25.03.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

25 Mart 2008

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle ve saygılarımla selamlıyorum.

Geçtiğimiz Salı günkü Grup toplantımızda ağırlaşan siyasi kriz tehlikesine işaret etmiş ve bu konudaki endişelerimizi samimiyetle dile getirmiştim.

Aradaki dönemde yaşananlar maalesef bu endişelerimizin haklılığını ortaya koymuş, siyasi kriz unsurlarının tedricen şekillendiği ve belirgin hale geldiği bir süreç başlamıştır.

  • Demokratik rejimin geleceği üzerinde siyasi hesapların yapıldığı, demokrasinin temellerini sarsacak oyunların planlandığı ve bu yöndeki kışkırtmaların tırmandığı bir siyasi çalkantı dönemine giren Türkiye, çok ağır sonuçları olacak bir girdabın içine çekilmektedir.

- “Yargı darbesi”, “siyasi darbe” ve “siyasi komplo” tartışmaları son dönemde çok tehlikeli bir mecraya girmiş, bu temelde oluşan cepheler vasıtasıyla bir çatışma ortamının zeminini hazırlama çabaları hız kazanmıştır.

- “Benden sonra tufan” anlayışını siyasi pusula olarak benimseyen, demokrasiyi siyasi ihtiraslarına kurban etmek isteyen ve seçim sandığı dışındaki yöntemlerle kendisine siyaset alanı açmayı hesaplayan çürümüş zihniyetlerin cirit attığı bugünkü ortam, siyasi bünyemizdeki kronik rahatsızlıkları daha da derinleştirmiştir.

- Sayın Başbakan ve AKP yöneticilerinin kapatma davası sonrası yüksek gerilim ortamından bereket umar şekilde hareket etmeleri ve sözleri ve fiilleriyle kışkırtıcılık yapmaları vahim bir gelişme olmuştur.

- Basının hukuki süreçleri etkilemek amacıyla bir baskı ve tehdit aracı olarak kullanılması da aynı şekilde çok ciddi bir endişe kaynağı haline gelmiştir.

- Anayasa Mahkemesinin önünde olan kapatma davası hakkında iktidara yakın basın organlarında başlatılan taciz ve yıldırma kampanyası, bu tehlikeli yönelimin en çarpıcı örneğini oluşturmuştur.

- Anayasal yargı sürecini gölgelemek için henüz soruşturma aşamasında olan başka konulardaki süreçlerin öne çıkarılması, kapatma davası ile bu süreçler arasında sebep-sonuç ilişkisi kurulması amacıyla AKP hükümetinin öncülüğünde bir saptırma ve yanıltma seferberliği başlatılması da, hukuk devletini yaralayan bir gelişme olarak karşımıza çıkmıştır.

- Bu süreç içinde, yürütülmekte olan hazırlık soruşturması kapsamında rencide edici ve gereksiz bazı yöntemlere başvurulması, bunlar savcıların takdir yetkisine giren konulardan sayılsa da, kamu vicdanını ziyadesiyle rahatsız etmiş ve siyasi hesaplaşma kuşkularına zemin hazırlamıştır.

Değerli Milletvekilleri,

Demokrasi ve hukuk anlayışıyla bağdaşmayan bütün bu gelişmeler sonucu ortaya çıkan tablo, tek kelimeyle marazi durumdur.

Bugünkü Grup toplantımızda bu konulardaki görüş ve endişelerimizi sizlerle paylaşmak ve bu durumun sorumlularına vakit çok geç olmadan akıllarını başlarına toplamaları bir kez daha samimi uyarıda bulunmak istiyorum.

  • Sayın Başbakan’ın son günlerde tonu giderek ağırlaşan beyanları ve zorlama gövde gösterileri, esasen tahriklere açık gerginlik ortamını daha da ağırlaştıracak ciddi bir risk potansiyeli taşımaktadır.

- Bu ruh hali AKP yöneticilerine de yansımış, “ölümü hatırlatan imalarla”, “kanı bozuklar söylemleriyle” ve “küreselleşme taraftarlarıyla milliyetçiler arasında bir savaş başladığını” ilan eden Bakanların açıklamalarıyla, tahrik fırtınalarının estirildiği bir çekişme ve çatışma ortamı yaratılmıştır.

