Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 4 Haziran 2024
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
4 Haziran 2024

 

 

 

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki grup toplantımızın başında müstesna heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden bütün vatandaşlarımızı,

Gönül ve kültür coğrafyalarımızda haysiyetli bir hayatın mücadelesini vermek için çırpınan bütün kardeşlerimizi yürekten selamlıyor, hepsine şükranlarımı sunuyorum.

Yüksek Seçim Kurulu’na yapılan itirazlar ve bunun sonucunda alınan karar doğrultusunda, 2 Haziran 2024 Pazar günü 3 ilçe ile 4 belde de yerel seçimler tekraren yapılmıştır.

Bu kapsamda milli irade tecelli etmiş, resmi olmayan sonuçlar belli olmuştur.

Milliyetçi Hareket Partisi, Aksaray’ın Sağlık Beldesi’nde seçimi kazanmış, demokratik yarış halinde olduğu diğer bazı seçim bölgelerinde de az farkla geride kalmıştır.

Mesela Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde olan budur.

Öncelikle belirtmeliyim ki, oy versin ya da vermesin aziz milletimizin her güzel insanına teşekkür ediyorum.

Sağlık Beldesi Belediye Başkanımız başta olmak üzere, 2 Haziran’da seçilen her belediye başkanını tebrik ediyor, başarılar diliyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin aday ve teşkilatları, yenilenen seçimlerin hazırlık döneminde azami feragat ve gayretle çalışmıştır.

Gönül isterdi ki, daha iyi sonuç alalım, daha müessir olalım.

Ancak milletimizin takdir ve tercihi neyse bağlılığımız ve saygımız tartışmasızdır.

Elbette 31 Mart ve 2 Haziran seçimlerini dikkat ve titizlikle yorumlayıp eksik ve zaaflarımızı, avantaj ve dezavantajlarımızı özgüven içinde analiz edeceğiz.

Yeri geldiğinde özeleştiri yapmaktan çekinmeyeceğiz.

Hz. Mevlana’nın deyişiyle, her gün yeniden doğmak gerekmektedir.

Halk ozanımız Yunus’un da temas ettiği üzere, “Biz her dem tazeyiz, bizden kim usanası.”

Bu nedenle artık önümüzdeki iç ve dış sıcak gündemlere odaklanmalıyız.

Gözlerimizi sürekli dikiz aynasında tutarsak karşılaşacağımız ilk engele takılmamız kaçınılmazdır.

Arka arkaya eklemlenen seçimler dönemi şimdilik kapanmıştır.

Ülkemizi ve milletimizi meşgul eden mühim meselelere tüm yönleriyle kilitlenmekten başka seçeneğimiz de bize göre kalmamıştır.

Yumuşama kisvesi altında lafla peynir gemisi yüzdürenlerin ne yapacağı ayrıca ele alınmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi başkalarının gündeminde konu mankeni değil, kendi gündemini inşa ve ihya etmede mahir ve muvaffakiyet sahibidir.

Milliyetçi fikriyatın bıçkın zekâsıyla demokratik faziletin birikimli zenginliği bizim anlayışımızda terekküp ve temerküz etmiştir.

Nitekim milliyetçilik ile demokrasinin ikiz kardeş olması şöyle dursun, bir yüzün iki yanağı, bir köprünün iki yanı, bir kürenin iki yarısı olduğu alenen ortadadır.

Fakat sözde demokrat, özde demagog olanların bu gerçeğin hakkını bırakınız teslim etmelerini bilakis algılamaları ve anlamaları için kırk fırın ekmek yemeleri bile faydasızdır.

CHP Genel Başkanı’nın, yenilenen Pınarbaşı Belediye Başkanlığı seçiminin hitamında Milliyetçi Hareket Partisi’ne ve Kayseri Milletvekilimize karşı sergilediği nezaketsiz ve sevimsiz tutum yakışıksız olduğu kadar mesnetsiz ve temelsizdir.

Milliyetçi Hareket Partisi, 31 Mart 2024 tarihinde yapılan Pınarbaşı Belediye Başkanlığı seçimlerinde usulsüzlüklerin ve hukuksuzlukların olduğunu iddia etmiş, bu iddianın ispatıyla da seçimin tekrarı kararlaştırılmıştır.

Kayseri Milletvekilimizin terör estirdiğini, küfürler eşliğinde önüne geleni tehdit ettiğini söyleyen CHP Genel Başkanı müfteriliğine yeni bir halka eklemiştir.

Bu şahsın ağzından çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı?

Bir parti genel başkanı değerlendirmesini bu çerçevede mi yapmalıydı?

