Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
Çok Değerli Misafirler, Aziz Dava Arkadaşlarım, Siyaset Ve Liderlik Okulumuzun Kıymetli Katılımcıları, Basınımızın Seçkin Temsilcileri, Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Bildiğiniz üzere, partimizin “Siyaset ve Liderlik Okulu’nun” açılışını 10 Ekim 2009 tarihinde yapmış ve üç dönem boyunca değerli katılımcıların mezuniyetini sevinç ve iftiharla gerçekleştirmiştik. Bugün ise dördüncü dönemde eğitimlerini başarıyla tamamlayan kardeşlerimizin sertifikalarını kendilerine vermek amacıyla bir araya gelmiş bulunuyoruz. Huzurlarınızda, “Siyaset ve Liderlik Okulu”muzun dördüncü dönem katılımcılarını ayrı ayrı tebrik ediyor, gösterdikleri azim ve çabadan dolayı hepsini kutluyorum. Günümüzde eğitime, okumaya, entelektüel ve zihinsel arayışa yönelik ilgisizliğin, çoraklığın ve verimsizliğin sürekli artış gösterdiği dikkate alındığında, partimiz çatısı altında böylesine anlamlı bir organizasyonun önemi daha iyi anlaşılabilecektir. Özellikle genç nesillerin sosyal, toplumsal ve ekonomik konuları daha şuurlu, anlamlı ve donanımlı ele alabilmeleri ve çağımızın öznesi haline gelebilmeleri hiç şüphesiz eğitimin her derde deva yöntemleriyle mümkün olabilecektir. Çalışmanın, düşünmenin ve mutlaka geliştirici işbirlikleri kurmanın hayati önemine inanan birisi olarak da başka bir şansımız olmadığını düşünüyorum. Kıymetli katılımcıların, iki ayrı eğitim salonumuzda 12 haftalık ve 72 saatlik program çerçevesinde elde ettikleri bilgi, deneyim ve yorum zenginliği bundan sonraki hayatlarında kendilerine çok yararlı olacak ve özellikle siyasete bakış açıları daha bilinçli hale gelecektir. Şahsen, gerek burada bulunan gerekse de daha önce mezun ettiğimiz katılımcılardan çok ümitli olduğumu ve başarılı çalışmalarıyla, özgün, çarpıcı ve kesinlikle milli yaklaşımlarıyla siyaset kurumlarına hatırı sayılı katkılar vereceklerine inanıyorum. Elbette ‘Siyaset ve Liderlik Okulu’nun amacı doğrultusunda faaliyet göstermesinde ve düzenli, ilkeli bir şekilde eğitim vermesinde değerli arkadaşlarımın katkısı ve gayreti çok fazladır. Bunlar arasında yer alan ‘Siyaset ve Liderlik Okulu’nun Koordinatörü ve Genel Başkan Başdanışmanı Sayın Prof. Dr. Zühal Cafoğlu’na ve Eğitim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Semih Yalçın’a teşekkür ediyorum. Ayrıca emek ve zamanlarını takdire şayan bir şekilde vererek, katılımcılarımızı eğiten, onları irfanlarından feyizlendiren, yılların göz nuruyla üst üste birikmiş bilgi ve tecrübelerini aktaran misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. Hepiniz hoş geldiniz sefalar getirdiniz.
Sayın Misafirler, Muhterem Dava Arkadaşlarım, ‘Siyaset ve Liderlik Okulu’nun sertifika töreninde siyaset üzerine konuşmaz ve liderlik hakkında birkaç söz etmezsek sanıyorum maksadımıza tam olarak ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Bu itibarla teorik izah ve anlatımın derin sularına fazla dalmadan, bugünün anlam ve önemiyle tutarlılık arz edecek değerlendirmelere gerek ve ihtiyaç vardır. Ülkemizin son siyasi gelişmelerini ihmal etmeyen perspektif genişliğinin yanı sıra; demokrasi, seçimler ve siyasi partilerin fonksiyonlarını; dün, bugün ve yarın zeminine yaslandırarak bir ufuk turu yapmak zannediyorum amacımızla çelişmeyecektir. Bunu yaparken de milli kültür, milli değerler ve milliyetçilik önümüzü aydınlatan ve asla elimizden bırakmayacağımız inanç meşalelerimiz olacaktır. İçinde bulunduğumuz yıl hem ülkemiz hem de milletimiz açısından önemli sonuçlara ve gelişmelere gebedir. 