- Siyasi sorumluluk taşıyanlar, sözlerinin ne anlama geldiğini ve nereye gideceğini çok iyi hesaplamak durumundadır.

- Duygusal tepki içinde olan halk kitlelerini sokağa dökecek kışkırtmaların, ateşle oynamak olacağı, bu ateşin ilk önce bu yola sapanları yakacağı unutulmamalıdır.

- Sorumluluk mevkiinde bulunan siyasetçilerin şahsi ihtirasları uğruna böyle bir yangının kıvılcımını ateşlemeleri, tarihin ve milletin affetmeyeceği bir vakıa olacaktır.

- Bu bakımdan Sayın Başbakan ve AKP yöneticilerinin üslup ve tarzlarını gözden geçirerek hukuk, meşruiyet ve sağduyu yolundan ayrılmamaları hayati önem taşımaktadır.

- Herkesi töhmet altında bırakarak, her şeyi kırıp-dökerek hak aranamayacağı artık idrak edilmeli ve demokratik rejime zarar verecek tehlikeli adımlardan herkes uzak durmalıdır.

  • Sayın Başbakan son konuşmalarında demokrasilerde meşruiyetin kaynağının millet olduğuna, siyasetin rotasını ancak milletin belirleyeceğine sürekli vurgu yapmaktadır.

Bu tespitlerin tek başına demokrasinin ruhunu ve gerçek anlamını ortaya koymaya yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.

- Meşruiyetin kaynağının millet olduğu doğrudur. Ancak, milletin verdiği yetkilerle iktidar olanların Anayasal düzene uygun hareket etmeleri ve meşruiyet yolundan ayrılmamaları da bir zorunluluktur.

- Siyasi partilerin milletten aldığı destekle istedikleri her şeyi yapabileceklerini söylemek, demokrasiye inançsızlığın bir ifadesidir.

- Siyasetin rotasının hukuk ve Anayasal düzenden sapma göstermesi halinde, milli irade ile işbaşına gelen iktidarlar meşruiyetini kaybedecekler ve milletin verdiği emaneti korumamış olacaklardır.

- 22 Temmuz seçimlerinde Türk milletinin AKP’ye verdiği destek, Anayasa yolundan sapması için bir izin ve icazet sayılmamalıdır.

- Bunun aksini iddia etmek, milli iradeyi bir kılıf olarak kullanarak diktatörlük heveslerinin dışa vurulması olacaktır.

  • Sayın Başbakan bu gerçekleri hiç unutmamalı, milli irade konusundaki süslü ifadelerin kendisini demokrat yapmaya yetmeyeceğini biran önce anlamalı ve siyasi istikametini buna göre belirlemelidir.

- Hukukla milli iradeyi karşı karşıya getirmeye çalışan Sayın Başbakan, bunun demokrasi kundakçılığı olacağını görmelidir.

- “Durmak yok yola devam” sloganını olur olmaz yerlerde kullanan Sayın Erdoğan, gittiği yolun nereye açılacağını çok iyi düşünmelidir.

- İhtiras ve öfkesinin esiri olarak şahsi ikbal uğruna demokrasiyi çıkmaz bir sokağa sürükleyenler, tarihte demokrasi kahramanı olarak değil, milli iradeyi ifsat eden ucuz siyaset tüccarı olarak anılacaklardır.

Bu da kendilerine şeref ve itibar kazandırmayacaktır.

Sayın Başbakan bunu da hatırından hiç çıkarmamalıdır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

  • Sayın Başbakan ve AKP’li Bakanlar, kapatma davasına karşı yoğun bir gündem saptırma ve kafa bulandırma kampanyası başlatmışlardır.

Bu amaçla çetelerin gölgesine sığınmaları kendileri açısından hazin ve ibret verici bir gelişme olmuştur.

  • Bize kurulan tezgâhları, biliyoruz diyerek ima yoluyla devlet kurumlarını töhmet altında bırakan Sayın Başbakan, bildiği neyse bunları Türk milletine açıklamak durumundadır.

- Bu, Sayın Başbakan’ın siyasi sorumluluğunun ve bulunduğu makamın ciddiyetinin asgari gereğidir.