Milliyetçi Hareket Partisi’nin herhangi bir milletvekili veya teşkilat mensubunu terörle ilişkilendirmek sadece ağır bir bühtan değil, aynı zamanda yumuşama pozları veren bir zatın edepsiz beyanatı ve eşik tanımayan hezeyanıdır.

CHP Genel Başkanı, terör ve terörist görmek hususunda önüne geçemediği bir merak içindeyse bize değil, yanı başında vazo gibi tuttuğu, kol kola girdiği, emel ve hedef birlikteliği içinde olduğu DEM’li bölücülere bakması en doğru ve doğal tercih olacaktır.

Bize küstahça üslup hatırlatması yapan bu şahsın, önce kendi ağzını yıkaması, diline hakim olması, hırs bürümüş gözüne bizi kestirmekten derhal dönüş yapması ikazen tavsiyemdir.

Parti yöneticilerimizi ve milletvekillerimizi doğrudan hedef alan, yalan ve yanlışlarla dolu iddialarda bulunan CHP Genel Başkanı’nın yolu yol değildir, sözleri itibarlı ve isabetli değildir.

Kendisi her şeyi yapacak, aklına her eseni söyleyecek, her filmin içinde başrole talip olacak, sonra da normalleşmeden ve yumuşamadan bahis açacak, diyorum ki, bu terazi o sıkleti çekmez, yumuşakça duruş Milliyetçi Hareket Partisi’yle bağdaşmaz, asla da yakışmaz.

Bir yanağımıza tokat atana diğerini dönemeyiz.

Ya aynısıyla cevap veririz ya da uzanan o eli kırıp atarız.

Bazıları söz konusu dümen çevirmek olunca hemen kaptan kesiliyor.

Bilmiyorlar ki, dümenciliğin sonu aylaklık ve ayakçılıktır.

Biz kendimizi hiçbir zaman yüksekte görmedik, sadece siyasi müflislerin ve ikiyüzlülerin seviyesine inmedik, inmeyi de hiç aklımızdan geçirmedik.

Öylelerini tanıdık ki, biraz adam ol diyeceğimiz ilk anda yutkunduk ve vazgeçtik, çünkü onlardan imkansızı istemenin boşuna bir heves olduğunu defalarca gördük ve şahit olduk.

Dünya alemin derdi biz olmuşuz, anlaşılan alayına külahlarını ters giydirmiş, uykuyu da haram etmişsiz.

Allah’ın izniyle buna devam edeceğiz.

Halkın, hakkın ve hakikatin peşinde koşar adımlarla ilerleyeceğiz.

Mevzi kazanımlarla veya taktik üstünlüklerle avunmak yerine, Türk milletine şerefle, karşılıksız sevdayla, siyasi ve stratejik imkanlarımızla hizmet etmeyi, bu uğurda her fedakarlığı göze almayı kararlılıkla sürdüreceğiz.

Bizde geri adım olmaz.

Bizde meselelere geriden bakmak, hesabi yaklaşmak, çıkar ve rant devşirmenin gölgesine sığınmak diye bir şey de asla olamaz.

Bizim kalbimizin hisarlarında çarpan ve çınlayan vatan ve millet sevgisidir.

Siyasette yumuşama arayanlar önce bu sevgide uzlaşacak cesamet ve cesareti gösterebilmelidir.

Bunun dışında gürültü kirliliğine, açılan tiyatro perdelerine karnımız tok, aldırışımız yoktur.

Her insanımızı aziz bilen, her vatandaşımızı kardeş sayan bir fikir ve fıtrat kalibresiyle önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben demekten, aklımızda Türkiye’yi tıpkı bir bayrak gibi taşımaktan bir an olsun taviz vermeyeceğiz.

Onun bunun değirmen taşında öğütülecek, şunun bunun istismar sofrasında meze olacak ne bir arkadaşımız ne de siyasetimiz vardır.

Yumuşama ve normalleşme diyenler, şayet Türk ve Türkiye sevgisinde, Türk milletinin ortak aklı ve ortak paydasında kararlı ve kati buluşmaya tamam diyorlarsa,

Bunu da fiilleriyle ve fikirleriyle tescil ediyorlarsa,

Haydi buyursunlar, bize her yer Türkiye’dir, Türk milletinin has bahçesidir.

Mesnevi’de diyor ya Hz.Mevlana;

Sevgide acılıklar tatlılaşır,

Sevgiden bakırlar altın kesilir,

Sevgiden tortulu, bulanık sular arı, duru hale gelir,

Sevgiden dertler şifa bulur,

Sevgiden ölüler dirilir,

Sevgiden padişahlar kul kesilir.