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan Milletvekilliği Genel Seçimleri bu bağlamda tarihi bir dönemeç ve karar anına işaret etmektedir. Siyasetin alacağı şekil, gireceği kalıp, Türkiye’nin istikameti ve Türk milletinin tarihi seyri yeni bir kulvara girecektir. Yorgun, dargın, küskün, yılgın, bezgin geniş toplum kesimleri kendi kaderlerine bir kez daha yön vermek için sandık başına gideceklerdir. Gerçekleri ürkütüp kaçıran içi boş korkuluklar, dürüstlüğü caydıran siyasi sapmalar, palavrayla ayakta kalan hamasi kişilikler demokrasinin imkânlarıyla kantara vurulacak ve durumları böylelikle belli olacaktır. Şurası açıktır ki, önümüzde millet vicdanının siyaset temsilcileri hakkında vereceği bir hüküm bizleri beklemektedir. Büyük bir medeniyetin, kerim bir geçmişin, ihtişamlı bir kudretin varisi olan büyük milletimiz nasıl bir ülke içinde yaşayacağını ve nasıl bir geleceğe doğru yol alacağını yapacağı tercihle gösterecektir. Bu haliyle önümüzdeki süreç; √ Ahlakla yozlaşmanın, √ Hidayetle sapkınlığın, √ Milliyetçilikle ihanetin, √ Yıkımla kardeşliğin, √ Krizle istikrarın, √ Kavgayla barışın, √ Bölücülükle huzurun, √ Demokrasiyle otoriterliğin, √ Yalanla doğrunun, √ Yoksullukla refahın, √ İşsizlikle onurun, √ Ayrışmayla birlikte yaşamanın, √ Ve hilalle diğerlerinin mücadelesine sahne olacaktır. Bu itibarla 12 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimleri bu kadar anlam yüklüdür ve bu denli hayatidir. Kabul edilmelidir ki, her seçim yeni bir başlangıçtır, heyecandır; toplumsal ve siyasal tansiyonun normalleşmesi demektir. Ancak seçimler çoktan seçmeli bir sorunun şıklarından birisinin işaretlenmesi değildir. Ya da seçim, yeri ve zamanı geldiğinde vatandaşlarımızın yalnızca oy pusulasını sandığa attıkları sıradan bir görev ve teknik ayrıntı da değildir. Seçmek demek, bir başka deyişle siyasi tercihte bulunmak; bir vicdanın, tepkinin, beklentinin ve kararın somutlaşmış halidir. Sandık başına gelesiye kadar her insanımız geride kalan yılların özlemlerini, hayallerini, heveslerini, üzüntülerini, kâbuslarını ve hayal kırıklıklarını masaya yatırarak bir fikre ulaşacaktır. Mutluluğa, güvene, emniyete, berekete ve bolluğa nasıl ulaşılacağının tercihi kuşkusuz seçimlerle ortaya çıkacaktır. Daha iyi bir yaşama atılacak her kulaç, daha rahat günlere atılacak her adım seçimlerle vücut bulacaktır. İnancım odur ki; yoksulluğun, dışlanmışlığın, sefaletin, gelirsizliğin, köhnemişliğin, yolsuzluğun, teröristle pazarlığın ve kanlı terörün acı bilançosu siyasi tutum ve eğilimlerde mutlaka belirleyici olacaktır. Gündelik olaylara sıkıştırıldığından soluk alıp vermesi her geçen gün zayıflayan milletimizin, içine düşürüldüğü kötü gidişe ve talihsizliklerle, tahrifatlarla ve tahribatlarla dolu olan bir döneme dur demesi artık kaçınılmazdır. Eğer ülkemizin var olan siyasi yapısı değişmez ve tüm kirine, pasına ve yanlışlığına rağmen yoluna devam ederse; o zaman bizleri, daha vahim günler köşe başlarını tutmuş bir şekilde bekleyecektir. Allah korusun, milletimiz imiği emilip kurutulduktan sonra sıskası çıkmış bir iskelete çevrilecek ve üzerinde her türlü operasyon rahatlıkla yapılabilecektir. Tehlike bu denli ciddi ve yakındır. Nitekim Türk milletinin yazgısını ayakta tutan, besleyen ve ileri doğru iten tarihsel dinamikler, her şeye rağmen dik duran milli şuur körelecek, paslanacak ve zayıflayacaktır. Tel gibi gerilmiş etnik farklılıkların keskinliği iyice bilenecek, teröristlerin ve terörist başının affıyla; verilen mücadeleler, çekilen çileler, dökülen gözyaşları, bayrağa sarılı vatan topraklarına emanet edilen şehitlerin aziz