- AKP’nin kontrolündeki basın vasıtasıyla soruşturmaları halen süren bazı çete operasyonları ile AKP’nin kapatılması davası arasında bağ kurulması, bir hükümet üyesinin bunu televizyon ekranlarında açıkça dile getirmesi tek kelimeyle çok yakışıksız ve çirkin olmuştur.

  • AKP beş buçuk yılı aşkın süredir tek başına iktidardadır. Devletin güvenlik güçleri ve ilgili kurumlarının siyasi amiridir.

- Sayın Başbakan, bütün bunları unutmuşçasına, herkesten ve her şeyden sürekli şikâyet etmekte ve zafiyetini ve ataletini gizlemek için hükümet etme makamını, yakınma mekânına çevirmektedir.

- Sayın Başbakan, çeteleri çökertmek ve bunların üzerine sonuna kadar giderek arkasında kim varsa ortaya çıkartmak sizin görevinizdir.

- İma yoluyla konuşmak, isim ve adres vermeden herkesi şaibe altına sokmak bir Başbakan’a yakışmamaktadır.

- Bu bakımdan Sayın Başbakan boş ve anlamsız konuşmayı bırakmalı ve çetelerle mücadelenin gereğini yapmalıdır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Bugün geldiğimiz noktada önümüzdeki en önemli görev, krizin derinleşmesini önlemek, yıkıcı tahribatını sınırlamak ve bu ortamdan süratle çıkmak için bir demokrasi dayanışması oluşturmaktır.

İstikrar üreten bir siyaset kurumunu ve sorunlara ortak akılla çözüm getiren demokrasiyi işler hale getirmek ortak hedefimiz olmalıdır.

Bu gerilimin sürmesi ve bu süreçte siyasi zorlamalar yapılması halinde, siyasi çalkantının Anayasa krizine dönüşmesi ve bunun da ağır bir rejim bunalımını karşımıza çıkarması ciddi bir ihtimaldir.

  • Böyle bir durumda;

- Türkiye topyekün kaosa sürüklenecek ve

- Bunun bedelini de Türk demokrasisi ve hukuk devleti ödeyecektir.

  • Bu bunalımdan çıkış süreçlerinde Sayın Başbakan Erdoğan’a ve AKP’ye büyük görev ve sorumluluk düşmektedir.
  • Ana muhalefet Partisi’nin de siyasi hesap ve mülahazaları aşarak yapıcı bir tutumla krizden çıkış arayışlarına katkı sağlaması önem taşımaktadır.
  • Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’nin çıkarlarını her düşüncenin üstünde tutan sorumlu siyaset anlayışının gereğini bu konuda da yerine getirmeye hazırdır.

- Bu anlayışla hareket eden Milliyetçi Hareket Partisi, bu amaçla geliştirdiği bir düşünceyi esasen tartışmaya açmıştır.

- Siyasi Partilerin kapatılarak cezalandırılması yerine, Anayasa’nın temel ilkelerine aykırı hareket eden parti yöneticisi ve üyelerinin sorumlu tutularak cezalandırılmasını öngören yaklaşımımızın temelinde yatan düşünce ve hassasiyet bu bakımdan çok iyi değerlendirilmelidir.

  • Siyasi partilerin kapatılması halinde bu partilere oy veren seçmenler ve bu konuda sorumluluğu olmayan parti yöneticileri ve teşkilatları da cezalandırılmış olmaktadır.

- Bu bakımdan partinin hükmi şahsiyeti, sorumlu davranan üyeleri, yöneticileri ve teşkilatları ile kapatmayı gerektirecek fiillerin sahiplerinin ayrı tutulması, aynı kefeye konularak kurunun yanında yaşın da yanmasının önlenmesi önem taşımaktadır.

- Bu çerçevede, sadece bireysel sorumluların siyasi yaptırımla cezalandırılması, bunların eylemlerinin yürürlükteki kanunlara göre ayrıca takibat gerektirmesi halinde yargı sürecinin önünün açılması en makul, adil ve hakkaniyete uygun yöntem olacağı düşünülmektedir.

