Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Muhterem Milletvekilleri, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Bu haftaki konuşmama başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Bildiğiniz üzere, Peygamber efendimizin sevgili torunu Hz Hüseyin’in ve yanındakilerin hicri 1371 yıl önce Kerbela’da şehit edildiği Muharrem ayına girmiş bulunuyoruz. İslam tarihi içinde, her Müslüman’ı derinden yaralayan; adalet, vicdan ve ahlak ölçüleriyle bağdaşmayan bu elim hadiseyi aradan geçen asırlar sonra bile, aynı keder ve acıyla anmayı sürdürmek hem insanlığın hem de inançlarımızın bir icabıdır. Bu vesileyle bütün şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor ve bu ayda yapılacak ibadet, anma ve duaların Cenab-ı Allah katında kabul görmesini niyaz ediyorum. Değerli Milletvekilleri, Geride kalan hafta da, sonuçları itibariyle çok yararlı ve faydalı olacağına inandığım ziyaretlere ve milletimizle kucaklaşmaya devam ettik. Bu kapsamda Osmaniye il merkezi ve ilçelerinde, Hatay il merkezi ve ilçelerinde, İçel’in Tarsus ilçesinde değerli dava arkadaşlarımızla ve aziz vatandaşlarımızla bir araya geldik ve hasret giderdik. Gittiğimiz vatan köşelerindeki partimize mensup belediye başkanlarımızın çalışmalarını görme, bu zamana kadar yapılanlar hakkında yerinde bilgi alma fırsatımız oldu. Ayrıca belediyelerimizin bazı tesislerinin açılışını gerçekleştirdik ve bazılarının da temel atma törenlerine iştirak ettik. Ve kendileriyle bir kez daha iftihar ettik ve yörelerine yaptıkları hizmetlerden dolayı gurur duyduk. Bu seyahatimizin işaret ettiği en çarpıcı netice ise milletimizin AKP’den umudunu kestiğini ve sorunlarının artık bu iktidarla çözülemeyeceğine kesin kanaat getirdiğini ortaya çıkarmış olmasıdır. Ucuz popülizm ve sanal başarı hikayeleriyle ülkemiz içinden çıkılması zor bir alana girmiştir. Yalan ve riyaya dayalı AKP politikaları artık ilgi ve destek görmemekte ve bir karşılılık da bulmamaktadır. Sonu gelmeyen temelsiz ve içi boş vaatlerle çözümü sürekli ertelenen problemler, milletimizin kızgınlıklarını artırmış ve öfke duygularını kabartmıştır. Çiftçilerimizin derdi büyümüş, esnafımızın şikâyetleri fazlalaşmış, insanımızın cepleri boşalmış, evlerdeki hüzün katlanılmaz bir boyuta ulaşmıştır. İşsiz kalmış kardeşlerimizin yanı sıra, bir gelir veya kazançtan mahrum halde çileyle hayatlarını sürdüren vatandaşlarımızın içler acısı hali bizi en çok üzen olumsuzlukların başında gelmiştir. Nitekim AKP’nin sekiz yıllık iktidarı sonucunda, hakkını teslim ve takdir edeceğimiz bir gelişmeye, zenginleşmeye ve refah artışına gittiğimiz yerlerde maalesef tesadüf edilememiştir. Anlaşılan, AKP’nin istismardan ve mağduriyetten güç alan siyasi duruşu çatırdamaya yüz tutmuş ve milletimiz, bu zihniyetle arasına mesafe koymaya başlamıştır. Gelişmeler bize iktidarın yorulduğunu, heyecanını ve dermanını tükettiğini kanıtlamaktadır. AKP’nin yapacakları bitmiş, ufku kararmış ve bir kısır döngüye hapsolmuş durumdadır. Kendisine oy veren AKP’li kardeşlerimin dahi gönlünden ve gündeminden hızla çıkan hükümetin, bundan sonra ortaya koyacağı hayırlı bir icraatına, değerli çabasına şahit olmamız mümkün olmayacaktır. Aziz millet iradesinin kendisine verdiği hükümet etme fırsatını husumetleri artırarak ve cepheleşmeleri teşvik ederek yıpratan bugünkü iktidarın dinlenmesinin, yaptıklarıyla ya da yapamadıklarıyla ilgili siyasi bir muhasebe içine girmesinin zamanı gelmiştir. İnancım odur ki, önümüzdeki yıl yapılacak olan milletvekilliği genel seçimleri bunun için değerli bir imkân sunacaktır ve bunu gerçekleştirecek olan büyük milletimizin eşsiz sağduyusu güvenebileceğimiz yegâne