hatıraları boşa çıkarılacaktır. Şüphe etmeyiniz ki, bu belaların içine girdiği kamuflaj demokrasinin erdemleriyle ve milletimizin doğruya, güzele gerçek ve derin manasıyla sahip çıkmasıyla yırtılıp atılacaktır. Siyasetin asıl mecrasından kayarak ayrılığa, kargaşaya ve kaosa ortam hazırlaması böylelikle engellenecektir. İleri demokrasi masalıyla avutulan, sözde özgürlük dehlizlerinde kıstırılan, hukukun üstünlüğü diyerek üstünlerin hukuku altında hırpalanan insanımız mutlaka ayağa kalkacak ve son sözünü söyleyecektir. Muhterem Misafirler, Değerli Dava Arkadaşlarım, İnsan hayatı gibi, milletlerin de doğaları gereği belirli hedeflere odaklanmaları ve bir gelecek vizyonuna sahip olmaları gereklidir. Bunun için de dün, bugün ve yarın arasında kurulacak sağlam köprülere ihtiyaç vardır. Bu itibarla çabaları teşkilandıracak, disiplin altına alacak, sürekli kılacak ve düzenli bir şekilde ilerlemesini sağlayacak niyet, kurum ve zihniyetlerin varlığı zorunludur. Fikir kaynaklarımız arasında mümtaz bir yeri bulunan rahmetli Prof. Dr. Mümtaz Turhan’ın deyimiyle ifade edecek olursak; özellikle zihniyette değişiklik yapmadan davranışlarda devamlı, hakiki bir yenilik temin edilmesi neredeyse imkânsızdır. Tabii bunu millet ve devlet hayatı için de söylememiz mümkün ve doğaldır. Siyaset yenilenecekse, iktidar tazelenecekse, Türkiye tekrar ayağa kalkacaksa yegâne yol bellidir ve bu da zihniyet değişimiyle hayat bulabilecektir. Gelişmenin doruğuna ulaşmış her şey gibi, iktidarların da belli bir aşamadan sonra marjinal gücü düşmeye başlayacak ve tükenişleri mukadder olacaktır. Dikkatinizi çekmek isterim ki, yakın coğrafyalardaki otokrat sistemlerin peşi sıra devrilmelerinin ya da son günlerini yaşamalarının en büyük nedenlerinden birisi de budur. Bir kıvılcımın Ortadoğu diktatörlerini ne hale getirdiğini hep birlikte gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Despotluğun, hukuk tanımazlığın, hırsızlığın, ağırlaşan hayat şartlarının, ihlal edilen insan hak ve özgürlüklerinin, yandaşları kayırmanın rejimleri nasıl salladığına açıkça şahit olduk. Basra Körfeziyle Atlas Okyanusu arasındaki coğrafyaların, küresel güç merkezlerinin kontrollü etkileri doğrulturunda otoriter yönetim imal merkezleri haline gelmelerinin ve sonrasında da kağıt gibi buruşturulup atılmalarının nedenlerini en başta kendi kaderine sahip çıkma iradesinden yoksun geniş halk kitlelerinin varlığında aramak lazımdır. Kaldı ki, içsel ve dışsal faktörlerin birbirini sürekli ateşlemeleri, çoktan çürümüş olan yönetimleri de anında yerle bir etmektedir. Takdir edersiniz ki, demokratik rejimlerde işleyiş farklıdır ve eşyanın tabiatına uygun olarak bir dönem gücünün doruğuna ulaşmış siyasi pratikler şartlar ne olursa olsun; önce duraklamaya, sonra gerilemeye ve en sonunda da çöküşe maruz kalmaktadırlar. Bu birbirini takip eden süreç; demokrasi fanusu içindeki siyasi iktidarların adeta değişmez kaderidir. Demokratik bir sistemde hiç kimse vazgeçilmez ve tartışılmaz değildir. Dokunulmaz, ulaşılmaz, yenilmez, aşılmaz, sorgulanmaz değildir. Alternatifsiz, rakipsiz, eşsiz ve yeri doldurulamaz da değildir. Üstelik kendisine verilen millet iradesini iyi kullanmayan, istismarla vakit geçiren, kavgayı yaygınlaştıran, öfkeyi hâkim kılan, çözülmeyi teşvik eden ve yalnızca değerler üzerinden estirilen rüzgârla ayakta durmaya çalışan iktidarların daha fazla yol alabilmeleri çok zordur. Demokrasi en iyi karar merciidir ve bununla siyasi partilerin, hükümetlerin akıbeti, yeterliliği ve ne ölçüde toplumsal karşılık buldukları belirginlik kazanmaktadır. Şayet siyasi