Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
Muhterem İstanbullu Vatandaşlarım, Değerli Dava Arkadaşlarım, Basınımızın Güzide Temsilcileri, Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Ramazan Bayramı münasebetiyle sizlerle birlikte olmaktan bahtiyarım. Bizleri bir kez daha buluşturan Cenab-ı Allah’a şükrediyorum. Mübarek Bayramın aziz milletimize, Türk-İslam âlemine hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Gönüllerindeki vatan sevgisine, kalplerindeki millet aşkına, gözlerindeki mücadele azmine şahit olduğum dava arkadaşlarıma bu vesileyle şükranlarımı sunuyorum. Ümit ediyorum ki, bugün buradan yükselecek birlik olma, dayanışma ve kucaklaşma heyecanı İstanbul’a; ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarımız vasıtasıyla da bütün ülkeye yayılacaktır. Hepinizin bayramını ayrı ayrı tebrik ediyor, ailenizle, dostlarınızla, dava arkadaşlarınızla ve aziz milletimizle huzur, sağlık ve inanç dolu günler diliyorum. Hoş geldiniz. Safalar getirdiniz. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Ramazan bayramının mutluluğunu paylaşmanın yanı sıra, bu buluşmaya ayrı bir önem kazandıran siyasi süreçlerin farkında ve şuurunda olduğunuzu biliyorum. İki gün sonra milletimizin geleceğini çok yakından ilgilendirecek bir referandum yapılacaktır. Halkoyuna başvurma, siyasetin akışında seyrettiği, demokrasinin kurum ve kuralları ile işlediği bir ülkede normal sayılacak bir yoldur. Bu ülke, ne ilk kez referanduma başvurmaktadır, ne de ilk kez anayasa değiştirilmek istenmektedir. Bunların hepsi Türk siyasetinin aşina olduğu, daha önce yaşadığı konulardır. Takdir edersiniz ki siyaset, millete hizmet yolunda içinde rekabeti barındıran bir mücadele alanıdır. Siyaset aktörlerinin fikirlerini beyan etmeleri, doğru olduğuna inandıklarını ahlaki sınırlar içinde dile getirmeleri ve mutlaka tam bir hürriyet ve tarafsızlık ortamında milletimize sunmaları hem olağandır, hem de eşyanın tabiatına uygundur. Bu hürriyet ortamı ve tam tarafsızlık yalnızca demokrasilerin sağladığı bir imkandır ve adına demokrasi denen yönetimleri despot rejimlerden ayıran en temel özelliktir. Ve elbette ki siyaset yapan bütün vasıtaların ve kadroların bu serbestisini koruyacak, milletin doğru ve eşit haber almasını sağlayacak olan kamusal güç devlet ve onu idare etmekle yükümlü olan hükümettir. Ama gerek Mahalli İdareler seçimindeki yaşananlara ve gerekse Referandum sürecindeki gelişmelere baktığımızda bu özgürlüğü en başta ihlal eden hükümet, bu adaleti bozan ise Başbakan Erdoğan olmuştur. Referandum sürecinde hükümet adına yaşananlar tam bir rezalettir. Toplumun karamsarlığa sürüklendiği bir dönemde gidilen bu referandum süreci, Başbakanın siyasette tutunmak adına neleri göze alabileceğini de herkese göstermiştir. Siyasi tarihimizde örnekleri görülmemiş bu kara propaganda döneminde;
Başbakan Erdoğan, referandum kampanyasında yalan, karalama, istismar ve aldatmacaya dayanan seviyesiz ve ucuz bir stratejiyle Türk milletinin karşısına çıkmıştır. Milli iradeyi yönlendirmek için her çirkinliği utanmadan sergilemiş, yıllardır devam eden istismar politikalarının tahribatı, yaşanan gerilim politikaları ile bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Türk milletinin şahit olduğu bu gelişmelerle sis perdesi aralanmış ve karanlık resmin parçaları birer birer yerine oturmaya başlamıştır. İhanet projelerinin