Uzlaşmanın adresi büyük Türk milletidir.

Kucaklaşmanın temeli vatan ve millet sevgisidir.

Kaynaşmanın ve kardeşçe yaşamanın çatısı Türkiye Cumhuriyeti’dir.

DEM’lenmek bu çatıyı çökertme girişimidir.

Bölücülük bu çatıyı yakıp yıkmaya azmetmek demektir.

Milliyetçi Hareket Partisi ile Cumhur İttifakı’nın böylesi bir tükenişe ruhsat vermesi, izin vermesi, onay vermesi, müsaade etmesi, göz yumması akla, mantığa, izana, insafa, vicdana, yaşanmış Türk asırlarına ve kutlu ceddimize A’dan Z’ye hakaret ve hıyanetle eşdeğer olup, kesinlikle imkansızdır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

31 Mart 2024 tarihinde seçilmiş bir belediye başkanı düşününüz;

PKK/KCK terör yapılanmasının üst düzey yöneticisi olarak görev alsın,

Örgüt nam ve hesabına sözde sorgulamalar yapıp, sözde vergiler toplasın,

Terörist cenazeleri ve benzeri eylemleri organize ederek halka katılımlarını sağlamak amacıyla baskı yapsın,

Kepenk kapatmaya karşı çıkan esnafı PKK terör örgütü adına tehdit etsin,

Küçük yaştaki çocukları kandırarak terörist sevk ve devşirme zincirinin tam göbeğinde yer alsın,

Mehmetlerimize, polislerimize, korucularımıza ve sivil vatandaşlarımıza eylem amacıyla dağdan şehre inmiş hainleri evinde barındırsın,

Kısaca özetlediğim bu belediye başkanı modeline bire bir uyan Hakkari Belediye Başkanı, hamd olsun görevden uzaklaştırılarak göz altına alınmış, Hakkari Valimiz Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirilmiştir.

İçişleri Bakanlığımız hukuk sınırları dahilinde devreye girmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin hükmü şahsiyetini, egemenlik haklarını amasız, fakatsız muhafaza etmiştir.

Bu kapsamda İçişleri Bakanımızı ve mesai arkadaşlarını yürekten kutluyorum.

Bir teröristin 31 Mart seçimlerinde aday gösterilmesi evvelemirde demokrasiye kast etmek, hukuku işlevsiz hale sokmak niyetiyle arkasından dolanmak, devlet ile yöre halkını karşı karşıya getirmenin hazırlığını yapmaktır.

Silahlı terör örgütünü yönetmek, silahlı terör örgütüne üye olmak ve örgüt propagandası yapmak suçlarından Hakkari 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılaması süren ve hakkındaki kararın açıklanması an meselesi olan bir PKK’lının seçimlere katılması başlı başına skandaldır.

Halkın iradesine ket vuran, hukuka kara çalmak için teşebbüs içinde olan bayraksızlar bellidir.

Demokrasi ve özgürlük istismarıyla Türk ve Türkiye düşmanlığında söz kesen hainler bellidir.

“Kayyuma karşıyız” sözleriyle, bölücü terör örgütüne açık veya gizli hizmet eden, destek veren kimlik ve kişilik yoksunları bellidir.

Ama hepsinden daha belli ve daha bilinir olan da Türk devletinin ve Türk milletinin muktedir gücü, yılanın başını ezen demir yumruğudur.

PKK’lı sözde Hakkâri Belediye Başkanı’nın kirli yakasından nasıl tutulmuşsa, inanıyorum ki, diğer kanun ve ahlak kaçkını sözde belediye başkanlarının ve milletvekillerinin de yakalarından öyle tutulacaktır.

Türkiye, muz cumhuriyeti, kabile devleti, işgal ülkesi değildir.

Yanılıp yenilip aksini düşünenlere bu vatanın suyu da, havası da, ekmeği de boğazlarına dizilecek, burunlarından fitil fitil getirilecektir.

Güney sınırlarımız boyunca terör devleti hayalini kuranların, hevesleri sadece kursaklarında bırakılmakla kalmayacak, Türk milletinin kudretini topu birden en ağır şekilde göreceklerdir.

Türkiye’yi önce hırpalayıp, sonra yorup ve yıldırıp, ardından da bölgesel ve küresel dayatmalarla bölünmesini planlayanlar unutmasınlar ki, Türk milletinde kahraman bitmez, şehitler tepesi boş beklemez, gaziler kervanının arkası hiçbir zaman kesilmez.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye tüm Türkiye’de terörist belediye başkanı, terörist milletvekili istemiyoruz.