ve sosyal yapının kurumları, örgütlenme biçimi, iktidarın icraatları açıkça değerlendirilmeye tabi tutuluyor, eleştirilebiliyor ve hepsinden önemlisi alınan kararlara itiraz yollarında bir tıkanıklık olmuyorsa; bu durumda mesele yoktur ve demokrasinin nabız atışları normal seyrinde atmaktadır. Vatandaşlar toplumsal ve siyasi süreçlere gerekli olduğu her zaman ve her durumda öneri, tartışma, müzakere ya da tenkit vasıtalarıyla katılabiliyorlarsa demokrasinin sürdürülebilir bir özellikle ilerlediği rahatlıkla söylenebilecektir. Bir toplumun kendi hakkında ve geleceği konusunda söz ve yetkiye sahip olması demokrasinin var olabilmesi için elzemdir. Demokratik kültürün derinleşmesi ise sosyal ve siyasal diyalog ve iletişiminin önündeki bariyer kapaklarını tümüyle açacaktır. Biliyoruz ki, iktidarın sınırlanmadığı ya da iyi yaşama arayışının güçlü olmadığı bir yerde demokrasinin varlığından bahsedilemeyecektir. Üzülerek ifade etmeliyim ki, bugün demokrasi kimlerin ağzından düşmüyorsa en çok zararı veren yine onlardır. İleri sıfatını başına koyarak demokrasiyi geriletenlerin, barış ve insan hakları diyerek kanlı senaryoları sergileyenlerden hiçbir farkları yoktur. İkisi de Türkiye’yi ateş hattına sokmak ve taksit taksit Türk milletini ayrıştırmak için kolları sıvamışlardır. Yattığı yerden muhatap kabul edilen İmralı canisiyle seçimler öncesi işbirliği çabası içinde olanlar, millet iradesine en büyük hakareti ve kadir bilmezliği gösterenlerdir. Ne hazindir ki ülkemizde şiddet her taraftan fışkırmakta, vahşi cinayetler sıradanlaşmaktadır. Kadınlarımıza yönelik hunhar saldırılara her gün bir yenisi eklenmektedir. İsyan, kalkışma ve ayaklanma tehditleriyle gemi azıya alan bölücü çevreler durmadan öfkelerini kusmaktadırlar. Sokaklar yürünemez olmuş, asayiş iflas etmiş, can ve mal güvenliği hiç olmadığı kadar zedelenmiştir. Gelir dağılımdaki adaletsizlik endişe verici bir boyut kazanmış ve en alt gelir grubuyla en üst gelir dilimi arasındaki fark yaklaşık 8,5 kata çıkmıştır. Bu kaygı verici tablonun karşısında bırakın ilerisini normal bir demokrasinden söz etmek bile akla ve mantığa aykırıdır. Çünkü demokrasi; umuttur, istektir, uzlaşmadır ve çözümdür. Çaredir, çıkıştır ve ortak bir zeminde buluşmadır. Diyalogdur, saygıdır, özveridir, yaklaşmadır. Farklılıkları hatırlatmak değil, benzerlikleri artırmak ve mensubiyet bilincini kuvvetlendirmektir. Vatandaşlarımızın başlarına ne geleceğini bilmeden yaşadıkları bir ülkede olsa olsa kapanamaz demokrasi açığı olacaktır. Bu nedenle ileri demokrasi beyanları; √ Kirli niyetlerin maskesidir. √ Hoşgörüsüzlüğün, tahammülsüzlüğün ve kaba ifadelerin makyajıdır. √ Yıkımın, parçalanmanın, dağılmanın mutasyona uğramış halidir. √ Federasyonun işaret fişeği, ana dilde eğitimin gizlendiği sığınaktır. √ İki milletli ortaklık devletine duyulan özlemin üreme merkezidir. √ İmralı canisini Mandela haline getirmenin formülüdür. √ Yurtdışındaki bölücü şahsiyetlere el uzatmanın gerekçesidir. Kandil’e sırıtmanın, peşmergeye sırnaşmanın, otuz bin kişinin katilinin elini tutmanın adı ve tanımı ileri demokrasidir. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Türklüğe sırt çevirenler, MHP’ye tezgâhlar tertip edenler, Ülkücüye düşmanlık sergileyenler, milletimizin bin yıllık kardeşliğini zedeleyenler ve milliyetçiliği hakir görenler ileri demokrasi diyerek ortalıkta zehir saçanlardır. Şifa diye sunulan ne varsa; geliştik, büyüdük, zenginleştik, itibarımız arttı, sözümüz dinlendi sözlerini kim kullanıyorsa ileri demokrasi aldatmacısının sorumlularıdır ve milletimiz 12 Haziran’da bu kendini bilmezlere gününü gösterecektir. İlerleyen ve ileri giden bizce bellidir ve her şey görmesini bilenler için ortada durmaktadır. Yandaşlar fren tutmadan ilerlemektedir, ilerletilmektedir. Yolsuzluk doludizgin ileri gitmektedir. Hanedan üyeleri ileri bir duruma gelmişlerdir. Ne yazık ki, Türlük gerilemekte, etnik nifak ilerlemektedir. Türkçe gerilemekte, ana dil talepleri ilerlemektedir. Güvenlik gerilemekte, bozgunculuk ilerlemektedir, Hak ve özgürlükler gerilemekte, sultanlık istekleri ilerlemektedir. Türkiye ve Türk milleti gerilemekte, düzensizlik, cepheleşme ve kargaşa hızla ilerlemektedir. Açıkça ifade ve kabul etmek lazımdır ki; √ Basın özgürlüğünün gasp edildiği, √ Sabahın beşinde kolluk güçlerinin hanelerin kapısına dayandığı, √ Eleştiriye tahammülün olmadığı, devlet imkânlarının muhalefeti sindirmek için seferber edildiği, √ İş âleminin pusturulduğu, √ Telefonların dinlendiği, √ Baskı, tehdit, korkutma ile toplumun her kesiminin üzerine gidildiği bir yerde de demokrasi sadece sözde kalan bir kavram olmaktan asla kurtulamayacaktır. İleri demokrasi sihriyle oyalanan, uyuşturulmak istenen ve kandırılan Türkiye’nin maalesef hali işte bunlardan ibarettir. Ancak demokrasiye verilen tahribat ne kadar fazla olsa da, her sorunun çözümü yine demokrasidedir. Hiç gitmeyecekmiş gibi bir imaj vermeye çalışan ve ısmarlama anketlerle manipülasyon yapanlar eminim ki sandığın iradesiyle sarsılacaklar ve nasıl geldilerse öyle gideceklerdir.
Aziz Dava Arkadaşlarım, Değerli Katılımcılar, ‘Siyaset ve Liderlik Okulu’nun iki sınıfından birisine adını verdiğimiz rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör; “ahlak olmazsa, toplum hayatı denen şey de olmaz, yani insanlar bir arada yaşayamazlar” derken muazzam bir tespitte bulunmuştur. Ve devamla; “toplumda teknik değişmelerle, sosyal değişmelerin birbiriyle dengeli bir şekilde yürümediği takdirde; ahlaki bunalımların ve çatışmaların ortaya çıkacağını” vurgulayarak, bugün içinde kıvrandığımız sorunlara yaşadığı yıllarda iyi bir şekilde teşhis koymuştur. Aslında toplum hayatını, ekonominin kurallarını, sosyal ilişkileri ve insan ihtiyaçlarını başkalarına zarar vermeden düzenlemek bir arada yaşamaya ve ahlaki gelişmeye büyük bir destek sağlayacaktır. Bu da aileden başlayarak, sivil toplum kuruluşlarına ve siyasi partilere kadar gözetilmesi gereken başlıca konulardan birisidir. Siyasetin kalbine giden damarların açık olması ve görevini tam yapması evvela birlikte yaşamanın güzelliğine duyulan tutkuyla artacaktır. Türkiye’nin belki de çözülmesi gereken en bariz sorunlarının başında bir arada yaşamanın istikrar kazanamaması, pamuk ipliğine asılı olması ve toplumsal düzenin bir türlü dikiş tutmaması gelmektedir. Toplumun bir bütünlük içinde kavgasız, nizasız ve fasılasız ayakta durması insanlar arasındaki müşterek davranış tarzlarının bulunmasına ve bunların devamlılık arz etmesine bağlıdır. Nihayetinde örf ve adetler bu ihtiyaçları karşıladıkları için toplumun temelini teşkil ederler ve en geniş uzlaşma alanları olmaları bakımından sosyolojik birliğin üzerinde fazlasıyla belirleyicidirler. Ne var ki örf ve adetler sosyal değişmenin hızına çok zaman ayak uyduramadıklarından geride kalmaktadırlar. Bundan dolayı insanın gerçek ihtiyaçlarını tam karşıladıkları konusunda ittifak yoktur ve örf ve adetler bütünü esas aldığı için ferdi genellikle korumasız ve savunmasız bırakmaktadırlar. Hepsinden önemlisi ise, sosyal yollardan tevarüs edilen maddi ve manevi her unsuru ihtiva eden kültürün birlikte yaşamaya hangi seviyede hizmet ettiği, teklifler getirdiği