amaçları, hedefleri ve yol haritası ile Başbakan’ın gerçek niyetleri de bu süreçte olanca çirkinliğiyle ortaya çıkmıştır. Değerler üzerinden çatışmacı siyaset geleneğinin inatla sürdürülmek istendiği de bütün açıklığıyla görülmüştür. Toplum içinde gerginlikler artış göstermeye başlamış, kara propagandanın etkisi ile kafası karıştırılmaya çalışılan vatandaşlarımız, birbirine karşı hasmane duygular besleme tehlikesi ile yüz yüze getirilmiştir. İftiraya sarılan, sahte demokrasi havarisi rolü oynayarak siyasi ömrünü uzatmaya çalışan Başbakan’ın kampanyası, bütün ahlaki ölçü ve ayarların kaçtığı bir siyaset iflasına dönüşmüştür. Bu açıdan, Türkiye’nin kaderi üzerinde oynanan oyunların ve oyuncuların teşhis edilmesi hayati önem taşımaktadır. Karşımızda; üslup ve hitap düzeyi giderek düşen, asabi tavırları ve küfür edebiyatıyla nafile çırpınan çaresiz bir zihniyet bulunmaktadır. Başbakan’ın kampanyasında, kendi eseri olan işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk yoktur. Başbakanın gündeminde, siyasi kirlilik, güvenlik sorunları, terörle mücadele, ülkenin birliği yoktur. Başbakanın defterinde, artan şehadetler, büyüyen mağduriyetler, gözü yaşlı analar hiç yoktur. Başbakan Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı;
Ne var ki, bunlar bizim için beklenen gelişmelerdendir. Çünkü biz Başbakan Erdoğan’ı artık tanıyoruz. Zira biz bu zihniyetin düştüğü çukurun farkındayız. Kim, Türk milletinin düşmanıysa elbette ki Milliyetçi Hareketi de düşman bilecektir. Kim, yurdumun birliğine göz dikecekse elbette ki önce milliyetçileri, önce ülkücüleri hedefine alacaktır. Unutmayalım ki, bir gün bizimle uğraşan alçaklar şayet artık etrafımızda dolaşmıyorlarsa, Unutmayalım ki, ülkücülük ve ülkücüler üzerinde yürütülen fitne ve fesat eğer son bulmuşsa; İşte o zaman ihanetin bile ciddiye almadığı sıradan bir topluluğa dönüşmüşsünüz demektir. İşte o zaman ülkemizin yıkılmadık hiçbir değeri, ayakta duran hiçbir temeli kalmamış demektir. İşte o zaman, Allah muhafaza, Türkiye bölünmüş, Türk milleti dağılmış hain emeller isteklerine ulaşmış demektir.
Biz bunun için varız. Bunun için buradayız. İhanet erbabına inat, Yıkımın aktörlerine inat, Türk düşmanlarına inat, Erivanda Ermeni, Erbil’de Peşmerge, Brüksel’de Avrupalı, Vaşington’da Amerikalı olup, Ankara’da bir türlü Türk olamayanlara inat, Ve kendisine “eski” diyenlere inat, Var olacağız, ve var olmaya da devam edeceğiz. Hepinizle iftihar ediyorum. Hepinize bu kutlu dava adına şükranlarımı sunuyorum. Bugün burada olan veya olmayan, bizim partimize gönül vermiş veya vermemiş, hatta bana bir vesile ile öfkesi, nefreti veya kırgınlığı olmasına rağmen “partimizin hassasiyetlerine millet adına sahip çıkan, destek olan ve “Hayır” kararımızın arkasında ısrarla ve kahramanca duranları selamlıyorum.
Türk milleti adına verdiğiniz ve vereceğiniz mücadele için hepinizden Allah razı olsun. Sağ olun, var olun. Aziz Dava Arkadaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisi, yalnızca ülkemizin bir döneminde bir toplumsal ihtiyaca cevap veren her hangi bir siyasi kurum değildir. Partimiz demokrasinin imkanlarını kullanarak Türk milletinin yönetimine talip olan büyük bir siyasal hareketin ve milli mücadelenin adıdır. Ve elbette ki bu siyasal hareket, Türk milletinin binlerce yıllık var oluşunu sağlayan muazzam değerler manzumesinden beslenerek ideolojisini oluşturmuştur.