- İşledikleri fiiller nedeniyle şahsi sorumlulukları Anayasa Mahkemesince tespit edilen parti üyesi ve yöneticilerinin siyasi yaptırımla cezalandırılması halinde, milletvekili olanlar bakımından Anayasa’nın milletvekilliğinin düşmesine ilişkin 84. maddesinin 5. fıkrası hükümleri uygulanacaktır.

- Bu şahısların fiilleri ceza kanunları bakımından, ayrıca soruşturma ve kovuşturmayı gerektiriyorsa, dokunulmazlıkları bu şekilde kendiliğinden sona ereceğinden, yargı süreçlerinin işletilmesi de imkan dahiline girecektir.

  • Bu yaklaşım, parti içi kontrol ve denetim mekanizmalarının etkin biçimde işlev görmesini sağlayacak ve bu yolla partilerin iç koruma ve savunma bilinci ve refleksine kavuşmaları mümkün olacaktır.

Siyasi partiler bu suretle kendilerine çeki düzen verme zorunluluğunu hissedecekler ve buna uygun tedbirler alacaklardır.

  • Şiddeti ve terörü siyasal bir araç olarak gören ve anayasal düzeni yıkmak amacıyla şiddeti ve şiddet kullanmaya dayalı faaliyetleri savunan siyasi partilerin bu çerçevenin dışında tutulması, işlenen bu fiillerin ve sonuçlarının ağırlığı ışığında, adalete ve hakkaniyete aykırı bir durum sayılamayacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki yaklaşımının temelinde siyasi partiler demokrasisine sahip çıkma anlayışı yatmaktadır.

Bu konu geçtiğimiz günlerde kamuoyumuzda yoğun biçimde tartışılmış ve çok çeşitli görüşler dile getirilmiştir.

Siyasi partilerin düşüncelerinin hangi eksende ve temelde geliştiği de basına yansıyan haberlerden bir ölçüde açıklık kazanmıştır.

Gelişmeleri basından izleyen Milliyetçi Hareket Partisi’nin bugüne kadar bu konularda hiçbir siyasi parti ile herhangi bir teması ve görüşmesi olmamıştır.

Bu bakımdan siyasi partilerin yaklaşımları hakkında somut verilere dayalı bir değerlendirme yapmak imkânımız henüz bulunmamaktadır.

Bununla birlikte basına yansıyan bazı görüşler ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin kavramsal yaklaşımı arasında temel bazı farklılıklar olduğunu söylemek mümkündür.

  • Bu ayrılıkların şu noktalar üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir.

- Parti kapatılmaması ilkesinin kapsamına terörü ve şiddeti meşru bir araç olarak gören siyasi partilerin de dahil edilmesi, bizim yaklaşımımızla ters düşen ilk husustur.

- Parti kapatılması davasının Yargıtay Başsavcısı tarafından resen açılmasını önlemek için bunun siyasi izne bağlanması, parti yöneticilerinin işlediği suçların parti kapatma gerekçesi olmaktan çıkarılması, bireysel sorumluluk kapsamında bir eylemin suç sayılması için peşinen kesinleşmiş mahkeme kararı aranmasını öngören ve yöneticilerin siyasi yaptırımla cezalandırılmalarını dışlayan yaklaşımlar, farklı düşündüğümüz diğer hususlardır.

- Bu kapsamda öne çıkan diğer temel bir konu da, milletvekili dokunulmazlığını ilgilendirmektedir.

- Bireysel sorumluluğunun bir gereği olarak milletvekili dokunulmazlığının yeni bir düzenlemeye kavuşturulmaması, bireysel sorumluluğa dayalı yaptırım sistemini baştan işlersiz hale getirecek ve kağıt üzerinde kalması sonucunu doğuracaktır.

- Milletvekili dokunulmazlığı, bu bakımdan yeni arayışlarda kilit konumdadır.

- Bu konuda eski anlayışlarda ısrar edilmesinin, geniş tabanlı mutabakat arayışlarının önündeki en büyük engel olacağı görülmektedir.

  • Siyasi kriz ortamının demokrasi ve hukuk devleti üzerindeki tahribatını bertaraf etmek için bulunacak çözüm ve çıkış yolunun adresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir.