kudrettir. Gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerde, Milliyetçi Hareket Partisi’ne yönelik bendini aşan bir sevginin ve hızla yayılan güven duygusunun varlığı bizleri hem sevindirmiş hem de yüreklendirmiştir. İnşallah milletimiz bu sefer partimizi tek başına iktidara taşıyacak ve huzuruna, rahatına, parasına ve hayallerine verilen zararların karşılıksız kalmayacağını mutlaka gösterecektir. AKP gidecek; bolluk ve bereket bizimle gelecektir. AKP gidecek; sarsılan kardeşlik bağları tekrar sağlamlaştırılacak ve birlikte yaşama kararlılığı Milliyetçi Hareket’le birlikte kuvvetlenecektir. Ve Üç Hilal’in iktidar olmasıyla; teslimiyet, taviz, boyun eğme, teröristle pazarlık, kriz ve kargaşa Allah’ın izniyle kesinlikle son bulacaktır. Değerli Milletvekilleri, 3 Aralık tarihinde ‘Dünya Engelliler Günü’nü idrak ettik ve engelli olmanın ortaya çıkardığı sorunlar üzerine daha fazla düşünme imkânı bulduk. Elbette engelli kardeşlerimizin önemli düzeyde sıkıntıları ve problemleri olduğunu biliyoruz. Ve bunların aşılması için samimi niyet ve istek taşıyoruz. Özellikle Engelliler Günü’nde mesaj yayımlamakla, törenler düzenleyerek plaket vermekle ve hatıra fotoğrafları çektirmekle engelli vatandaşlarımızın sorunlarının bitmediğini ve azalmadığını görmek lazımdır. Böylesi zamanlarda engellilerimizin hatırlanması, sevgi ve ilgi gösterilmesi yerindeyse de, bunları yılın tüm günlerine yaymak hepimizin sorumlulukları arasında olmalıdır. Ya da engelli kardeşlerimize yönelik kanunlar çıkararak, belirli yılları, mesela 2005 yılını engelliler yılı ilan ederek ve sosyal sorumluluk kampanyaları ve şuraları düzenleyerek engelli kardeşlerimizin sorunlarını dindirmek mümkün değildir. Bu sözlerimizden, yapılanları küçümsediğimiz sonucu da çıkarılmamalıdır. Engelli kardeşlerimize tüm hayatları boyunca gösterilecek şefkat ve sevginin, onları normal birer insan olarak değerlendiren yaklaşımların her şeyden öncelikli ve önemli olduğunu düşünüyorum. Asıl engelin bedende ya da zihinde değil; algıda, davranışta ve insanlık değerlerinden mahrum olmakla belirginleşeceğini bilmek gerekmektedir. Engelli kardeşlerimizi en çok üzen ve rahatsız eden hususun ise, karşılarına dikilen aşılmaz engeller olduğu açıktır. Anaokulundan başlayarak; eğitim sürecinin her aşamasında, sosyal ve ekonomik ilişkilerinde, iş ve meslek hayatlarında engelli kardeşlerimizin muhatap oldukları zorlukları aşmada yardımcı olmak, hepimizin hem insani, hem de vicdani görevleri arasındadır. Parti Programımızda da anlam ve karşılık bulduğu üzere; engelli kardeşlerimizin toplumla bütünleşmeleri, başkalarının yardımına muhtaç olmadan hayatlarını idame ettirebilmeleri için fiziki ve sosyal çevrenin oluşturduğu engellerin kaldırılması öncelikli amaçlarımız arasındadır. İlave olarak, gerekli eğitim altyapısı ve teknolojik imkânların artırılması esas olacak şekilde, imar mevzuatının engelli kardeşlerimizi konu alan ilgili bölümlerinin de etkin biçimde uygulanması için azami çaba gösterilmelidir. Engelli bakım hizmetlerinin üst düzeyde sağlanmasının yanı sıra, engeli bulunan kardeşlerimize işe yerleştirmede öncelik verilmesi ve gerekli araç ve gereç desteğinin sağlanması maksadıyla lazım gelen tedbirler biran önce alınmalıdır. Biliyoruz ki, bugün kendisini sağlam gören her birey aslında bir engelli adayıdır ve yarının herhangi birimize ne getireceğini yalnızca Cenab-ı Allah bilecektir. Bu nedenle engelli kardeşlerimizle münasebetlerde, empati kurmak ve onların yerine kendimizi koymak sanıyorum en doğru davranışlardan birisi olacaktır. Onların da seveceğini, heyecanlanacağını, üzüleceğini, özlem çekeceğini, bekleyeceğini, umut edeceğini, kırılacağını hiç unutmamız