Bilinmelidir ki, bu tespitlerimizin hiçbirisi günlük siyasetin abartılı teşhisleri değildir. Yaşanan hayatın içinden çıkartılmış ve tarihin imbiğinden süzülmüş gerçekleridir. Şayet uyarılarımız hayali, öngörülerimiz anlamsızsa, sorarım sizlere;
Bu sorularımıza,
Unutmayalım ki, ülkemiz ve milletimiz için paylaştığımız her düşünce, öngördüğümüz bütün bu gelişmeler ve ısrarlı uyarılarımız bu tarihi birikimin eseri ve sonucudur. Sıradan, günü birlik, öylesine söylenmiş, durumu kurtarmak için uydurulmuş sözler değildir. Bu itibarla bizler, daha ilk başından itibaren AKP zihniyetinin çıkartmaya çalıştığı Anayasa değişikliklerine dikkatimizi verirken milletimizin varlığı ve devamı için duyduğumuz kaygılar belirleyici olmuştur. Yoksa partimizin, mesela kadınlara tanınacak imkanların, memurlara tanınan hakların artırılması gibi değişikliklerden rahatsızlık duyması elbette ki söz konusu değildir. Bugün bizim “Hayır” kararımızda belirleyici olan temel neden AKP zihniyetinin ülkemizi götürmeyi hedeflediği yıkım ve ayrışma sürecinin işaretleridir. Partimiz hepinizin de bildiği gibi Anayasa değişiklikleri için siyasal aktörlerden talep ettiği uzlaşma imkanına cevap bulamamıştır. Zira karşımızda hiçbir zaman uzlaşma arayan bir siyasi zihniyet olmamıştır. Çünkü AKP, daha işin başından itibaren süslü ambalajla anayasaya yedirilmek istenen PKK açılımını, yıkım projesini reddedeceğimizi anlamıştır. Bu yüzden de bizle ve önerilerimizle yüzleşmekten özellikle kaçınmıştır. Bize göre Başbakan Erdoğan’ın masum değişiklik taleplerinin arkasına saklandığı “gizli gündemi” vardır. Üstelik referandum süreci başlarken “gizli” diyebileceğimiz bu gündem ileriki günlerde bütünüyle açığa da çıkmıştır. Başbakan’ın gizli gündeminin bütün ipuçlarını, bütün emarelerini;
Bu gizli gündemden birincisi, PKK açılımının önünü açmaktır. İkincisi ise yolsuzluk ve hırsızlıkların hesabının sorulmayacağı bir yargı sitemi yaratmaktır. Bugün bölücü terörizmin bütün siyasi talepleri taahhüde ve takvime bağlanmıştır. PKK’nın silahla elde edeceği hedef kalmamıştır. Tamamı AKP kadrolarınca vaad edilmiş ve vadelendirilmiştir. Teröristlerin dağda durmalarına artık gerek de yoktur. Onlar da sözde fırsat adı verilen karşılama törenleri ile dönüş hazırlığındadırlar. Pişmanlık duymalarını gerektirecek, mahcup olmalarına neden olacak, bir siyasi baskı, bir askeri zafer veya hükümet üstünlüğü de söz konusu değildir. Pazarlıklardan aldıkları cüretle, ellerinde talep listeleri ile Başbakanla kucaklaşmak için gün saymaktadırlar.
Madem böyle bir kestirme çözüm yolu var idiyse, o halde yirmi altı yıldır PKK ile yapılan mücadeleye ve verilen onca kayba ne anlam verilecektir? İlk terör saldırılarının yapıldığı 1984 yılında PKK ile masaya otururdunuz, pazarlıklarınızı o zamandan yapardınız, istedikleri toprakları verirdiniz, böylece sorunu kökünden halletmiş olurdunuz. Ne kadar inkar edilirse edilsin, Başbakan Erdoğan’ın mantığı budur, söylemleri budur: Dağdan iner masaya oturursun derken kasdettiği de budur. AKP himayesi altındaki siyasi yıkım lobisinin üzerinde çalıştığı gizli gündemin, PKK taleplerinin aşamalı olarak ve zamana yayılarak karşılanmasını amaçlayan bir süreç olacağı da ortadadır. Adına demokratikleşme denilen bu süreçte yapılmak istenen;
Anayasal düzenlemeler kapsamında ise hedeflenen;
Başbakan Erdoğan’ın iktidar döneminde bu konudaki söylemleri ortadadır. Referandum süresince ağzından kaçırdığı İmralı Canisi ile müzakere arayışları açıktır. Bunlara bakıldığında, Başbakan ve arkadaşlarının düşüncelerinin, PKK’nın bu talepleriyle örtüştüğü bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasa değişiklik arayışında AKP’nin niyetleri;
Başbakan’a göre,
Buna karşılık,;