Sözde kayyum edebiyatı yapanlar önce bölücü terör örgütü PKK’ya nasıl baktıklarını, onun siyasi aparatı DEM’e nasıl yaklaştıklarını netliğe kavuşturmakla mükelleftir.

Bir PKK’lının adli ve idari manada tecziye edilmesine kim karşı çıkıyorsa, kimler halk iradesinin ve demokrasinin tanınmadığını ileri sürüyorsa, onları iyi tanıyınız, beşinci kol faaliyeti içinde nasıl zehir döktüklerini, ihanetin seyrüseferine nasıl çıktıklarını açıkça göreceksiniz.

Şimdi, gerçek emellerini maskeleyerek normalleşme ve yumuşama sözlerini tedavüle sokan DEM’lenmiş CHP’ye sormak isterim;

Bizim hangi konuda yumuşak huylu olmamızı bekliyorsunuz?

Bölünme ve ayrılmada mı?

Bin yıllık kardeşliğimizi bozmadı mı?

Nasıl bir uzlaşma ve normalleşme vasatını kafanızdan geçiriyorsunuz?

Devletimizin nasıl parçalanacağını mı, vatan topraklarımızın nasıl taksim edileceğini mi?

Yumuşayarak ve normalleşerek hangi karara varacaksınız?

Şehitlerimize nasıl ihanet edeceğinize mi?

Gazilerimizi bir kez daha nasıl yaralayacağınıza mı?

Kahramanların hatıralarını nasıl ayaklar altına alacağınızı mı?

Terörist Demirtaş ve DEM’e övgüler yağdıranlar, sorarım hepinize, maksadınız bunlardan hangisidir?

Bize ne anlatmak istiyorsunuz?

Bunların hangisini tartışıp, hangisinde yumuşayalım?

Bunların hangisini normal görüp hangisine seyirci kalalım?

Allah esirgesin, sözgelimi sizin telkinlerinize kapıldık veya aldandık diyelim,

Peki aziz ecdadımıza ne diyeceğiz? Ne anlatacağız? Nasıl bir bahaneye sığınacağız?

Eğer bildiğiniz bir şey varsa itiraf ve ifade ediniz.

Gafletteydik, uyuyorduk, haberimiz olmamış mı diyeceksiniz?

Görmedik, bilmedik, düşünmedik mi diyeceksiniz?

Zalimler böyle buyurdu, ne yapalım, korktuk ve saklandık mı diyeceksiniz?

Çaresiz kaldık, boynumuzu eğdik, tehditlere karşı süngü düşürdük mü diyeceksiniz?

DEM’lenmiş CHP’den tutun da diğer muhalefet partileri söylesin de bilelim, bu kokuşmuşluğu nasıl telafi edecekler, neyi ve neleri ileri sürecekler?

Böylesi bir karanlıkta ısrar ve inat devam ederse, böylesi bir felaketin figüranı olurlarsa, bunu tarihe nasıl anlatacaklar? Millete nasıl açıklayacaklar?

Bunun vebalini nasıl üstlenecekler?

Bunun hesabını iki cihanda nasıl verecekler?

Türk milletine ihanet gibi bir hataya sürüklenmiş olanların, bin yıllık tarih boyunca aldığı derslerin ve karşılaştıkları akıbetlerin hatıraları henüz canlılığını korumaktadır.

Türkiye’yi hain bir suikastın hedefi haline getirmek isteyen terör ve bölücülük cephesi çok iyi bilmelidir ki;

Büyük Türk milleti, birliğini ve bütünlüğünü sonuna kadar müdafaa edecektir.

Bizim anlayışımıza göre, milletin varlığı ve devamı, asla vazgeçemeyeceğimiz, devletimizin ve demokrasimizin varlığı ve devamından daha önceliklidir, değerler sıralamasında diğerlerinden daha öndedir.

Allah göstermesin, devletimiz çöküntüye uğrasa da, demokrasimiz kesinti yaşasa da, eğer milletimiz ayaktaysa, yıkılmamışsa, dağılmamışsa, ayrışmamışsa kaybettiğimiz bu değerlerin tamamını yeniden inşa etme imkânımız her zaman vardır.

Geçmişte 16 olduğunu söylediğimiz yıkılışların, 17. kuruluşla sonuçlanmasının esas nedeni ve gerçek dayanağı da budur.

Biz demokrasiyi milletimizin huzuru, istikrarı, güvenliği, refahı için istiyor ve diliyoruz.

Kaldı ki içi ve içeriği bilinmeyen bir demokrasi arayışı Türk milletini heder etmekten ve hüsrana uğratmaktan başka bir şeye hizmet etmeyecektir.