ve yeni çözüm yolları ürettiği hususudur. Çok şükür Türk kültürü bu açıdan zengindir ve almasını bilenlere büyük fırsatlar sunmaktadır. Ancak her şeyde olduğu gibi, kültürün de değişmez bir kalıp halinde sürgit aynı yapıyla devam etmesi, teknolojik gelişmeler başta olmak üzere çağın şartlarına bigâne kalarak varlığını sürdürmesi düşünülemeyecektir. Sosyal, siyasal ve ekonomik ilişkileri oluşturan faktörlerin zenginliği ve çeşitliliği ister istemez kültürün yeniden ele alınmasına ve köklerinden kopmadan tekrar yorumlanmasına ortam hazırlayacaktır. Hareketli bir toplum hayatı için bu aynı zamanda zorunludur. Karşımızda iki yüzyıl öncesinin kapalı, durgun toplumsal ilişkileri yoktur. Yalnızca maişet teminine odaklanmış ekonomik ilişki ağı yoktur. Temel konular dışında, dünkü beklentilerle bugünkü hedeflerin tam olarak örtüştüğünü de söyleyemeyiz. Değişen ve çatallaşan insan ilişkileri, yeni ihtiyaçlarla birlikte farklı oluşumların, düşüncelerin, değerlendirmelerin önünü açmakta, hatta bir aşamadan sonra da zorunlu kılmaktadır. Türk kültür hayatının dinamik ve gelişmeye meyyal yapısı çağın karanlığını aydınlatacak ve sorunlarını aşacak vasıtaları esasen bize fazlasıyla vermektedir. Ne var ki bugün birlikte yaşamanın çatısında açılmaya çalışılan gedikler, kültürün ve geleneklerin yanlış, maksatlı ve eksik değerlendirilmesinden, zamanın ruhuna uygun olarak üzerinde düşünülmemesinden de kaynaklanmaktadır. Siyasetin çözüm ve değer alanında etkinlik gösterememesinin, kısır ve sonu gelmeyen polemiklerin için saplanmasının gerisinde de bu vardır. Siyasi sistemler, siyasi zihniyetler elbette bir toplumsal sistemin içinde anlam ve varlık kazanırlar. Siyasetin kriz ve çatışmalara pirim vermesi, toplumsal hassasiyetlerin dikkate alınmadığına işaret edecek ve birlikte yaşamanın kalıcı bir denkleminin kurulması imkansız bir hal alacaktır. Toplumun değerler alanıyla özünde mesafeli olan ve kültürün gereklerine, tarihin yüklediği misyona duyarsız kalan siyasi anlayışların kendi toplumlarını ileri götürmesine bu zamana kadar şahit olunmamıştır. Siyasi partilerin, ideolojilerin ve yönetimlerin toplumsal taleplerden kopuk ve uzak olmaları yabancılaşmayı ve krizleri derinleştirecek, bir noktadan sonra içinden çıkılmaz bir duruma sokacaktır. Gelişme, muasır medeniyetler seviyesine çıkma, modernliğe ulaşma arayışlarında başkalarının yöntemlerini, reçetelerini kültürel gerçeklerle ve sosyal bünyeyle uyuşup uyuşmadığına bakmaksızın alıp uygulama toplumu kökünden ve tarihsel sürekliliğinden alıkoyacaktır. Tanzimat’tan beri yaşadığımız ana sorunlardan birisi de ne yazık ki budur. Bu kapsamda sürekli itişmelerle, çekişmelerle ve tartışmalarla yıllar heba olmuş; toplumsal ve siyasal ilişkilerde gurur duyacağımız bir üst seviyeye ulaşmanın bedeli çok ağırlaşmıştır. Bununla birlikte siyasi yapı ile toplumsal sistem arasındaki gerilimlerin, açmazların ve bir arada yaşamaya dönük itirazların geri planında dünden bugüne devreden sancılı ve sorunlu ilişkiler ağı vardır. Diğer taraftan üzerinde ittifak sağladığımız en yalın gerçek; ahlakın toplumu ayakta tutan temel değerler sistemi olduğu hususudur. İnsanın iyi ile kötüyü birbirinden ayır edecek ölçülere, kriterlere ve zihinsel eleğe sahip olmaması beraberinde birçok sorunu ortaya çıkarmakta ve toplumsal hayatı çekilmez bir hale getirmektedir. Ahlak ve erdem gibi en temel davranışlar sonucunda doğru olmayı, iyi ve hayırlı şeyler yapmayı önceliğimize alacağımız ve toplumsal ilişkilere bu haliyle değer katacağımız şüphesizdir. Ne var ki ahlaklı toplumda insanları ahlak dışı davranışa