Bu emsali görülmemiş bir alçalma halidir. Ve bu leke, bu düşünce sahiplerinin alnına silinmemek üzere çalınmıştır. Tarih asla affetmeyecek, kara leke asla çıkmayacaktır. Aziz Dava Arkadaşlarım, Bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet niteliği, üniter siyasi yapısı ve milli birliğinin dayandığı esaslar Anayasamızda açıkça belirlenmiştir. Anayasa’nın “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe’dir” hükmünü vaz eden 3. maddesi temel çerçeveyi çizmiştir. Bu temel hüküm, devletin kuruluş ilkesinin “çok milletli” bir yapıya dayanmadığını ortaya koymuştur. Hangi amaç ve gerekçeyle olursa olsun bu yönde bir düzenleme yapılmasına kapıyı kesin ve nihai olarak kapatmıştır. Bu durumda, Anayasal çerçeve içinde kalınarak Türkiye’de ırk ve dil farklılığı temelinde azınlıklar bulunulduğunun savunulması mümkün değildir. Tek millet – tek devlet esasına dayanan üniter yapıda kurulmuş milli devlet bünyesinde;
Bu durumda;
Birincisi, ne pahasına olursa olsun tek başına iktidarını devam ettirecek hile, tuzak ve iftiralara başvurmak. Ki bunun bütün işaretlerini her gün zaten yaşamaktasınız. Bu konuda ise karşımızdaki en yakın tehlike referandum sandığının ve sonuçlarının güvenliğidir. Ayakta kalabilmek adına her yola başvurması mümkün hale gelen hükümetin ve AKP kadrolarının milletin iradesini hile ve düzenlerle çarpıtması ihtimali ortaya çıkmıştır. Özellikle Başbakan’ın sanki sonuçları önceden biliyormuş gibi sürekli rakam telaffuz etmesi, referandum sonuçlarını sipariş etme arayışlarını da içinde barındırmaktadır ve son derece kuşku vericidir. Bu açıdan referanduma katılmak ve mutlaka tercih kullanmak ne kadar önemli ise, yapılan tercihlerin tam ve adil sonuçlarının tespiti ve sandıkların ve sonuçların güvenliği de o derece önemlidir. Özellikle İçişleri Bakanı’nı, devletin emrindeki kamu yöneticisi ve görevlilerini önemine binaen mutlaka tam bir ciddiyet, özen ve tarafsızlıkla konuya sahip çıkmaya davet ediyorum. Sonuçlar üzerinde hiçbir şaibe, gölge ve kuşku kalmamalıdır. Başbakan Erdoğan’ın gizli gündemini uygulayabilmesinin ikinci yolu ise hayal ettiği yıkıma direnecek anayasal sistemin ve hukuk engelinin ortadan kaldırılması ve bölücü teröre siyasallaşma yolunun açılmasıdır. Bunun bir süreç gerektireceği ve zamana bağlı bir hazmettirme olacağı, bu Anayasa Değişikliği geçerse yenilerinin de ardından geleceği Başbakan’ın açıklamaları ile sabittir. Özellikle “evet ama yetmez” diyen odakların gönlüne su serpmek için değişikliklerin devamının geleceğini bilhassa Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da meydanlardan müjdeleyen Başbakan Erdoğan’ın bu yer seçimi son derece manidardır. Ve Başbakan bu açıklamaları ile aslında bizim baştan beri kendisi ve kadroların için “bu değişikliklerin bir tuzak ve başlangıç olduğu ve “gizli gündemlerinin” bulunduğuna dair uyarımızı da haklı çıkarmış olmaktadır. Zira bizim elimizde 2007 Genel seçimlerinden sonra AKP tarafından “Bilim Kurulu” denilen uzmanlara yazdırılıp aralarında paylaşılan ve kabul görüp gizlenen Anayasa metni mevcuttur. Ancak bu metin, tıpkı Başbakanın bahsettiği gibi hazmettirme sürecine sokularak gündemden soğutulmuş ve şimdilik kaydıyla toplum alıştırılana kadar bir kenarda tutulmuştur. Çünkü AKP zihniyetine göre milletimiz henüz bu derece ağır bir tahribat metnini onaylayacak kadar yozlaşmamıştır, değerleri bütün kötü niyetli çabalara ve karanlık propagandalara rağmen bu yıkım anayasasını kabule hazır değildir. Bu nedenle o metinler şimdilik kaydıyla bir kenara bırakılmış, alıştırma ve hazmettirme amacıyla aralarına masum konular da serpiştirilerek bugünkü değişiklikler piyasaya sürülmüştür. Maksat tepkileri öğrenmek, amaç millete daha sonra zerk edilecek ağır dozdaki zehirleri ne derece sindirebileceğini ölçmek ve yıkıma bağışıklık kazandırmaya çalışmaktır. Bunun için biz buna geçmişte birinci anayasa değişiklikleri paketi demiş, birincisinden onay alması halinde ise ikinci ve daha ağır olanının topluma dayatılacağını söylemiştik. O halde önce AKP’nin aralarında toplanıp paylaştığı sonra beklemeye aldığı Anayasa değişikliklerine ilişkin çalışmalarının bilinmesinde