İçi boş bir demokrasi arzusunu, devletin ve özellikle milletin önüne çıkaran gafillerin, iyi niyetli bile olsalar, nasıl yıkıma götürebileceğini anlamak ve ders almak için son iki asırlık tarihimize bakmak yeterlidir.

Milletsiz ve devletsiz demokrasi beklentisi gibi mefluç hamlelerin Osmanlı İmparatorluğu’nu adım adım nasıl parçaladığını görmek lazımdır.

Başka yerde olumlu sonuçlar veren tedbirlerin, bizde nasıl yıkıma çanak tuttuğunu bilmek ve ibret almak tarihi sorumluluktur.

Elbette ki, Mustafa Reşit Paşa’nın, Mehmet Ali Paşa’nın, Fuat Paşa’nın ve Mithat Paşa’nın siyasal hayatımıza katkılarının olduğunu inkâr edemeyiz.

Ne var ki, aynı şahısların Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıma kadar götüren sürecin mimarları arasında olduklarını gözden ve görüş menzilinden de kaçıramayız.

Tanzimat’la başlayan uzun metrajlı serüven kuşkusuz ki, milletimizi tebaadan vatandaşa, monarşiden cumhuriyete, mutlakıyetten demokrasiye doğru ilerleten sürecin nirengi noktasıdır.

Ancak aynı süreç farklı kimliklerin imparatorluktan hızla kopmasının da başlangıcı olmuştur.

Temennimiz muhalefetin düştüğü yanlıştan gecikmeksizin dönerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk milleti kimliği ve demokrasinin güvencesiyle sonsuza kadar bir ve beraber yaşamasına samimiyetle katkı vermesidir.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, Türkiye’nin milli birliğinin ve bin yıllık kardeşliğinin temel harcı ve ebedi güvencesidir.

Türkiye’nin kanlı bir kardeş kavgasına sürüklenmesini önlemek bu vatanı ve milleti gönülden seven herkes için birinci öncelikli ve en önemli görevdir.

Türk milliyetçilerini etnik temelde bir çatışma ortamına çekmek için yapılan çok yönlü tacizler bizce malumdur.

Ancak, DEM’cilerin ve yandaşlarının siyasi kışkırtmalarına ve tahriklerine rağmen bu oyun mutlaka boşa çıkarılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü gençlik Türkiye için bir felaket olacak böyle bir kavganın tarafı olmayacak, bunu önlemek için demokratik ve meşru zeminlerde sonuna kadar mücadele edecektir.

Bizim terör ve etnik bölücülük konusundaki milli duruşumuz ve bu hususta kimseyle tartışmayacağımız değişmez kırmızı çizgilerimiz herkes tarafından çok iyi bilinmektedir.

Milli meselelerde nerede durduğumuz bellidir ve şerefli geçmişimizin şahadeti altında milli vicdanda tescil edilmiştir.

DEM’lenmişlerin, bu konularda nerede durduklarına göz atması ve bizi hedef alan ithamlarda bulunmadan önce çok iyi düşünmeleri tutarlılık gereğidir.

Türkiye’nin bir tehdit sarmalında olduğu aşikardır.

Ekonomik abluka, diplomatik kuşatma, siyasi yıldırma ve teçhiz edilen kara kampanyalarla sonuca gitmek isteyen iç ve dış husumet kampının yakın hedefi Milliyetçi Hareket Partisi, Ülkü Ocakları ve Cumhur İttifakı’dır.

Menfur saldırıların asıl maksadı ve esas içyüzü gözümüzden kaçmamaktadır.

Bir ayağı yurt içinde, diğer ayağı da yurt dışında bulunan meşum operasyonların kumanda merkezinde Milliyetçi Hareket Partisi ile Cumhur İttifakı’nın stratejik meşguliyetini sağlamak, enerjilerini içe dönük harcamasını temin etmek yer almaktadır.

Şayet kısır ve sığ gündemlere biteviye sürüklenirsek, terör devleti inşasının mesafe alması, PKK/YPG/PYD’nin manevra alanını genişletmesi, Siyonizme koruma kalkanı işlevi görecek nevzuhur garnizon devletinin zamanla ortaya çıkması mukadderdir.

Bununla ilişkili olarak, Türkiye’nin milli mukavemetini kırmaya, Cumhur İttifakı’nın müteyakkız siyasetini örselemeye yönelik çok aktörlü, çok katmanlı, çok boyutlu provokasyon ve saldırı mekaniği gittikçe hız ve derinlik kazanmaktadır.

Sahnelenen oyun karanlıktır, oyun uşakları kurnazdır, tehlike bölgesel ve küresel mahiyetlidir.