iten başlıca sebeplerden birisi de; vicdanları rahatsız edecek bir adalet ve sosyal ilişki ağının var oluşudur. İkinci önemli sebep ise; eğitim sisteminin toplumda geçerli olan ahlak kurallarıyla çatışmasıdır. İnsanın evde öğrendiği şey okulda kusur sayılırsa, okulda öğrendiği şey mahkemede suç kabul edilirse, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmeye ve dolayısıyla ahlaklı davranmaya da imkân kalmayacaktır. Görüldüğü gibi bu bir sosyal ve toplumsal anormallik ve ikiliklerin mutlaka ortadan kaldırılması gerekmektedir. Siyaset toplumun önüne hedefler koymakta, fakat çok zaman bu hedeflere götürecek vasıtalardan da mahrum bırakmaktadır. Bu da ahlakta sapmaya neden olmaktadır. Çarpışan menfaatlerin toplum düzenini bozmaması, birlikte yaşamaya zarar vermemesi için insanların yükselme ve refah yollarının mümkün olduğu kadar açık, berrak ve kural altına alınmış olması gerekmektedir. Sosyal adalet, vatandaşlar arasındaki sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi, fırsat ve imkân eşitliğinin sağlanması birlikte kardeşçe yaşamanın yollarından yalnızca bazılarıdır. Fertler toplumsal ve siyasal sistemin edilgen bir unsuru değil, aynı zamanda bu düzenin koruyucusu ve de geliştiricisidirler. Diyebiliriz ki siyasetin toplum ve fertlere liderlik gösterememesi, kamplaşmayı özendirmesi, tayin ettiği amaçlarını sadece sözde bırakması inandırıcılığını ve güvenilirliğini yok etmektedir. Mensuplarının birbiriyle ilgili konularda ve sorunlarda kaygı duymadığı bir toplumsal yapının var olması da ancak tesadüflerle izah edilebilecektir. Bunun için dayanışma, yardımlaşma ve empati yapma çok gereklidir. Birlik ve beraberlik şuurunun gelişmediği milletlerin, dayanışma halinde olmaları imkânsızdır. Birlikte yaşanmış bir mazi, ortak idealler, acı ve tasada birliktelik, hepsinden önemlisi gelecekte de bir arada olmaya karar vermiş milletlerin bir bütün halinde yaşayabileceğini unutmamız yerinde olacaktır. Milli çıkarlarını güvence altına alamayan, sosyo-ekonomik ihtiyaçları gideremeyen, sürekli bir büyüme temposunu yakalayamamış siyasi yönetimlerin, içinden çıktıkları millete liderlik yapmaları, birlikte yaşamaya katkıda bulunmaları ve öncü olmaları bize göre ihtimal dışıdır. Parti olarak ülkemizin genel görünümünün de bu şekilde olduğunu biliyor ve iyi yönetilmemeden kaynaklanan ağır sorunlara sahip olduğunu düşünüyoruz. Kötü yönetimlerin, art niyetli ve başarısız siyaset uygulamalarının artık sonlanması ve yerini zinde, milli ve başkent Ankara’yı merkezine alan bakış açısına sahip bir yaklaşıma bırakması zarurettir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak buna talibiz, bunu istiyoruz ve Türkiye’yi yenide ayağa kaldırmak, onarım ve tamiratı yapmak, imar etmek, refahı getirmek, 2023 yılında lider ülkeye ulaşmak için ‘Ses Ver Türkiye, Sesime Kulak Ver Türkiye’ diyerek milletimizle kucaklaşmak için yola koyulduk. Şerefli geçmişimiz, tutarlı siyasetimiz, önce ülkem ve milletim, sonra partim diyen fedakâr tutumumuz sayesinde tam yol ilerliyoruz. Günübirlik menfaatlerin cazibesine kapılmayan, çıkar odaklı girişimlerin ağına düşmeyen, geri durmayan, teslim olmayan ve asla vazgeçmeyen kadrolarımızla tek başına iktidara ulaşmayı hedefliyoruz. Bunu başaracağımızdan, adalet ve eşitlik ilkelerini gözeten, harama el uzatmayan, milletin değerlerine gözü gibi bakan bir yönetim anlayışıyla karşımıza çıkan bütün sorun alanlarını yok edeceğimizden eminim. Biz inanıyoruz ve milletimizi de inandırmak, ikna etmek ve himmetine mazhar olmak için her gayreti göstereceğiz. Bugün ülkemizde siyasi sorumluluk