yarar olacaktır. Ve bu bilgi ve yorumlar önümüzdeki tehlikeyi daha iyi anlamamıza da katkı sağlayacaktır. Bilim kuruluna AKP tarafından hazırlanan bu metin mevcut anayasa metni ile mukayese edilerek incelediğinde özetle; Türkiye Cumhuriyetinin devleti ve ülkesiyle bölünmez bir bütün olduğu vurgusu kaldırılmaktadır ki bu, federal devlet yapısının önünü açmak demektir ve üniter yapıya tamamen aykırıdır. Türklüğü vatandaşlık olarak tanımlayan anayasa maddesindeki hassas yorum ile Türklük tanımı da değiştirilmektedir. Bu ise milli devlet kavramına ve Türk milleti oluşumuna yapılan açık bir saldırıdır. Üzerine devlet kurulmuş beşeri varlığın adı olan Türklük ve Türk milleti özellikle unutturulmak istenmekte, mevcut anayasamızda 36 defa çeşitli nedenlerle kullanılan Türk vurgusu, AKP taslağında sadece dokuz yere indirgenmektedir. Yine aynı AKP Anayasa metinleri incelendiğinde, Türkçe dışı dillere kapı aralayan ve onları eğitim dili haline getiren düzenlemelerle, bugün halkoyuna sunulan yandaş yargı oluşturma arayışlarını görmek mümkündür. Bu ise Türk milletinin içinden yeni milletler doğuracak beka düzeyinde bir ihanet ve bu ihaneti durduracak yargı sisteminin tahribatı demektir. Bu amaca ulaşmak için iki gün sonraki Referandum’da millet kararına sunulan Anayasa değişiklikleri paketi içine iki tuzak yerleştirilmiştir. Bunlardan birincisi Anayasa Mahkemesi’ni ikincisi ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu ele geçirmektir. Bu niyetlere destek bulmak ve maskelemek için ihtilalle hesaplaşma, adalet reformu ve vesayetten kurtulma gibi tuzak kavramlar icat edilmiştir. Ülkemizdeki adalet sisteminin devasa sorunları elbette vardır. Milyonlarca vatandaşımız adalet aramak için mahkemelerde yıllarca sürünmektedir. Ancak AKP zihniyetinin bu konuların önünü açacak düzenlemeler getirmek yerine, yalnızca Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin sayılarına yönelik düzenlemeler yapılmaya çalışılması oyunun bir parçasıdır. Şayet bunu aşabilirlerse yapmak istediği, yarın yıkım için karşılarına çıkacak hukuki engellerin ortadan kaldırılması ve yüksek yargının kendilerine teslim olmuş yandaşlarla doldurulmasıdır. Bütün bu düşüncelerimizi doğrulayacak en önemli belge ise Başbakan Erdoğan’ın 17 Nisan 2010 tarihinde Televizyon Programında söyledikleridir. Bu programda Başbakan, Anayasa Değişiklik sürecini açılım denen yıkımın “önemli bir adımı” olarak gördüğünü, evet çıkması halinde kendi tabiriyle “uzun vadede atacağı adımların” önünün açılacağını açıkça ifşa etmektedir. Başbakan Erdoğan’ın bir başka konuşmasında ise “asıl Anayasa değişikliği 12 Eylül’den sonra gündeme gelecek” sözleri yıkım konusunda kendisiyle işbirliği yapan çevreler ve İmralı canisi ile yaptığı pazarlığın çerçevesini ortaya koymaktadır. İşin en ilginç ve en kabul edilemez tarafı ise, AKP’nin gizlediği anayasa metinlerinde özellikle üniter ve milli devletin tamamen yıkımına yol açacak bu görüşlerin, ABD’de bulunan Atlantik Konseyi isimli kuruluşun 2009 yılı Haziran ayında hazırladığı “Türkler ve Irak Kürtleri Arasında Güven Tesisi” başlıklı raporda da yer alıyor olmasıdır. Ve ne tesadüftür ki, yine Avrupa Parlamentosu raporlarıyla, PKK’nın siyasi uzantısı olan bir partinin “Demokratik Toplum Sonuç Bildirgesi” ile İmralı Canisinin hükümetle pazarlık için açıkladığı şartları arasında da tam bir benzerlik vardır. Bizim baştan beri ihanetin ve yıkımın kaynağının Okyanus ötesinde, Avrupa’da; figüranlarının AKP ve PKK içinde olduğunu söylerken izah etmek istediğimiz budur. İşte birinci Anayasa değişiklikleri ile yapılmak istenen gizli gündemin ipuçları, bu gündeme ulaşmak için maskelenmiş amaçların özü ve özeti de buradadır. Milliyetçi Hareket Partisi bu oyunu görmüş, okumuş ve bozmuştur. Hırçınlık öfke ve gerilimleri bu yüzdendir. Bu sinsi emellere geçit vermemek için yapılacak mücadele yollarından biri de bu aşamada referandumda “hayır” oyu vermektir.