Bu nedenle Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkü Ocakları aleyhine tedavüle sokulan karanlık senaryolar artan dozajlarla ilerletilmektedir.

Yargıya intikal etmiş bir cinayet davasında partimizin ve Ülkü Ocakları’nın suçlanması, hatta dahilde ve hariçte Ülkü Ocakları’na suç örgütü gölgesi düşürmek için kolları sıvayan ajan ve provokatörlerin sırtının sıvazlanması tesadüf değildir.

Hepsini biliyoruz, hepsini takip ediyoruz, verilmeyecek bir hesabımızın olmadığını cümle alemle paylaşıyoruz.

Ancak özellikle altını çizmek isterim ki, 55 yıllık mazimizin damıtılan şuuruyla, devleşmiş mücadele ruhuyla dostumuzu da, düşmanımızı da tefrik edecek karakter hamd olsun bizde vardır, tetiktedir, teyakkuzdadır ve buradadır.

Değerli Milletvekilleri,

27 Mayıs 2024 tarihinde, Kızılcahamam Ülkücü Şehitler Anıtı’nda yapmış olduğum konuşmada şöyle demiştim:

“Yeni yüzyılda, ülkemizin huzur, barış ve güvenliğinin sağlam esaslara bağlanması adına, maskelenmiş menfur yüzlerin deşifresi amacıyla, bunun yanı sıra elinde ve vicdanında ülkücü kanı taşıyan alçaklarla kesif bir hesaplaşmayı buradan teklif ediyor, buna da hazır olduğumuzu açıklıyorum.”

Hesaplaşmaya hazırız, hesaplaşmadan kaçmayız, hesap soracak yüreğe ise sahip olduğumuzu hiç kimsenin yabana atmamasını bekliyor, aklından çıkarmamasını temenni ederiz.

Başkaları için küçük, bizim için çok önemli bir ayrıntı da şudur:

Hesaplaşacağız, ama helalleşmeyeceğiz.

Bugüne kadar sessiz kalışımız Ülkücü katillerini unuttuğumuz anlamına asla gelmemelidir.

Dün kanımızı dökenlerin bugün sözde mahkeme kurup Ülkücü müdafaasına tevessül etmeleri utanmazlığın sınır tanımadığına acıklı bir örnektir.

Ülkücüyü, Ülkü Ocaklarıyla ayrıştırmanın, dahası terörle ilişkilendirmenin zillet ve kabus dolu düşünü kuranlar eninde sonunda mahcup ve mağlup olacaklardır.

Bize hazırlanmış bir iddianameyle ilgili olmadık lafı edenler her şeyden önce ellerine ve vicdanlarına bulaşmış Ülkücü kanlarını temizleyecek edep ve onuru gösterebilmelidir.

Bizim hiç kimseden öğrenecek veya duyacak bir şeyimiz yoktur.

İlk silahı çekenlerin, ilk mermiyi atanların, Türkiye’yi Marksist-Leninist uçuruma itmek için her ilkelliği tatbik edenlerin binlerce dava arkadaşımızın kanına girdiğini yaşayarak biliyoruz ve onlarla, onların izinden yürüyenlerle her seviyede hesaplaşmaya hazır olduğumuzu üstüne basa basa açıklıyoruz.

Gazeteci-Yazar Merhum Metin Toker’in, 1970’li yılların başında, kaleme aldığı “Solda ve Sağda Vuruşanlar” isimli kitabında anlatılan bir anekdot vardır ve şöyledir:

“Bundan bir süre önce, henüz politikacıların Türkiye’deki bunalıma kendi aralarında çare aradıkları günlerde Cumhurbaşkanı Sunay ile CHP Genel Başkanı İnönü bir görüşme yaptılar.

Sunay memlekette olup bitenleri anlattı.

Bilhassa sol cephede cereyan eden olaylardan şikayet etti, Dev-Genç’ten bahsetti. Sağ hakkında fazla bir şey söylemedi. Onun üzerinde durmadı.

Cumhurbaşkanı Dev-Genç deyince ve İnönü’nün hassas olduğu sağ tehlikeyi geçiştirince CHP Genel Başkanı, bir de Ülkü Ocakları var, dedi.

Sunay onlar hakkındaki mütalaasını şöyle belirtti:

Canım onlar Komünizme karşı mücadele eden çocuklardır.” 

Merhum Toker, damadı olduğu İnönü’nün kısmen yanlış düşündüğünü yazmıştı.

Boykot da, işgal de bir sözlerinin patenti İnönü’ye aittir ve bu açıklamayı takip eden yıllarda Maocu, Marksist-Leninist militanların kanlı eylemleri hem milletimizi hem de dava arkadaşlarımızı hedef almıştır.