taşıyanlar, farklılıklara vurgu yaparak demokrasinin gelişeceği zehabına kapılsalar da; türkümüz birliğin ve kardeşliğin türküsü olacaktır. Sosyal gelişmeye eşlik etmeyen pürüzlü ve içten olmayan demokrasi anlayışının temsilcileri Türkiye’yi yıkımın eşiğine kadar getirseler de, buna milli tarihimizden ve kültürümüzden aldığımız güçle karşı duracağız ve mani olacağız. Toplumsal kesimler birbirinden hızla uzaklaşsa da, etnik yangın körüklense de ve birlikte yaşama ülküsüne suikastlar düzenlense de çağrımız birliğe olacaktır, mücadelemiz Türkiye’nin tek bayrak, tek millet, tek dil, tek vatan ve tek devlet halinde sonsuza kadar yaşamasını sağlamaktır. Bunun için ‘sonsuza kadar var ol Türkiye’ sözünü dilimizden hiç düşürmeyeceğiz. Ve bu ülkeyi, aziz milletimizi karşılıksız, hesapsız sevmeye bedeli ne olursa olsun sonuna kadar devam edeceğiz. Başaracağız ve hep birlikte ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ sözleriyle gözümüz ufukta, aklımız gelecekte ve Türkiye’nin lider ülke olması için her zorluğu aşacağız, her güçlüğü yeneceğiz.
Muhterem Dava Arkadaşlarım, Konuşmamın bu son kısmında, sertifika alacak olan değerli arkadaşlarıma kısaca hitap etmek istiyorum. Siyaset ve Liderlik Okulumuzdaki eğitimleriniz bugün son buluyor. Aldığınız eğitim bundan sonraki sosyal ve siyasal yaşamınızda sizlere büyük katkılar sağlayacaktır. Buradan edindiğiniz bilgi, görgü, deneyim ve sahip olduğunuz nitelikler, milli ve milliyetçi duruşunuzu daha da sağlam bir zemine oturtacaktır. Araştıran, tartışan, disiplinli bir şekilde çalışan, soran ve sorgulayan, bilimsel şüpheciliği yöntem olarak belirlemiş bir anlayışın peşini ömrünüz boyunca bırakmayınız. Daha fazla ne yapabilirim, daha ne üretebilirim sorularını sürekli olarak kendinize sorunuz. Türkiye’nin geleceği, Türk milletinin varlığını sürdürmesi, mutlaka sizler gibi değerli arkadaşlarımın yoğun ve gayretli çalışmaları sayesinde gerçekleşecektir. Türklük, milliyetçilik ve milli değerlere sahip çıkmada hiçbir zaman geri durmayınız. İnisiyatif alınız, sorumluluk üstleniniz ve işbirliği, uzlaşma ve birlikte takım halinde bir işi başarmanın lezzetini her fırsatta tadınız. Unutmayınız ki, bir teknik vasıtayı sadece satın almakla, onu yapabilmek arasındaki fark; medeni bir milletle onun müstemlekesi arasındaki farka benzer. Eğer bugün azgelişmiş veya daha iyimser bir bakışla gelişme yolunda bir ülke halindeysek, biliniz ki bunun müsebbibi insanımız değil, aydınların gerek nitelik, gerekse de nicelik bakımından yetersiz oluşlarıdır. Gelişmiş ülkelerin çok fazla öne çıkarılmayan en belirgin özellikleri; milli karakter vasıflarını ve şahsiyetlerini toplumlarının hayrına olmak üzere, en iyi bir tarzda geliştirip mükemmelleştirmeye çalışmalarıdır. Henüz milli değerlerden, milliyetçilikten, tarih şuurundan mahrum olan gelişmiş ve güçlü bir ülkeye rastlanılmamıştır. İşte bu nedenle millet olarak nereden geldiğimizi, hangi milli hedeflere ulaşmamız gerektiğini aklınızdan bir an olsun çıkarmayınız. Sahip olduğumuz coğrafyanın, tarihin, kültürün, sosyal ve siyasal gerçeklerin sizlere yüklediği görevleri asla ihmal etmeyiniz. Dünyaya Türkçe bakınız, çağı Türkçe okuyunuz. Türk milletinin her alanda söz sahibi olması ve küresel ilişkilerde iddialı ve çekim merkezi haline gelmesi için var gücünüzle uğraş veriniz. Parti olarak, her birinize kapımız ve gönlümüz bundan sonra ardına kadar açıktır. Bu duygu ve düşüncelerle sizleri bir kez daha ayrı ayrı kutluyor başarılarınızın devamını diliyorum. Konuşmama son verirken burada bulunan herkesi saygılarımla selamlıyorum. |