Bu haliyle Referandum, aynı zamanda milletimizin AKP iktidarının kendisine reva gördüğü zilleti sorgulayacağı bir imtihan alanıdır da. Bu itibarla;
Bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak “Hayır” kararımıza tesir eden temel faktörler bunlardır. Bu açıdan, diğer siyasi partilerin Anayasa paketine yönelik kendi gerekçelerine uygun olarak verdikleri hayır kararları bizi bağlamayacağı gibi ilgilendirmez de. Herkesin “Hayır” gerekçesi ayrıdır. Bizim “hayır”ımızın öncelikli nedenleri ise tamamen milli kaygılarımızdır. Ancak, bizim hayır kararımızda öne çıkardığımız gerekçelerimizi tersine çevirdiğimizde ise “AKP Anayasasına verilecek “evet” oylarının da elbette ki bir karşılığı olacaktır. Özellikle propagandanın etkisiyle anlamına nüfuz etmeden “evet” diyecek vatandaşlarımızın haricinde bu tercihlerini “evet” olarak kullanacaklar tarihi bir sorumluluğun ve vebalin altına da gireceklerdir. Bu itibarla, sanat,spor gibi alanlarda toplumsal sorumluk taşırken şimdi evet deyip sonradan pişman olacakların, yaşanacak gelişmeler karşısındaki özürleri, yaptıkları yanlışı asla telafi etmeyecektir. Çünkü, “Evet”, Habur’dan giriş yapan PKK’lılar için düzenlenen AKP kucaklaşma törenlerini onaylama demek olacaktır. Evet”, milletimize karşı ağır hakaretleri yapan Peşmerge Reislerine, terörist elebaşlarına, eli kanlı İmralı Canisi ile ilişkilere destek vermek anlamı taşıyacaktır. Evet”, yıllardır Ermeni komitacıların, Brüksel Komiserlerinin, Erivan, Erbil, ve Vaşington lobilerinin aşağılamalarını sineye çekmeyi sürdürmek olacaktır. Evet”, milletimizin bölünmesine, ülkemizin ayrışmasına icazet vermek, kardeş kavgasına sürüklenmesine göz yummak manasına gelecektir. Özellikle, AKP Anayasasına yüksek sesle “evet” diyeceğini ilan edenleri asla unutmayınız. Yarın meydana gelecek bütün olumsuz gelişmelerin vebalini AKP kadroları kadar bunlar da taşıyacaktır. Ve elbette ki oluşacak tahribatın hesabını sorumlularından başlayıp kademe kademe sormak da bize düşecektir. Milliyetçi Hareket o gün geldiğinde bunu yapmak bizim için tarihi görev olacaktır. Değerli Dava Arkadaşlarım, Milliyetçi-Ülkücü hareket varlığını milletine ve milletinin geleceğine bağlamış mukaddes bir misyonun adı, milliyetçi ve ülkücü ise kendisini bu ülküye adayan inanç, gönül, şuur ve heyecan adamının tanımıdır. Kendisine en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde şehadet, mahkumiyet ve mağduriyet karşısında gerçek bir imtihan vermiştir. Bütün yaşadıklarımız bizim şerefli geçmişimizdir, bu şerefi yaşayanlar da birbirinden değerli ve vazgeçemeyeceğimiz muhterem dava arkadaşlarımızdır. Mücadeleleri, hatıraları ve davaları elbette ki namusumuza emanettir. Ve asla unutmuş, unutulmuş değildir. Ancak ne kadar acı tablolar yaşanmış olursa olsun ülkücülük, geride kalmış bir döneme münhasır bir faaliyetin adı değildir. Devam eden, devam edecek olan kutlu bir heyecanın, şuurun ve inancın adıdır. Bu nedenle de ülkücülüğün eskisi asla olmaz. Bir zamanlar bizimle olup bugün aramızda olmayanlara “eskiden ülkücüydü” denilebilir ama “eski ülkücü” denilemez. Ülkücünün de eskisi olmaz. Yine bu kapsamda ülkücülük, bir yaş dönemine ait