1968 yılının Ocak ayında Paris’te patlak veren, 3 Mayıs 1968’de daha da şiddetlenen öğrenci olaylarının bize yansıması çok vahim düzeylerde yaşanmıştır.

Milliyetçi-Ülkücü Hareketi geçmişte haksız yere suçlayıp hunhar saldırılarla iradesinden, istikametinden, inancından ve davasından caydırmaya azmedenlerin, bugünkü siyasi ve ideolojik uzantılarının bir cinayet davası üzerinden MHP ve Ülkü Ocakları düşmanlığını güncelleme teşebbüsü aşağılık bir tertibin, alçak bir tezgahın, dış bağlantılı bir kumpasın varlığına işaret değilse acaba nedir?

12 Eylül öncesi yarım kalan mücadeleyi şayet tamamlamak için gün sayanlar varsa, ben de diyorum ki, sizden korkan sizin gibi olsun, yolundan dönen namert olsun, davasının onurunu savunmayan şerefinden mahrum olsun.

Hesaplaşma teklifimizi yineliyorum. Hatta hodri meydan diyorum.

Hasbelkader bir ara partimizde yer alsa da, şimdilerde neyin hesabı, ne hesaplaşması diyerek ileri geri konuşan çürüklerin vakti saati geldiğinde ipliğini pazara çıkarmak, ne kadar ahlaksız olduklarını deşifre etmek davamıza vefa borcumuzdur.

Kurdun boynuna tasma geçmez, geçerse itin boynuna geçer.

Aramızda açık hesap olanlar sanmasınlar ki kapandı defterler, tek tek yazdık her birini bir sayfaya, günü geldiğinde iyi ya da kötü muhakkak ödenecek bedeller.

Elbette dili başka kalbi başka; gecesi başka gündüzü bambaşka olan densiz ve dengesiz zihniyetlere benzemedik, benzeyemeyiz.

İşbirlikçi ve iradesiz siyasetçiler gibi olmayız, olamayız.

Türkiye’mizi yaşasın ile kahrolsun nidaları arasına sıkıştıramayız.

Ya göründüğümüz gibi davranmak, ya da olduğumuz gibi görünmek bizim yegane şahsiyet özelliğimizdir.

Düşündüğü gibi yaşayamayan, pekala yaşadığı gibi düşünür.

Söz ustası, şairlerin üstadı Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in, “yaşamıyor gibi yaşayanlar” tabiri bahse konu bu uyumsuz ve tutarsızlığın adeta izharı ve ihbarıdır.

Türk fikir ve edebiyat hayatının mütevazı çığlığı olan Merhum Sezai Karakoç’un, “açılmış kalplerin önüne geleceğin sayfaları” sözü, bir yönüyle ne yapacağını bilen, nasıl yapacağını bilen, niçin yapacağını bilen şuur sahibi dava insanları için söylenmiş gibidir.

Birbirini takip eden ney ile sema gibi, birbirini tamamlayan besmeleyle şükür gibi, biri olmadan diğerinin araz kaldığı aşık ile maşuk gibi, birbirinin ayrılmaz kader ortağı olan ay ile yıldız gibi, Ülkücüyü ülküsüyle kenetleyen sahip olduğu şuurudur.

Yılgınlığı ve çılgınlığı bertaraf eden bu şuur, yine Sezai Karakoç’un işaret ettiği gibi, yağan yağmurlarla sular altında kalan tahtayı gürül gürül yakan irfan ve irade ateşidir.

Tehir edilmiş, müsveddeye çekileceği zannedilmiş, oysaki her anı mazinin kayıtlarına geçen hayat yolculuğunda tomurcuk kaygısı taşımayan bir ağacın odun olmaktan başka seçeneği yoktur.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in serdengeçti yüreklerinin, 55 yıl önce yola çıkarken mutlak surette tomurcuk derdi vardı.

Velakin yeşillenen yapraklarımız kimi zaman sararıp düştü.

Kuruyup sararan bu yaprakların akıbetini rüzgarlar tayin etti.

Bazıları kapıyı sert çekip gittiğinden dönmeye yüzleri kalmadı, bazıları meçhule açtıkları yelkenler yırtılınca ıssızlığa mahkum oldu.

Kimi zaman da sapı gövdemizden yapılan baltaların darbesine maruz kaldık, ancak geldiğimiz bu aşamada tıpkı bir çınar gibi Türk milletinin vicdanında kök salmasını çok şükür başardık.