- Bu konuda Meclis’te temsil edilen siyasi partiler arasında mümkün olabilecek en geniş tabanlı bir mutabakat sağlanmasının temel bir amaç olarak görülmesi her bakımından yerinde ve gerekli olacaktır.

- Sorunun çözümü için Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinde yapılacak değişikliklerin hukuk ve adalet duygularını yaralamaması, kamuoyu vicdanını rahatsız etmemesi ve referandumu gerektirmeyecek bir çoğunluğun desteğini alması hayati öneme haizdir.

  • Adalet ve Kalkınma Partisi’nin referandumla yürürlüğe girecek Anayasa değişikliğini tek başına gerçekleştirecek sayısal çoğunluğu bulunmaktadır.

Bu anlamda siyasi parti kapatılması hakkında istediği değişikliği yapmak imkânına sahiptir.

- Parti kapatılmasını bütünüyle yasaklayan,

- Terör ve bölücülüğün siyasi planda önünü alabildiğine açan,

- Bireysel sorumluluğu ve yaptırımları kağıt üzerinde kalacak göstermelik bir düzenlemeye bağlayan ve,

- Cumhuriyetin temel ilkelerini ve devletin siyasi yapısını yıkmayı amaçlayan siyasi faaliyetleri meşru hale getiren bir düzenleme yapmasının önünde Meclis çoğunluğu bakımından sayısal bir engel bulunmamaktadır.

  • Ancak, bu yolu tercih ederse, bu zorlamaların yaratacağı çok ağır sorunların vebali ve sorumluluğu da kendisine ait olacaktır.

- Bu durumda, siyasi kriz aşmak amacı, değerini ve anlamını kaybedecek, böyle bir yola girilmesi krizi daha da derinleştirerek, iç çatışma ve rejim bunalımına davetiye çıkarabilecektir.

- Siyasi bir kumar vasıtası haline getirilecek olan referandum, ülkenin ve demokrasinin geleceği üzerine kumar oynanması anlamına gelecek ve kestirilemeyecek sonuçlar doğurabilecektir.

- Hukuka ve Anayasa’ya gölge düşürecek siyasi zorlamaların toplumu bölecek bir referandumla hayata geçirilmesine çalışılması, gerginlikleri had safhaya çıkaracak ve çok daha geniş bir cepheleşme ve kamplaşmanın tüm toplumu içine alacak şekilde kemikleşmesine yol açacaktır.

- Böyle bir ortamda; iç huzur, siyasi ve ekonomik istikrardan bahsetmek artık mümkün olmayacaktır. Ülke gerçek anlamda bir kaosa ve karanlığa mahkûm edilecektir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu gerçekleri görmesini samimi olarak ümit ettiğimizi ve demokrasinin geleceği açısından bu basireti sergilemesini beklediğimizi buradan açıkça ifade etmek isterim.

Değerli Milletvekilleri,

İç politika sorunlarına kilitlenen Türkiye, dış ilişkileri alanında sürekli zemin kaybettiği bir fetret döneminden geçmektedir.

Siyasi ve ekonomik sorunların gölgesinde kalan dış politikada alarm zillerini çaldıran çok tehlikeli gelişmeler yaşanmaktadır.

AKP hükümetinin iflas eden Irak politikası ve bugün karşımıza çıkan Irak denklemi bunun en çarpıcı örneği ve delilidir.

  • Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortaklarının Irak’ı işgalinin beşinci yıldönümü geçtiğimiz hafta geride bırakılmıştır.

Bugün karşımızdaki Irak manzarası; Irak halkı açısından tam bir yıkım ve enkaz tablosudur.

Irak bataklığına saplanan Amerika Birleşik Devletleri bakımından ortaya çıkan sonuç ise bir başarısızlık hikayesidir.

  • Irak’ın işgalinin üzerinden geçen beş yıl içinde dört bine yakın Amerikan askeri ölmüş, altıyüzbin civarında sivil Irak’lı hayatını kaybetmiştir.

- İkibuçuk milyona yakın Irak’lı ülke içinde yer değiştirmiş, buna yakın sayıdaki Irak’lı da Suriye ve Ürdün’e sığınmıştır.

- Irak’ın eğitimli ve yetişmiş nüfusunun yüzde kırk’a yakın bölümü ülke dışına göç etmiştir.