olup ömür boyu rozet gibi taşınan bir paye, vazgeçildiğinde ise hala izleri bulunan bir nişane veya unvan değildir. Bu yüzden bir kişinin eskiden ülkücü olmasına değil, bugün ne olduğuna bakılır ve ona göre tartılır. Ama ne hikmetse, hiçbir şeyin eskisinin kıymet ifade etmediği ülkemizde, tanımı söyleyenden menkul olarak malum çevreler tarafından ülkücünün eskisi yenisinden bile son derece kıymetli hale gelmiştir. Ancak burada işin tuhaf olan tarafı, sözde “ülkücü eskisine” kıymet biçenlerin kaynağı, görüşü, tarafı ile kendisinde sonradan cevher görülen bu eskilerin kim olduklarıdır. Dikkat buyurunuz,
Böylesi zamanda bunlar, sütre gerisine çekilirler. toprak altına sızarlar, duvar dibine sinerler. Arasan bulamazsın, seslensen duyamazsın. İmdat desen dönüp bakmaz, Saklandığı yerden fırsat kollar ama akmaz, kokmaz. Ne zaman ki, milletimiz üzerindeki oyunlar arttığında Milliyetçi Hareket bütün haşmetiyle ayağa kalksa ve küresel oyunlara karşı dursa bunları da yattıkları yerden doğrulurken görebilirsiniz. Ne zaman milli meseleler karşısında milliyetçiler-ülkücüler bir duruş gösterse, tehditleri bertaraf etse; bunları Başbakan’ın yemek masalarında, işbirlikçi lobilerin ekranlarında, besleme basının sayfalarında görebilirsiniz. Bunların bizim için tek değerli anıları, bir zamanlar aramızdayken ülkücü sıfatı ile bulundukları dönemin aziz hatıralarıdır, yalnızca o kadar. Hangi yolda nasıl yalpaladıkları, kimlerin peşinde gezdikleri umurumuzda bile değildir. Bunları ne ciddiye alırız, ne bunların zırvalarına aldırırız. Çırpınışlar boşuna, tahrikler, yalanlar ve iftiralar beyhudedir. Unutulmasın ki, milletimiz de partimiz de partililerimiz de ve ülkücü hareket de sahipsiz değildir. Ülkemiz de ümitsiz değildir. Yüreği Türkiye için çarpan aziz dava arkadaşlarım, Türkiye sevdalısı kardeşlerim, bilmenizi istiyorum ki, içten ve dıştan çepeçevre kuşatılan Türkiye’nin ümidi de sahibi de sizsiniz. Kuşatmayı yaracak ve milleti kurtaracak olan sizsiniz. Sizler Türk milletinin günümüze taşınan kudretisiniz. Sizler ecdadımızın kutlu emanetisiniz. Milletimizi esenliğe çıkaracak olanlar da elbette sizler olacaksınız. Emperyalizmin biçtiği kefeni yırtacak olanlar sizler olacaksınız. Başarmaktan başka çaremiz yoktur. Tuzaklarla dolu engelleri aklımızla birer birer aşıp mutlaka başaracağız Biliniz ki doğru yerdesiniz, doğru davadasınız, doğru zamandasınız. Bu yüzden de hedefte siz varsınız. Milletimiz uğruna, Ne baskılardan yılarız, ne yolumuzdan döneriz. Ne geri adım atarız, ne dayatmalara boyun eğeriz. Hak bildiğimiz, doğru olduğuna inandığımız yolda sonuna kadar gideriz. Milletimizin can yoldaşı, ecdadımızın temsilcisi olmayı sürdürürüz. Niyet sahipleri ayaklarını dek alsınlar, kuru tehditlere papuç bırakmayız. Ve bilinsin ki nereden gelirse gelsin her türlü saldırıyı da anında def ederiz. Aziz Dava Arkadaşlarım, 12 Eylül 2010 tarihinden sonraki süreçte, sonuç ne olursa olsun artık hiç birşey bundan önceki dönemde olduğu gibi olmayacaktır. Zira artık Çuvalcılar-Peşmergeler-Brüksel sevdalıları-Kandil Katilleri- İmralı Canisi ve AKP zihniyeti arasındaki saflar sıklaşmış, yıkım ortaklığı tamamen netleşmiştir.