Doğduğu günden buyana ruhlarına hakim olan dondurucu soğukların esareti altında bulunanların gün geldi sinsi hesapları bozuldu, kötü niyetleri çığ gibi üzerlerine düştü.

Yine aynısı olacak, yine aynı mücadele onuru gösterilerek camiamız etrafında pusu kuranlar hayal kırıklığına uğratılacaktır.

Pirinç tanelerinin içindeki beyaz taşları biteviye ayıkladık, ama bunlar fırsat bulup bizi ayıramadılar, buna da güç yetiremediler.

Davamız ağırdır, önüne gelenin omuzlayıp kaldırması imkansızdır.

Davamız zordur, ucuz yollardan menfaat umanların harcı değildir.

Davamız Türklüğün davasıdır, Türk milletinin davasıdır, kaynağını Türk-İslam Ülküsünde bulan Türk milliyetçiliği davasıdır.

Nitekim davamız mazlumların davasıdır, gariplerin davasıdır, Allah’ın davasıdır.

Şehitlerimiz ve gazilerimiz kurşun gibi ağır dönemlerin tanığıdır.

Menfur ve melun emel sahiplerini uyarıyorum, kutlu davamız sonsuza kadar da duayla koruma altındadır.

Şiir ve makalelerine Türk tarihinin ve Türk milletinin ülkülerini tıpkı bir mimarbaşı gibi iliştiren Merhum Hüseyin Nihal Atsız’ın aynen vurguladığı gibi, “Bilsin cihan ki, ben bu cihanın nesindeyim, bir ülkü mehabetinin zirvesindeyim.”

Ne mutlu bu zirvede bağdaş kurup oturanlara, hatta alemi kurt bakışlarıyla ihata edenlere.

Ne mutlu davasından ödün vermeyen, üstelik övünç madalyası gibi Türk-İslam coğrafyalarının boynuna asılı duran ülküdaşlarıma.

“Ne Mutlu Türküm Diyene”, ne mutlu ülkücü olanlara.

Muhterem Arkadaşlarım,

Filistin’i tanıyan ülke sayısının 147’ye ulaşması umut ve memnuniyet vericidir.

Bu sayı hızla yükselmeli, İsrail’in işlediği soykırım suçu en başta küresel vicdanda mahkum ve telin edilmelidir.

ABD Başkanı’nın 31 Mayıs 2024 tarihinde açıkladığı 3 aşamalı kalıcı ateşkes planı ve buna Hamas’ın olumlu bakması müspet bir gelişmedir.

Ne var ki, İsrail yönetiminden çatlak sesler yükselmektedir.

Biden’ın “savaşın bitme vakti geldi” mesajının gerçeğe dönmesi ertelenemez bir mecburiyettir.

İsrail Başbakanı caniyahunun 1 Haziran 2024 tarihinde Hamas’ın yok edilene kadar Gazze’de kalıcı ateşkesin olmayacağını ileri sürmesi katliamların süreceği yönündeki şüphe ve kaygıları maalesef kamçılamıştır.

Gazze’de sadece açlıktan ölen çocuk sayısı 37’ye çıkmıştır.

Hiçbir insani değer ve mirasın kabul etmeyeceği bir trajedi Gazze Şeridi’nde hüküm sürmektedir.

ABD’nin, Birleşmiş Milletlerin ve İslam ülkelerinin İsrail üzerindeki baskılarını daha da artırması geldiğimiz bu aşamada adalet ve insanlık görevidir.

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı öncülüğünde İsrail Başbakanı’nın Kongre’ye davet edilmesi ve bu vesileyle konuşma yapacak olması eğer ateşkes adına diyalog ve işbirliğini sağlamak gayesine matufsa mesele yoktur.

Yoksa caniyahunun ABD’de ağırlanıp kucaklanması, sonra da bir şey olmamış gibi uğurlanması halinde bunun zulme ve soykırıma ortaklık şeklinde anılacağını herkesin bilmesinde yarar vardır.

İsrail ile Filistin arasında bir an evvel kalıcı ve köklü ateşkes rejimi tezahür etmeli, sürdürülebilir barış için taraflar harekete geçmelidir.

İki devletli çözümden başka herhangi bir alternatiften bahsedilemeyecektir.

Başkenti Doğu Kudüs olan, 1967 sınırları temelinde; egemen, siyasi ve toprak bütünlüğünü sağlamış bağımsız bir Filistin devletinin dünya çapında tanınmasından başka bir seçenek yoktur.

Aksi halde beşeriyetin en kötü senaryoya maruz kalarak yaygın ve yıkıcı bir savaşın doğması kuvvetle muhtemeldir.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi bir kez daha hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.