceği bir an için dahi unutulmamalıdır. Bugün yaşadığımız nazik dönemde herkesin sağduyunun rehberliğinde hareket etmesi, Türkiye’ye kastetmek isteyen bu hain suikasta karşı topyekün bir milli duruş sergilemesi ve toplumsal huzurun korunması için üzerine düşeni yapması tarihi bir görev ve sorumluluktur. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmeyenleri, gaflet ve ihanet yoluna sapanları tarih ve millet affetmeyecektir. Bu konuda birinci derecede siyasi sorumluluk altında olan hükümetin, vakit çok geç olmadan kendisine çekidüzen vermesi ve görevinin gereğini yerine getirmek için ilkeli ve kararlı bir tavır ortaya koyması elzemdir. Bu yapılmadığı takdirde, doğacak vahim sonuçların bütün sorumluluğu hükümetin omuzlarında olacaktır. Bu ağır vebalden de, ne bu dünyada ne de ahirette kurtulmaları mümkün değildir. Buradan, Milliyetçi Hareket camiasının mensuplarına ve ülkücü kardeşlerime sağduyu ve soğukkanlılıklarını korumaları ve etnik tuzaklara düşmemek için çok dikkatli olmaları çağrımızı tekrarlarken, hükümetin ve devlet güçlerinin de bu tahriklerin ve ihanet provalarının önüne geçmek için gerekli tüm tedbirleri kararlılıkla almalarını beklediğimizi bir kere daha belirtmek istiyorum. Bu düşüncelerle, Türkiye’nin önümüzdeki kritik dönemeçten suhuletle geçmesini gönülden temenni ettiğimizi belirtmek ve ortak akıl yoluyla bütün bu badirelerin aşılacağına ve Türk milletinin parlak bir geleceğe taşınacağına olan sarsılmaz inancımızı tekrarlamak istiyorum. Türkiye’yi bir bütün olarak kucaklayan ve Büyük Türk Milleti ailesinin kardeşliği, onuru ve mutluluğu için her bedeli ödemeye hazır ve gönüllü olan Milliyetçi Hareket, bu süreçte üzerine düşeni sonuna kadar yerine getirmeye kararlıdır.
Dr. Devlet Bahçeli
|