- Ülkenin alt yapısı çökmüş, fiziki tahribat korkunç boyutlara ulaşmıştır.

- İç savaş ortamına sürüklenen Irak’ta etnik mezhep temelinde ayrışma bütünüyle oluşmuş, siyasi yapı da bu temelde şekillenmiştir.

- Saddam rejiminden kurtulan Irak;

- İran’ın etkisinin arttığı,

- Şii unsurunun siyasi ağırlık kazandığı,

- Suni Arapların geri plana itildiği,

- ABD himayesindeki Kürt grupların otonomilerini güçlendirerek bağımsız devlet kurmanın son aşamasına geldiği ve

- Türkmenlerin sıradan bir kültürel azınlık konumuna itilerek siyasi hayattan dışlandığı yeni bir siyasi yapılanma sürecine girmiştir.

  • Türkiye açısından bakıldığında son beş yıl içinde yaşanan gelişmeler çok vahim sonuçlar doğurmuştur.

- Askeri müdahale sonrası üniter yapısı yıkılan Irak, Türkiye’nin ve bölgenin güvenliği ve istikrarının önünde en büyük tehdit ve tehlike kaynağı haline gelmiş,

- Türkiye Irak’tan bütünüyle dışlanmış,

- Irak üzerindeki siyasi etkisi kalmayan Türkiye; Irak’taki gelişmelerden olumsuz şekilde etkilenen bir ülke konumuna düşmüş,

- Türkmenler kendi kaderlerine terkedilmiş,

- Kerkük’ün Kürt gruplarca gaspedilmesinde son aşamaya girilmiş,

- Kuzey Irak, PKK terörünün saldırı cephesi haline gelmiştir.

Irak’ın işgalinin Türkiye açısından bilançosu maalesef bunlar olmuştur.

Değerli Milletvekilleri,

Bu hazin tablo ortadayken, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush, askeri işgalin beşinci yılını değerlendirmesinde “Irak’ta operasyon başlattıkları için dünyanın daha güzel bir yer haline geldiğini” savunmuştur.

Başkan Yardımcısı Dick Cheney de “Savaşın beş yılının başarılı olduğunu, sonucun tüm çabalara değdiğini” söyleyebilmiştir.

Irak’ın enkaza dönmesini ve ABD’nin kaybettiği büyük prestiji tüm çabalara değen bir başarı olarak gören ABD Başkan Yardımcısı, Irak’ı da kapsayan bölge turu çerçevesinde dün Türkiye’ye gelmiş ve bir dizi temasta bulunmuştur.

Cheney’in ziyareti basında geniş yer bulmuş ve ABD Başkan yardımcısının Türkiye’den bir dizi talep içeren bir listeyle geldiği yolunda yorumlar yapılmıştır.

  • Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkilerin son dönemde izlediği seyir ve ABD’nin uluslararası gündemi göz önünde bulundurulduğunda, Başkan Yardımcısının talepleri şu noktalarda toplandığı anlaşılmaktadır.

- 5 Kasım 2007 Beyaz Saray Zirvesi sonrası kuzey Irak’ta yuvalanan PKK’yla mücadelede Türkiye’nin önüne yeni bir denklem konulmuştur.

Bu çerçevede ABD’nin iznine tabi sınırlı askeri müdahale karşılığında Türkiye’nin ülke içinde siyasi çözüm süreçleri başlatılması ve Barzani yönetimiyle ilişkileri normalleştirmesi öngörülmüştür.

AKP hükümeti bugüne kadar bu şablona bağlı kalmış, siyasi açılımlar için gerekli alt yapıyı hazırlamak için çaba harcamıştır.

Buna paralel olarak, Barzani yönetimi ile özel temas kanalları kurulmuş, Talabani’nin son Ankara ziyaretiyle de siyasi muhatap alınması yolunda ilk adımlar atılmıştır.

Herkesin bildiği gibi, ABD’nin siyasi unsurlar içeren açılımlar yapılmasının kaçınılmaz olduğu yolundaki çağrıları ve Türkiye’ye bu amaçla yaptığı baskılar bu dönemde giderek yoğunluk kazanmıştır.