gerekmektedir. Hiç kimse engelli olmayı tercih etmemiştir; ama engelli olmak da bir son ve ah vah edeceğimiz bir durum değildir. Milletimizin eşit ve onurlu fertleri olarak engelli kardeşlerimizin, ülkemizin gelişmesi ve kalkınması yolunda çok değerli katkılar sağlayacağına inanıyorum. Hepsinin yaşadıkları sorunların bilincindeyiz ve ihtiyaçlarının nelerden ibaret olduğunu takip ediyoruz ve gerekli notlarımızı şimdiden alıyoruz. Bu vesileyle, tüm engelli kardeşlerimizin Engelliler Günü’nü bir kez daha kutluyor; muhatap oldukları hiçbir engelin huzurlarına, ümitlerine ve heveslerine mani olmamasını Yüce Allah’tan diliyorum. Muhterem Arkadaşlarım, Bir toplumda siyasi diyalog ve müzakere kanallarının açık olması; tartışma, konuşma ve uzlaşma süreçlerinin etkin işlemesiyle güçlenecek ve medeni ilişkilerin kurulmasını ve yürümesini de sağlayacaktır. Dinleme ve ikna etme de siyasetin vazgeçilmez bir öğesidir; bunlar olmadan siyasal ilişki tesis edilmesi, en azından pratikte mümkün değildir. Elbette siyaset her şeyden önce kararlara katılmayı, fikir ve kanaat bildirmeyi gerektirir ve başkalarının da katılmasına tahammül gösterilmesi demektir. Eğer siyasal tutumlar, davranışlar, talepler ve görüşler kısıtlı ve dar bir alanda kalır, bazı kesimlere kapalı olursa; bundan en başta demokrasi zarar görecektir ve yönetim denilen iktidara dayalı alan, bir avuç seçkin zümrenin kontrol ve hâkimiyeti altında bulunmaktan kurtulamayacaktır. Çok şükür ki ülkemiz böyle bir durum ve geri bir sosyal form içinde değildir ve geniş siyasal katılımı bazı sorunları içinde barındırmasına rağmen gerçekleştirebilmiştir. Bu süreçte Türk kadının seçme ve seçilme hakkını elde etmesi ve kendisini ilgilendiren ya da ilgilendirebilecek süreçlere doğrudan doğruya dahil olması çok etkili olmuştur. Nitekim 5 Aralık tarihinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 76. yıldönümünü gururla kutlamış bulunuyoruz. Bu iftihar edeceğimiz tarihi olay demokrasimiz açısından da bir milattır ve gururla sahipleneceğimiz en önemli hakkın doğumuna işaret eder. Siyasetin cinsiyete saplanmış türevi ve kadınları dışlayan yorumu böylelikle ortadan kaldırılmış ve insan olmanın herkes için sağladığı eşit sorumluluk ve haklar kadın-erkek ayırımına takılmadan sahiplerine kazandırılmıştır. Bunun kolay olmadığı dönemin sosyal ve siyasal özellikleri dikkate alındığında daha iyi anlaşılabilecektir. Maalesef yüzyıllar içinde kadınların grup olarak kolektif bir kimliği oluşmamış; cinsiyete göre ayrılmış iptidai şartlar altında, yalnızca çocuk büyütmekten ve günlük işlerin kısır döngüsüne sıkışıp kalmaktan başka bir seçenekleri bulunmamıştır. Takdir edersiniz ki cinsiyet farklılığına yapılan göndermeler gereklidir; ancak belirleyici ve tayin edici olmayacağı da açıktır. İnsanlık artık kadınlar ya da erkekler olarak doğaları gereğince tasnife tabi tutulmayacakları bir geleceğe doğru gitmektedir. Bu kaçınılmazdır. Böyle bir gelecekte, kadın ya da erkek tüm fertlerin, önceliklerinde veya deneyimlerinde cinsiyetlerine göre değil; bireyler olarak farklılaşacakları ve başta siyaset olmak üzere hayatın her alanına somut bireyler olarak ve eşit biçimde katılacakları fikrini taşıyorum. Çok değil, Türk tarihinin yakın mazisine bile baktığımızda, gelecek diye öngördüklerimizin, geçmişimizin kutlu sayfalarında yer aldığına da şahit olmak mümkündür. Yüzlerce yıl önce; kimi zaman hükümdar, kimi zaman da hakan olan eşinin yanında devlet yönetiminde söz sahibi olan ve eşitlik temeline göre bir sosyal ilişkinin içinde bulunan Türk kadının varlığını hepimiz biliyoruz. Ayrıca bugün burada ve bu çağda bağımsız yaşıyorsak; cephede mermi taşıyan, cephe gerisinde yaralılara şifa dağıtan, tarlasında emek veren, geceleri çocuğunun beşiğini sallayan, dua eden, tespih çekerek şükreden, sevgi ve şefkati bakışlarından ve yüreğinden eksik etmeyen annelerimizin ve Türk kadınlarının sayesinde olduğunu unutmamız gerekir. Milli mücadele kahramanı Kara Fatma’nın, Aziziye Tabyasını yiğitçe savunan Nene Hatun’un, ‘Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?’ diyerek adını Türk tarihine yazdıran elleri öpülesi Tayyar Rahmiye’nin ve Gaziantepli Yirik Fatma’nın haklarını inanın bana ödeyemeyiz. Adını burada daha sayamadığım kahraman Türk kadınlarının, vatanı için neleri göze aldıklarına saymakla yetişemeyiz, söylemekle bitiremeyiz. İşte bu muhterem ve hürmetle yâd ettiğimiz analarımızdan sonra, seçme ve seçilme hakkı kadınlarımıza verilmiştir. Bize göre Türk kadınının aldığı bu hak bir lütuf değildir, insan olmanın, eşit bir fert halinde yaşamasının mecburi sonucudur. Dönem itibariyle, bugünkü gelişmiş ülkelerin birçoğunda kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olmadığını düşündüğümüzde, ne kadar modern ve önemli bir reformun yerine getirildiği çok daha iyi anlaşılabilecektir. Yeni dönemin yerel ve küresel siyaset belirleyicileri arasında kadınların ve kadın haklarının büyük bir yeri vardır ve olacaktır. Çok yönlü faktörlerin bileşkesinde gelişme gösteren siyasal ilişkiler ve siyasal temsil; kadınlar olmadan mesafe alamaz ve ilerleme kaydedemez. Kabul etmeliyiz ki, kadın hakları, evrensel, bölünmez ve birbiriyle ilişki içinde olan insan hakları arasındadır. Bu itibarla, toplumsal, siyasal, kültürel bütün haklar alanını kuşatır. Tabii olarak, kadın haklarını, tek başına ve yalıtılmış biçimde ele almamalıyız. Bu hakların, ancak kadınları çevreleyen toplumsal, ekonomik ve siyasal şartların elverişli kılınmasıyla hayata geçirilebileceğinin de şuurunda olmalıyız. Kadınların da erkeklerle birlikte, içinde yaşadıkları toplumun ve mensup oldukları Türk milletinin gelişmesi yolunda ellerinden geleni yapacaklarını biliyor ve buna canı gönülden inanıyorum. Tür kadının siyasal hayatta daha fazla etkin ve belirleyici olması için parti olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğimizi de bildirmek istiyorum. Seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 76. yıldönümünün vatanımızın her yöresindeki hanımefendilere hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepsini sevgi ve hürmetle selamlıyorum. Değerli Milletvekilleri Türkiye, AKP iktidarının siyasi ayak oyunları ve hamasi nutukları eşliğinde kritik ve sorunlu bir sürece adım adım sürüklenmiş bulunmaktadır. İçeriğinin ne olduğu belirsiz olan ileri demokrasi sözlerinin, sahte özgürlük savunuculuğuyla birleşmesi gerçekleri tersyüz etmiş ve gizli kapaklı ilişki ve niyetlere sığınak olması bakımından da dikkat çekici olmuştur. Kendini emniyete almak maksadıyla küresel çekim alanına fazlasıyla kapılan ve şimdiye kadar aldığı dış destekle ülkemizde karşılaştığı sorunları aşmaya çalışan AKP hükümetinin, yolun sonuna yaklaştığı yaşanan gelişmelerle iyice netleşmiştir. Avrupa Birliği’yle sarmaş dolaş olmanın ve ayakta kalmak için ABD’nin himmetine sığınmanın faturası AKP’nin önüne çıkmaya başlamıştır. Uluslararası koalisyon ortaklarıyla arasına kara kediler girmeye başlayan iktidarın; köksüz, onursuz, şahsiyetsiz, ilkesiz ve haysiyetsiz siyaseti hem kendisini, hem de ülkemizi tehlikelerle dolu bir maceranın içine itmiştir. AKP’nin, sözde medeniyetler ittifakı denkleminde yer aldığı bağımlı değişken rolüyle, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında içine savrulduğu tuzaklar milletimizi zor ve sıkıntılarla dolu bir kıskaca sokmuştur. Başbakan Erdoğan; bir tarafta bölgemizde huzur, refah ve barış temennilerinde bulunurken; diğer tarafta kanlı küresel operasyonların uydusu ve taşeronu haline gelmesi; çelişkinin de ötesinde, göz göre göre düşülen tezgâhın ibretlik bir vesikası olmuştur. Her fırsatta yabancı muhataplarına ülkemizi doğrudan ilgilendiren ve iç meselemiz olan konularla ilgili dert yanan, muhalefeti şikâyet eden, hatta bir ara aldığı maaşın bile yetersizliğinden dem vuran bu zihniyetin, uluslararası alanda beğenilmek ve takdir görmek için neleri yaptığını, hangi tavizleri verdiğini herkes çok iyi bilmektedir. Türk milletiyle asırlarca süren mücadelelerinden ve sonucunda aldıkları tarihi derslerden dolayı kin ve garaz yüklü olan çevreler, Başbakan’ın sızlanmalarını daha da tahrik etmişler, böylesi bir küçülmeyi ise demokratik gelişme adına olumlu bulma kurnazlığıyla tevil etmeye çalışmışlardır. Başbakan Erdoğan, gittiği yabancı ülkelerde, ülkemize dönük eleştiri odaklı değerlendirmelerini fütursuzca yapmış, gösterilen her ilgiyi, sunulan her ödülü ve verilen her desteği bu şekilde duruş sergileyerek karşılıksız bırakmamıştır. Bunun en son örneğini ise kendisine ikram edilen ‘Kaddafi İnsan Hakları Ödülü’ vesilesiyle yaptığı konuşmada görmek ve şahit olmak mümkün olmuştur. Nitekim Dünya’nın neresinde olursa olsun, zulme, haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı çıktığı ve sesini yükselttiği için ülkemizde de eleştiriye maruz kaldığını söyleyen Başbakan; vicdandan, ahlaktan ve dürüstlükten azade olduğunu bir kez daha göstermiştir. Zannedersiniz ki, ülkemiz zulüm taraftarıdır, haksızlılıklardan ve adaletsizliklerden memnundur. Yalnızca Recep Tayyip Erdoğan bundan istisnadır ve karşısında dikilen yersiz, mesnetsiz ve insanlık dışı engelleri aşmak için çaba göstermektedir. Bu yalan ve iftirayla bezenmiş bulanık bakış açısının, milletimizi nasıl ilkel bir seviyeye düşürmeye uğraştığı bizim açımızdan bellidir ve bu bağlamda herhangi bir izah ve açıklamaya da mahal yoktur. Pusuda bekleyen ve milletimizi yok etmek için uygun zemin kollayan küresel mihraklar, AKP’nin güçlenmesi uğruna emek ve mesai harcadığı işbirlikçi anlayıştan dolayı ümitlidirler ve devamını dilemektedirler. Bu sürecin parolaları arasında da, bildiğiniz üzere, daha çok demokrasi, daha fazla özgürlük ve sözde barış hezeyanları şimdilik rakipsizdir. Dışarıda haktan, hukuktan, adaletten, insanlıktan bahseden Başbakan, içeride totaliter bir siyasetçi görüntüsü çizmekte, kendisine yapılan muhalefeti sindirmek için elinden geleni arkasına koymamaktadır. Coplanan ve yerlerde süründürülen öğrenciler, haklarını aramaktan başka bir kaygısı olmayan işçilere yönelik sert müdahaleler, eğer gelişmiş bir demokrasinin göstergeleriyse, diyebileceğimiz sadece olmaz olsun böyle demokrasi anlayışı olacaktır. Ülkemiz artık kanunsuzluğun, asayişsizliğin, adaletsizliğin, tarafgirliğin, kaba kuvvetin, toplumsal suçların, en aşağılık cinayetlerin boy attığı bir yer haline gelmiştir. Başbakan Erdoğan’ın yönettiği Türkiye manzarasında;
Suç ve suçlunun AKP’den sağladığı ikmal ve destek, toplumsal hayatı kargaşaya itmiş, iğrenç ve akıllara durgunluk veren insanlık dışı eğilimler bu dönemde dal budak vermiştir. Buna rağmen, Başbakan Erdoğan’ın, suçun nüfusa oranı bakımından Türkiye’nin dünyanın en güvenilir, en emniyetli ülkelerinden birisi olduğunu iddia etmesi de, esasen bedeni burada, ruhu dışarıda olan birisinin karmaşık zihnini göstermesi bakımından ibretlik olmuştur. Eğer bunlar bir sorunsa ki asla şüphemiz yoktur, o halde Başbakan’ın, yönettiği ülkenin gerçeklerinden bihaber olması daha ciddi ve ağır bir sorunun varlığına delalet etmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla dışarıya gide gele, ülke gündeminden ve asıl meselelerden uzaklaşmış ve kopmuştur. Toplumsal yapı yangın yerine dönmüşken, her şeyin güllük gülistanlık olduğuna dönük propaganda yapılması; kendi dışındakileri bir şeyden anlamaz, kafası çalışmaz olarak gören işgüzar bir politikacının küstahlığıyla aynı anlama gelecektir. Başbakan Erdoğan’ın eziyete uğrayanları, adaletsizlikleri ve dehşet verici vahşetleri görmesi için başka yerlere bakmasına gerek yoktur. Her şey ortadadır ve aziz vatanımız AKP’yle birlikte kan ağlamaktadır. Vicdanlar sızlamakta; analar, bacılar, babalar, çocuklar her yeni gün başlarına ne geleceğini bilemeden kaygı ve telaş içinde hayatlarını geçirmeye çalışmaktadır. Hal böyleyken, soyut ve hakkında kimsenin tam olarak malumat sahibi olmadığı kavramlarla, hükümet tarafından milletimizin gözü boyanmakta ve asıl sorunlarının üstü örtülmeye uğraşılmaktadır. AKP hükümetin zaafları ve aymazlıkları, yetersizlikleri ve becerisizlikleri toplumsal güveni, karşılıklı işbirliği ve yardımlaşma duygularını köreltmiş ve idam sehpasına koymuştur. Manzara vahimdir, her yönüyle endişe ve utanç vericidir. İşte böylesi bir karanlık Türkiye tablosu varken, Başbakan Erdoğan’ın yabancı ülkelerde demokrasi ve özgürlük savunucusu haline gelmesi tek kelimeyle münafıklık alametidir. Değerli Arkadaşlarım, AKP iktidarının uluslararası diyaloglarında ve irtibatlarında ülkemizi hakir gören, tenkit eden söz ya da davranışlarına biraz önce de değindiğim gibi, sıklıkla tanık olunmuştur. Buradaki amaç destek ve yandaş bulmaktır, siyasi hasımlarına karşı mevzi genişletmektir. Küresel toplantılarda muhataplarına yüz süren, sırnaşan, aman dileyen AKP zihniyetinin, sıra milli bir meselemize geldiğinden nasıl yüzünü buruşturduğunu ve oralı bile olmadığını biz iyi biliyoruz. Nitekim Kıbrıs konusunda böyle olmuştur, Ermenistan’la normalleşme arayışları bu şekilde gerçeklemiştir. Kerkük ve Musul konularında benzer eğilimler görülmüştür. Teröre karşı verilen sözde mücadele de bu çerçevede somutlaşmıştır. AKP hükümeti ülkemizin milli konularını kendisine yük gibi görmüş ve ancak sömürge yönetimlerinde rastlayabileceğimiz bir çürümüşlüğe ve teslimiyetçi anlayışa prim vermiş ve siyasetinin öznesi yapmıştır. Üstelik uluslararası toplantı ve konferans salonlarında, karanlık odalarda, ikili ilişkilerde sırtı sıvazlanarak eline tutuşturulan sözde çözüm reçeteleriyle; ‘sorun çözüyorum, ezberleri bozuyorum, ön alıyorum’ diyerek işi milli birliğimizi yıkmaya, Cumhuriyetimizi tahrip etmeye kadar götürmüştür. Ülkemiz, AKP’yle birlikte, küresel politika tasarımcılarının, rejimleri yıkmak için oyunlar tertip edenlerin, haritaları değiştirmek için masa başında zehir kusanların adeta operasyon merkezi haline gelmiş; hiç düşünmeyeceğimiz, aklımıza dahi gelmeyecek alçaklıklar ve zilletler iktidarın öncülüğünde açığa ve ortaya çıkmıştır. Emin olun ki, AKP’nin milli ve ahlaki bir zihniyeti olmadığından dolayı, dışarıdaki dostlarıyla kol kola girerek ülkemizde çevirmeyeceği dolap, kurmayacağı düzen, atmayacağı iftira ve çalmayacağı kara yoktur. Bu kötü ve iğrenç manevraların bazılarına en başta Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz maruz kaldık ve hedef haline geldik. MHP’siz bir Meclis’in yalnızca iktidarın gündeminde ve kafasında olmadığını elbette iyi biliyoruz. AKP’nin bu şirretliğin feyzini, hangi mahfillerden aldığını basireti ve feraseti olan herkes bilmekte ve görmektedir. AKP hükümeti, karşısında kimi tehdit ve engel görüyorsa, hemen dışarıdan çantasına özenle yerleştirilen ve üzeri demokratikleşmeyle ciro edilmiş açık çeki devreye sokmuş ve ülkemizi yabancı odakların iştahlı arzularına peşkeş çekmiştir. İç siyasetimize Brüksel’i, Vashington’u, Erbil’i, Erivan’ı dâhil etmiş, bunlarla diz dize, yanak yanağa ülkemizin meselelerini konuşmuş, sırlarımızı hayâsızca servis etmiş ve özellikle muhalefeti gammazlamaktan bir an olsun çekinmemiştir. Başbakan Erdoğan, gittiği ülkelerde, başta biz olmak üzere, muhalefet partilerinin, iktidarına karşı sözde çıkardığı zorlukları ifşa ederek ve sözüm ona demokratikleşme yolundaki hazımsızlık gösterenleri kendi mayasına ve cibilliyetine uygun olarak ihbar etmeye tevessül ederek seviyesizlikte nerelere kadar düşebileceğini acı bir şekilde gözler önüne sermiştir. Bu itibarla, yabancı bir internet sitesinin en son ki yayınları kapsamında Başbakan Erdoğan ve yakın çalışma arkadaşlarıyla ilgili takındığımız tavrın ve duruşun bu zihniyet tarafından anlaşılmadığı ortaya çıkmıştır. Nitekim gelişmeler ve iktidar partisinin görüşleri de bu yönde cereyan etmektedir. Başbakan Erdoğan hala, malum internet sitesinin yayınlarına itibar etmeyeceğimizi, AKP’yi ve kendisini buradan edineceğimiz bilgiler ışığında değerlendirmeyeceğimizi kafasına sokamamıştır. Geçen hafta da söylediğimiz gibi, biz Adalet ve Kalkınma Partisi’ni tanıyoruz, biliyoruz. Bu nedenle hiç kimseden ve hiçbir yayın organından öğrenebileceğimiz, duyabileceğimiz yeni bir şey yoktur ve bu zamana kadar da olmamıştır. Biz Recep Tayyip Erdoğan’ın ve yakın çalışma arkadaşlarının zor durumlarından faydalanacak kadar ve düştükleri zaman üzerlerine basarak geçecek kadar siyasi terbiyeden yoksun değiliz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, çok eleştirsek de, milletimizin oylarıyla siyasi sorumluluk alan AKP hükümetini, fırsatı ganimete çevirerek hedefimize almamız doğru olmayacaktır, milliyetçilik anlayışımızla da asla bağdaşmayacaktır. Aynı tutum ve siyasi nezaketi, kararlı milli duruşu Başbakan’dan ve partisinden görmek bizim hakkımızdır ve bu konuda da rüştünü ispatlama sırası kendilerindedir. Ancak bugünkü iktidar kadrolarından, gelecek yılki seçimlerden sonra ihanete varan siyasi uygulamalarının, yolsuzluklarının, usulsüzlüklerinin hesabını milletimiz adına iki yakasına yapışarak sormak ve arkasından da Yüce Divan’a göndermek bizim boynumuzun borcu ve siyasi namusumuzun bir icabıdır. Bundan asla şüphe duyulmamalıdır. Muhterem Milletvekilleri, Başbakan Erdoğan’ın kuşkulu, çelişkili ve şaibeli siyaseti, ülkemizi yeni açmaz ve sorunlarla yüz yüze bırakmış, özellikle uluslararası ilişkilerde itibarını sakatlayıcı bir işlev görmüştür. Sıfır sorun söylemleriyle, Türkiye’nin bölgesinde güçlü ve sözü dinlenir bir ülke olacağı iddiaları sadece lafta kalmış ve iç politikaya da alet olmaktan öte bir anlam taşımamıştır. Nitekim bu yılın başında, bölgemizin tüm ülkeleriyle saygın ve seviyeli ilişkiler sürdürmekten bahsederek aklına estiği gibi konuşmayı tercih eden Başbakan Erdoğan, füze kalkanıyla, ülkemizi gerilimli küresel sistemin ortasına özenle yerleştirmekte bir beis görmemiştir. Özellikle İran’dan gelebilecek tehditlere karşı kalkan olan AKP hükümeti, İsrail’in de aralarında bulunduğu ülkeleri korumak için kendisine yapılan ricayı emir telakki etmiş ve gereğini de yerine getirmiştir. Ancak değişik dönem ve zamanlarda Başbakan Erdoğan’ın İsrail’le olan kavgası ve bu ülkeye dönük sert sözleri hepimizin hatırındadır. Şüphesiz İsrail yönetiminin Müslüman kardeşlerimize yönelik devlet terörü dünya durdukça kabul etmeyeceğimiz bir insanlık suçudur. Filistinli kardeşlerimizin yıllardan beri maruz kaldıkları mezalimler yüreğimizi kanatmış ve bizleri de derinden üzmüştür. Bizim bu konudaki samimiyetimizin ve içtenliğimizin ispata ihtiyacı yoktur ve yaşanan her acı kalplerimizi