Pazartesi sabahı temennimiz ve milletimiz için dileğimiz hayırlı sonucun çıkmasıdır. Ancak milletin tercihi ne olursa olsun, bugüne kadar yaşanan tahribat bile toplumsal bünyemizde ağır bir yıkıma yol açmıştır. Bu nedenle mücadelemiz önümüzdeki dönemde de devam edecek, kutlu davamızın üstlendiği misyonun önemi artarak sürecektir. Zira biz biliyoruz ki, yedi düvelin Türk milleti üzerindeki tarihi emelleri devam etmektedir. Biz biliyoruz ki, Sevr’de hevesleri yarım kalmış yıkım projeleri yabancı başkentlerde içten içe yaşamayı sürdürmektedir. Biz biliyoruz ki, Ermeni Taşnak, Rum Pontus yılanı ezildiği yerden doğrulmak için fırsat kollamaktadır. Ve bütün bu melanet odakları aradıkları hükümeti de sonunda bulmuşlardır. Şimdi ellerine geçen fırsatı sonuna kadar kullanma arayışındadırlar. Allah şahit, millet tanık, konuştuklarımız da çok şükür ki belgeli. Biz bunların öngörüsünü ve uyarısını yıllardır yaparak geldik. Ama ne üzücüdür ki;
Bu nedenle milliyetçi-ülkücü hareketin ne görevi biter, ne misyonu tamamlanır, ne de mücadelesi sona erer. Türk milleti var oldukça devam eder. Ve inşallah o hep var olur da, biz de ona hizmete devam ederiz. Değişeni hiç gelmeyecek olan bu kutlu vatan nöbetini sonsuza kadar sürdürürüz. Buradan huzurunuzdan şer cephesine sesleniyorum:
O günkü ruh ölmedi, bugün burada bu salonda yaşıyor. Hevesiniz boşuna, çabanız beyhudedir... İhanet çemberi ve kuşatma mutlaka kırılacaktır. Türk Milleti mutlaka selamete çıkarılacaktır. Muhterem Dava Arkadaşlarım, Şüphesiz ki 12 Eylül 2010 tarihinden sonra;
Bu konuların milletimiz lehine sonuç verebilmesi, partimizin ve partililerimizin,
Bu nedenle hepimize düşen görev ve sorumluluğun arttığı yeni dönem, partimizin milletimiz nezdindeki yerini ve değerini de artıracaktır. Ve aynı zamanda, millet varlığının devamında yegâne güven kaynağı olduğu artık anlaşılmış olan Milliyetçi Hareket’in hizmet için önünü açacaktır. Ancak, gelişmeler nasıl olursa olsun, ne oyunlar oynanırsa oynansın, hangi tuzaklar kurulursa kurulsun ve ne kadar çirkeflik varsa ortaya dökülürse dökülsün Milliyetçi Hareket Partisi;
Milliyetçi Hareket, bu kutlu değerleri ve kutsal emanetleri muhafaza etmeye yeminlidir. Her dava arkadaşımda bu ilke ve hedeflere ulaşılması konusunda tam bir uzlaşma ve kararlılık vardır. Son iki gününe girdiğimiz Referandum sürecinde konunun öneminin şuuruyla, imkanlarınızı sonuna kadar kullanarak vatandaşlarımıza ulaştığınıza inanıyorum. Bir günün bile çok önemli olduğu bu dönemde yarın da aynı çalışmalarınızı sürdürerek tarihi görevinizi tamamlayacağınızı biliyorum. Gösterdiğiniz gayret ve fedakarlıklar için şimdiden şükranlarımı sunuyorum. Bu toplantıyı düzenleyen İstanbul İl Başkanlığımıza teşekkür ediyorum. Referandumun aziz milletimize ve devletimize, demokrasimize ve partimize hayırlar getirmesini diliyorum. Cenab-ı Allah’ın, bu kutsal gaye uğruna sarf ettiğimiz emekleri, millet aşkını ve heyecanını karşılıksız bırakmayacağına yürekten inanıyorum. Bayramınızı tekrar tebrik ediyor, hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun. Ne mutlu Türküm diyene.
|