ABD Başkan Yardımcısı’nın dün Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında PKK ile mücadele-siyasi çözüm ve Barzani’nin meşrulaştırılması konularının böyle bir paket çerçevesinde ele alındığı anlaşılmaktadır.

Sayın Başbakan ve hükümet yetkilileri ne kadar inkar ederse etsinler, Türkiye’nin çok tehlikeli bir yola itildiği son beş ay içinde yaşanan somut gelişmelerle sabittir.

ABD Başkan Yardımcısının Ankara ziyareti de Türkiye’nin bu yönde maruz kaldığı baskı ve dayatma zincirinin bir halkası olarak görülebilecektir.

- Cheney’in Ankara ziyareti gündeminde, Türkiye’nin Afganistan’a muharip birlik göndermesine ilişkin talebinin olacağı, basında geniş bir şekilde yer bulmuştur.

Ancak Başbakan Erdoğan’ın, konuk Başkan Yardımcısı ile görüşmesinden sonra medyaya yaptığı açıklamadan Afganistan’a ilave asker talebine ilişkin bir teklifin yapılmadığı anlaşılmıştır.

Bu husustaki düşüncemiz, şayet bu talep bu aşamada yapılmamışsa, konunun 2-4 Nisan 2008 tarihinde Bükreş’te yapılacak NATO zirvesinde ele alınabileceği ve bu talebin burada dile getirileceği yönündedir.

İster bugün, ister yakın gelecekte olsun karşımıza gelebilecek bu talebe ilişkin görüşlerimizi şöyle ifade etmek mümkündür.

İlişkilerimizin kökleri tarihe dayanan dost ve kardeş Afganistan’ın yeniden inşası ve barışın korunması için uzun bir süredir Kabil’de görev yapan uluslararası istikrar gücüne askeri birliklerle katılan Türkiye’den şimdi istenmesi muhtemel tedbir, iç çatışmaların yaşandığı güney bölgelerinde görev yapacak muharip güç vermesidir.

ABD’nin Türkiye’nin kuzey Irak’taki PKK terörüyle mücadelesinin askeri boyutunun sınırlı tutulması için aleni baskı yaptığı çok iyi bilinmektedir.

Aynı ABD şimdi Türkiye’den, halkı Müslüman olan bir ülkedeki çatışmalara fiilen katılmasını, Taliban ve El Kaide ile silahlı çatışmaya girmesini talep edeceğine dair emareler vardır.

Bu çelişki ve fırsatçı yaklaşımın ifade ettiği anlam, Türk milleti tarafından elbette çok iyi değerlendirilecektir.

Genelkurmay Başkanı’nın kamuoyu önünde karşı çıktığı ek muharip güç gönderilmesi konusunun ilerde değerlendirilebileceğini söyleyen Dışişleri Bakanı, ABD’nin bu talebine kapıyı açık tutmuştur.

PKK ile mücadele için kuzey Irak’a asker gönderilmesinin ABD’nin rızasına bağlanmasını kabul eden AKP hükümetinin, El-Kaide ile mücadele için Afganistan’a muharip birlik gönderilmesi konusunda verebileceği böylesi bir karar her yönüyle ilginç olacaktır.

- İran’a uygulanacak yaptırımlar ve ABD’nin bu konuda oluşturmaya çalıştığı uluslararası cepheye Türkiye’nin muhtemel katkısının, ziyaretin en hassas ve can alıcı yönünü oluşturduğu görülmektedir.

İran’ın nükleer enerji programı, bölge barışı ve istikrarını tehdit eden ve uluslararası planda ciddi endişelere yol açan bir çıbanbaşı olmayı sürdürmektedir.

Türkiye, tarihi ve kültürel ilişkileri ve dostluğu olan İran’ın nükleer enerjiden barışçı amaçlarla yararlanmasına karşı değildir.

Ancak, bu programın nükleer silah geliştirilmesine yönlendirilmesi Türkiye’yi de ziyadesiyle rahatsız edecektir.

Türkiye’nin bu konudaki gelişmeleri yakından ve dikkatle izlemesi doğal ve gereklidir.