dağlamıştır. Ancak Başbakan Erdoğan’ın, Ortadoğu sokaklarında meşhur olmak ve bu meseleyi ülkemizde istismar etmek için İsrail düşmanlığını ileri bir aşamaya götürdüğü malumlarınızdır. Bu zihniyet öylesine kendisinden geçmiştir ki, geçtiğimiz günlerde Lübnan’da katil dediği İsrail’den hesap bile soracağını ağzından kaçırmıştır. Ortadoğu’da kendisine sultan denmesinden büyük keyif alan Başbakan, şuurunu kaybetmiş ve aklına ne geliyorsa Müslüman kardeşlerimizi aldatmak için sarfetmiştir. Elbette beklentimiz Başbakan’ın, nasıl ve hangi yöntemlerle yapacağını şimdilik bilemediğimiz hesap sorma girişimini gecikmeksizin başlatmasıdır. Ancak son gelişmeler, sahte diklenmelerle ve titrek bir kabadayılıkla İsrail’e kafa tutan Başbakan’ın hesap sormaktan kastının başka olduğunu göstermiştir. İsrail’in Hayfa kentinde çıkan ve bizimde üzüldüğümüz orman yangını sonucunda, hemen bu ülkeye iki uçak gönderilmesinin, yıpranan ilişkilerin tekrar düzeltilmesi amacına matuf olduğu anlaşılmaktadır. Neresi olursa olsun, elbette doğal bir afet sonucunda yaşanan dramlar ve facialar üzüntü vericidir ve imkânlar nispetinde yardımda bulunmak yerinde olacaktır. Ancak AKP iktidarının İsrail karşıtlığı bu kadar yoğun ve aşırıyken, birden bire ilişkileri normalleştirmek adına adım atılması bizim açımızdan tuhaf bulunmuştur. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’den gönderdiği uçaklar İsrail’e ulaşmış, bunlardan birisine binen İsrail Başbakan’ı, AKP’nin uzattığı eli tutmuş ve üstü kapalı barışma teklifini kabul ederek iyi niyet temennisinde bulunmuştur. Lübnan’da, İsrail’den hesap soracağını haykıran Başbakan Erdoğan, ülkemizden iki uçakla yangın söndürmeye koşmuş, bu iltifata mazhar girişimi sayesinde İsrail Başbakanı’nın takdirini kazanmıştır. İsrail hükümetine, çok değil, yakın bir zaman içinde; zorba, korsan, katil, terörist, kural tanımaz, pervasız, sorumsuz, alçak, yalancı, hileci, zulüm eden, saldırgan, hukuk tanımaz, katliamcı diyen kişinin ismi Recep Tayyip Erdoğan’dır. İsrail’i lanetleyen, elinde kan olduğunu söyleyen, öldürmeyi, cinayeti iyi bildiklerini ifade eden de yine ayını kişidir. İsrail’e bedel ödetmekten bahsedip, uçak göndererek ölüm döşeğindeki ilişkilere can simidi atan da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmuştur. Bunu da insani ve İslami açıdan gerekçelendirmeye çalışan Başbakan’ın bu sözleri öteki yüzünü gizlemeye yetmeyecektir. İsrail’deki orman yangınına insani yardım gönderilmesi son derece doğru ve yerindedir. Ancak eleştirdiğimiz nokta hükümetin ikircikli ve tutarsız yaklaşımlarıdır. Diğer taraftan Başbakan’ın kafa karışıklığı bunlarla da sınırlı değildir. El uzatanın elini havada bırakmayacaklarını, adım atana adım atacaklarını, ama önce samimiyete bakacaklarını söyleyen Başbakan Erdoğan, İsrail’in özür dilemesi ve tazminat ödemesi gerektiğine de vurgu yapmıştır. Görülmektedir ki, Başbakan Erdoğan daha önce şart olarak koştuğu; İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargoyu kaldırması gerekliliğini unutmuştur. İşte AKP budur, istismarcı bir zihniyetin zavallı çırpınışları bunlardan ibarettir. Gazze’de körüklenen ateşi dindirmeye gücü yetmeyen Başbakan Erdoğan, can havliyle işlerin sıkıştığını ve ters köşeye yatacağını anlayınca Hayfa’daki yangını söndürmek için seferber olmuştur. Bilinmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, devlet yönetimini maskaralık haline getiren, hafiflikleriyle değerini düşüren, milletimizin özgüvenini yaralayan, karışıklıktan ve belirsizlikten güç alarak, hamasetle ayakta durmaya çalışan bu iktidarın hakkından bir gün mutlaka geleceğimizden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
|