Ancak, burada diğer bir endişe konusu, ABD’nin Bush yönetimi görevden ayrılmadan önce İran’a karşı bir askeri harekat yapmayı düşündüğüne dair emarelerin bulunmasıdır.

Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına dayanan İran’a yaptırımlar rejimine uluslararası meşruiyetin bir gereği olarak tabiatıyla katılacaktır.

Bununla birlikte, İran’a karşı önleyici, caydırıcı veya cezalandırıcı bir ABD askeri operasyonuna destek vermesi, bu amaçla ülkesini ve hava sahasını kullandırması düşünülemeyecektir.

Temennimiz, Büyük Ortadoğu Projesi’nin taşeronluğuna soyunan AKP hükümetinin bunun yol açacağı çok ciddi sorunları idrak ederek bu konuda ABD’ye bir taahhütte bulunmamış olmasıdır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri,

Konuşmamın sonunda Nevruz vesilesiyle meydana gelen toplumsal olaylar ve bölücü tahrikler hakkında değerlendirme yapmak istiyorum.

Geçen haftaki Grup konuşmamda, yaklaşan Nevruz bayramı bahane edilerek ortaya çıkması muhtemel tehlikelerden bahsetmiş, hükümeti tedbir almaya aziz milletimiz ise uyanık bulunmaya davet etmiştim.

Ne üzücüdür ki, bu konudaki kaygılarımız doğru çıkmış, sokaklara dökülen bölücüler, partimizin tüm uyarılarına rağmen etkisiz kalan tedbirler nedeniyle, tahriklerini tırmandırmışlardır.

İstanbul, İzmir, Adana gibi büyük kentlerin yanı sıra Ağrı, Gaziantep, Hakkari, Kocaeli, Siirt, Sivas, Şanlıurfa, Van, Şırnak, başta olmak üzere çok sayıda ilde kin ve nefret ateşlerinin yakıldığı Nevruz kutlamaları, İmralı canisini sahiplenme gösterilerine dönüştürülmüştür.

PKK’nın direniş günü olarak adlandırdığı bu süreçte devlet otoritesine karşı kitlesel ayaklanma provaları yapılmıştır.

PKK’nın siyasallaşma projesindeki bütün talepler, kurulan kürsülerden başta bazı TBMM üyeleri olmak üzere, belediye başkanları ve sözde bu partinin yöneticileri tarafından meydanlarda açıkça haykırılmıştır.

Teröre açıkça destek veren, İmralı canisini barış elçisi olarak gösteren ve demokratik siyasi çözüm adı altında bölünme ve parçalanma modelleri dayatmayı amaçlayan tahrikler açıkça dile getirilmiştir.

Tahrikler bununla da kalmamış, bölücülükten mahkûm eski bir milletvekili, İmralı Canisi’nin iki sene sonra serbest kalacağını yandaşlarına müjdelemiş ve sabır telkin etmiştir.Bu gelişmeler karşısında hükümetin gösterdiği yönetim aczi ve siyasi zaaf, terör maşalarına cesaret vererek bugün karşımıza çıkan bu ağır soruna zemin hazırlamıştır.

Devlete meydan okuyan aleni tahrikler karşısında, korkarız ki önümüzdeki dönemde bu ihanetler daha da artacak, Türkiye içine sürüklendiği ağır sorunlara ilave olarak beka düzeyinde bir var oluş-yok oluş sürecinin bütün acılarını derinden yaşayacaktır.

Ülkemizin sokaklarının tarumar edildiği, caddelerinin ve meydanlarının savaş alanına çevrildiği, okul sıralarında olması gereken çocukların kalkan olarak kullanıldığı bu Nevruz fotoğrafının yegâne sorumlusu Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetinden başkası değildir.

Bizleri teselli eden, bölücü tahrikler karşısında büyük Türk milletinin sükûnetini muhafaza etmesi ve bu kutlu bayram gününü anlamına uygun bir ruhla ve şuurla kutlamış olmasıdır.

Aziz milletimizin gösterdiği bu metaneti, bir yanlış değerlendirme yaparak boyun eğme zannedenler, sabrın taştığı noktada başlarına gelecek akıbeti Türk tarihine bakarak görebilirler.

Konuşmama son verirken hepinizi bir kez daha saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı